25 Eylül 2008

Sürüden Ayrılacak Yok mu?


Engin İpekoğlu gönderildi ama onun gitmesinin verdiği rahatlık yerine, yeni gelecek ismin endişesini yaşıyoruz çünkü güzel ülkemizde sezon ortasında hocanızı kovarsanız elinizdeki alternatifler sadece belli isimler olabiliyor. Ben bu hocaların durumunu Yeşilçam Kahvesi'ne benzetiyorum. Sanıyorum hocalarımız her gün bir kıraathanede buluşup okey, batak, eşli pişti oynuyorlar. İçlerinden birisi bir takımda göreve başlıyor, o kovulursa yerine o kıraathaneden başka biri gidiyor, geri gelen de okeye dördüncü oluyor. Bu kısır döngü de ben kendimi bildim bileli devam ediyor. Bu kadar mı futbol adamı üretme özürlü bir ülkeyiz? Ya da bu hocalar bedava mı çalışıyorlar? Anlamak mümkün değil.
Aşağıda kafama dank eden yazılar kategorisinde yer alan, 7 Ekim 2007 tarihinde Uğur Meleke'nin yazmış olduğu yazıdan bir alıntı var, trajikomik durumu çok güzel özetlemiş.

"Yılmaz Vural, Sakıp Özberk, Ümit Kayıhan, Erdoğan Arıca, Giray Bulak, Ersun Yanal, Güvenç Kurtar, Hüseyin Kalpar, Samet Aybaba, Rıza Çalımbay, Hikmet Karaman... Herhangi bir kriter gözetilmeden, tamamen karışık olarak dizilmiş 11 kıymetli teknik adamımız... Hepsinin birbirinden farklı, her birinin birbirinden üstün özellikleri, ihtisas alanları, huyları, alışkanlıkları, futbol anlayışları, dünya görüşleri var. Biri Almanya’da doğmuş, bir başkası Alanya’da... Biri lise mezunu, öteki akademi... Birinin ak dediğine, beriki kara der belki...
Ama gelin görün ki, bugün spor kamuoyunun büyük bölümünün gözünde pek de bir farkları kalmadı bu kıymetli hocalarımızın... Zira son 10 yılda bu 11 teknik adamın 8’i Ankaragücü’nde çalışmış... Antepli, Denizlili ve Rizeli 6’sını görmüş görevde. Diyarbakır’dan neredeyse yarısı, 5 tanesi geçmiş mesela... Gençlerbirliği ve Samsun’a da 4’ü uğramışlar son dönemde... Yalnızca 10 yılda, yalnızca 7 kulüpte, yalnızca 11 teknik adam toplamda 39 kez göreve gelmişler (ve 38 kez de gitmişler)... Artık taraftar alıştı ve pek de rahatsız gözükmüyor birinin gidip bir diğerinin gelmesinden... Yönetici de alışmış zaten, birinin görevine son verip, iki saat sonra öbürünü aramaya... Medya dünden razı, küçük kutu haberlerle sayfalarını doldurmaya ve programlarında tüketecek yeni yorumcular bulmaya... Ama benim anlamadığım, teknik adamlar da alıştı mı bu garip döngüye? Onlar rahatsız olmaz mı işin bu kadar ucuzlamasından, basitleşmesinden, ayağa düşmesinden? Birisi dur demeyecek mi bu fütursuz, saygısız “kapı kapı dolaşma” haline? Bu antrenörlerin bir derneği yok mu, ortak bir akılla düşünüp, ortak menfaatlerini koruyacak? Bu dernek, bütün antrenörleri ile bir fikir birliğine varıp, kontratlarının en az 2 yıllık olmasını, aksi halde her iki tarafın ciddi tazminatlar ödemesi koşulunu koymayı teklif edemez mi kulüplere?


Bir adam
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının fonksiyonel olmamasına alıştık artık da, bir tek babayiğit çıkıp, en azından “Benim koşullarım bu! Bu kadar yıllık kontrat, şu kadar tazminat istiyorum, aksi halde hiçbir kulüpte çalışmayacağım” şeklinde meydan okuyamaz mı? “Kontratım süresince İstanbul’dan teklif alsam da kayıtsız şartsız burada kalacağım”, “Takımı küme düşürsem bile görevden ayrılmayacağım”, “Nasıl spor yazarlarından teknik adamlık mesleğine saygı duymalarını bekliyorsam, ben de onların işine saygı duyacağım ve sadece kendi bildiğim ve eğitimini aldığım işi yapacağım. Bir yıl önce kovulduğum takımın yeni hocasına, televizyonda tahta başında akıl öğretmeyeceğim” diyemez mi? Çünkü bilmez mi, 6 ay sonra o geçecek bir tahtanın, sen de bir takımın başına? Çıkmaz mı sürüden ayrılacak bir adam? "

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails