25 Ağustos 2008

Ege Görgün: Anadolu takımı taraftarı olmak…

-Ben de bir "Sevinmek için sevmedik" ekleyerek Ege Görgün ile aynı düşüncede olduğumu belirteyim ve anlayışına sığınarak paylaşayım-

Anadolu takımı taraftarı olmak emek isteyen, acılı ve kanlı bir uğraştır. Onlar için, yüzde seksen kazanma oranına sahip büyük bir takımın taraftarı olmak çocuk oyuncağı, ecnebilerin diliyle “piece of cake”tir. Peki bir Fenerbahçeli, Galatasaraylı ya da Beşiktaşlı’nın yüreği her zaman küme düşme ihtimali olan, hiçbir maçına garanti gözüyle bakılamayacak, bütün futbolcuları büyük takımlara gitmek isteyen (para+şöhret+milli forma) küçük bir takımın taraftarı olmaya yeter mi?


Üç büyük İstanbul takımından biri orta sıralardaki bir Anadolu takımı ile maç yapıyor. Maç golsüz berabere devam ediyor. Gerilim gittikçe yükseliyor. Çünkü büyük diye tabir edilen takım bu maçı galip bitiremezse liderlikten olacak. Dakika 80. Hakemin en kötü kabus gerçek oluyor. Ceza alanının çizgisine denk gelen bölgelerde büyük takımın defans oyuncularından birinin eline çarpıyor top. Topun elle oynandığından şüphesi yok ama bu hareketin ceza sahası içinde mi, dışında mı olduğundan tam olarak emin değil. Yan hakemiyle göz göze geliyor. Yan hakemin gözlerindeki telaşlı, ürkek, korkmuş ifadeden, onun da kararsız olduğunu ve kendisine yardım edemeyeceğini anlıyor. Aslında bu biraz para kaybedeceği bir kumar olsa, bahsi hareketin ceza alanı içinde olduğu doğrultusunda oynar, ona sanki öyleymiş gibi geliyor çünkü. Ama bu çok daha fazlasını kaybedebileceği bir kumar. Işık hızıyla olasılıklarını inceliyor. Penaltıyı verse… Haklı çıkarsa sorun yok. Ama akşamki spor programlarında pozisyonun ekrana gelecek ağır çekim görüntüleri hatalı olduğunu gösterirse… Öncelikle koca camia üstüne hücum edecek. Yöneticiler televizyonlara, gazetelere konuşacak.

“Bir daha maçımızda bu hakemi istemeyiz.”

“Gizli güçler yine mi devrede, masabaşı oyunlar mı oynanıyor.”

“Ben hakemler hakkında konuşmazdım ama böyle berbat bir hakem görmedim ben!”

Spor yazarları, özellikle de bu büyük takımla organik bağları olmuş, olan ve olacak olanlar, hakem yazarları, özellikle MHK’ya gıcık olanlar açacak ağzını, yumacak gözünü…

“Biz zaten demiştik, bu hakemlerle lig gitmez diye!”

“MHK uyuyor mu, bu hakemlere göz kulak olmuyor mu?”

“MHK Başkanı adamsa şu sorulara yanıt verir!”

Gayet ufak, gayet insancıl bir hata sonunda hem kötü hakem olacak, hem de namusu, şerefi şaibeli bir hale gelecek.

Diğer yandan, penaltıyı vermese… Anadolu takımının yöneticisi, maç sonrası röportajlarda bu takımın oyuncuları, “Emeğimiz çalınıyor,” diyecek. Belki teknik adam istifa kararı alacak, sakinleşince, yani işlerin ezelden böyle gittiğini hatırladığında (çünkü büyük takımlarda geçen futbolculuk zamanında kendisinin de bu düzenin kaymağını yediğini inkar edecek değil. Efendi adam imajıyla maç sırasında hakemi niceden inceden işleyen o değil miydi!) istifasını geri alacak. Ne kadar gürültü çıkartırlarsa çıkarsınlar, Salı günü medya da, futbolseverler de bir sonraki haftanın maçlarını, yeni iddia kuponlarını, haftanın fantezi futbol takımı kadrosunu düşünmeye başlamış olacaklar. Anadolu takımını sesi en fazla iki gün yankılanacak, isyanlarının yankısı üçüncü gün küçük bir haber şeklinde en içteki spor sayfasında minik bir kutudan duyurulursa ne mutlu onlara… Başat spor programlarının ağır ağabeyleri, “Adamlar, haklı!” deyip gönül alacak, sonra başkanın ne kadar delikanlı adam olduğundan dem vuracaklar, en sonunda da Anadolu takımların makus talihiyle ilgili üç beş beylik yorum yapıp, birbirlerinin kravatlarını ya da ceketlerini övmeye başlayacaklar.

Ben kendimi hakemin yerine koyuyorum. Bu ahval ve şeraitte ben o penaltıyı vermezdim arkadaş. En az zararlı çıkacağım hatayı yapmayı tercih ederdim. Çünkü o anda kesinlikle tartışmalı olan penaltıyı verdiğimde, yukarıda saydıklarıma ilaveten maçın devamında olacakları düşünmek bile istemem. Büyük takımın oyuncularının böyle bir durumda maçı ve seyirciyi çığrından çıkarmak için elinden geleni yapacaklar. Çünkü böyle bir kararı veren hakemin o dakikadan itibaren, vicdan azabı çeken bir katil gibi bunalımda olacağını onlardan iyi kimse bilemez. Her pozisyonda itiraz edecekler, vicdan yapacaklar, seyirciye oynayacaklar… Artık orta sahadaki faulleri bile çalarken zorlanacaktır hakem. Maç en azından beş dakika uzayacaktır örneğin. Büyük takımın futbolcuları ceza alanına girdiklerin de kendilerini yere bırakmaya başlayacaklardır. Hakemin kabusu asıl şimdi başlamıştır.

Aslında bu yazıya “Hakem olmak!” başlığı daha iyi giderdi değil mi?

Değil. Bu yazı tam olarak Anadolu takımı taraftarının taraftarlık hayatları boyunca neyle karşı karşıya olduğunu açık etmektedir. Tek kişilik kabus şeklinde hikaye ettiğim bu olay tribünde eli kolu bağlı oturan taraftar için bir travmadır. Yıllardır tekrarlanan bir travma….

Anlayacağınız, Anadolu takımları büyük takımlarla yaptıkları maçlara daima 1-0 yenik başlarlar. Ama sizi öldürmeyen sizi güçlendirir ya, Anadolu takımı karaftarı çok daha güçlüdür, yani çok daha büyüktür İstanbul büyüğü takımı taraftarlarından. Onlar 1-0 yenik başladıkları halde, hep küme düşme tehlikesi yaşadıkları halde ve en önemlisi hiç şampiyon olamayacaklarını bildikleri halde takımlarından hiç vazgeçmemişlerdir çünkü. Bir Kocaelispor taraftarı olarak benim için büyük takımı tutmak çok kolaydır. Ama soruyorum, Fenerbahçeli’de, bir Galatasaraylı’da, bir Beşiktaşlı’da örneğin bir Kocaelispor, bir Göztepe, bir Eskişehir, bir Sakarya taraftarı olabilecek yürek var mıdır?

Not: Trabzonspor’u dördüncü büyük olarak görmedim ben hiç. Kötü değil, iyi bir şey bu söylediğim. Sivrilen bir Anadolu takımı olduğundan, kontrol edilmesini daha kolay hale getirmek için aralarına almıştır bana kalırsa diğer büyükler Trabzonspor’u. Bizans oyunu yani.

Yazının orijinali

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails