07 Şubat 2009

Sahi Bir Muzzy Vardı Ne Oldu Ona?



Mesut Özil'in tercihi alışmamız gereken bir sürecin başlangıcı. Gün geçtikçe küçülen ve ülke sınırlarının yavaş yavaş anlamını yitirdiği bir dünyada tek gerçek kişilerin tercihleri haline geldi. Artık Almanım diyen Alman, Fransızım diyen Fransız, Hollandalıyım diyen Hollandalı hatta aynaya bakarsak Türküm diyen herkes Türk.

Mesut Özil olayını değerlendirmek bile benim için bir züldür aslında. Kökeni her ne olursa olsun Almanya'da doğmuş büyümüş herhangi birisinin Alman Milli Takımı'nı seçmiş olmasından daha doğal birşey olamaz. Zaten konu ile ilgili yazılan hemen her yazı aynı şeyi söylüyor. İnsanların (daha doğrusu Türk insanların) olayı değerlendirmelerinde geçmişten gelen önyargılarının ağır basacağını düşünen bizler gelecek tepkilerin Mesut'un vatan haini ilan edileceği şeklinde olacağını öngördük ama bugün geldiğimiz noktada anlıyoruz ki kimsenin Mesut'un seçimi konusunda bir sıkıntısı yok. Verilen bu tepki bazı önyargılarımızı yıktığımız anlamına geliyor olabilir. Bu önyargıların yıkılmasında tüm dünya milli takımlarının en az bir ya da daha fazla devşirme oyuncu oynatıyor olmaları etken olabilir ki bu takımlar içinde biz de varız, üstüne üstlük bugün Cassio Lincoln Milli Takım'a çağırılmış olsa ezici bir çoğunluğun bu olayı sevinçle karşılayacağından eminim. Hem dünya futbolunun gidişatı açısından hem vatan sevgisi, din bağlılığı gibi manevi duyguların metrajı olmadığından hem de takımda her kim oynuyor olursa olsun elde edilen başarı "Turkey; Comeback Kings" şeklinde lanse ediliyor olduğundan dolayı bu tip olaylar artık futbolun bir gerçeği denilip geçiştirilebilecek duruma geldi. Zamanında, bugünün kurallarının geçerli olmadığı bir dönemde Macaristan'ın yaşadığı iç karışıklıktan dolayı Macaristan'a dönmeyi reddeden ve ardından Macar Milli Takımından İspanyol Milli Takımı'na geçiş yapan Ferenc Puskas sansasyonel bir olay ortaya çıkarmış olabilir ama yerküre döndükçe şartlar değişiyor ve bir zamanlar kabul edilemez buyurulan herşey hayat standardı haline geliyor. Önyargılar ortaya çıktıkları gün olduğu gibi devam ediyor olsaydı üstün Alman ırkını oluşturmayı hedefleyen ve Alman dediğin sarışın olur arkadaş diyen Hitler'in mensubu olduğu Almanya'da Asamoah isimli zenci insanın oynaması bu dünyada mümkün olamazdı. Alman Milli Takımı'ndaki X asıllı oyuncuların konusunu hiç açmıyorum bile.
Almanya'nın geleceği ile ilgili yapılan öngörülerin hepsinde Almanya'nın geleceğinin ABD ile benzer olacağından bahsediliyor. Yurt dışından daha önce olmuş ve hala olmaya devam eden göç akını. Çocuk yapmaya üşenen bir Alman milleti. Yavaş yavaş çökme sürecine giren sosyal sağlık sistemi ve tüm bunlara paralel, doğal bir sonuç olarak artan yaş ortalaması. ABD Milli Takımı'ndaki oyuncuların kökenlerini tam olarak bilmiyorum ama ülkenin yapısına paralel olarak hepsinin ilk tohumlarının Kuzey Amerika kıtasından çok uzaklarda atıldığına eminim. Saymış olduğum nedenlerden dolayı Almanya da bizim görebileceğimiz kadar yakın bir dönemde X asıllı oyunculardan kurulu bir kadro ile sahaya çıkacak. Podolski, Klose Polonya'ya gol atacak, sevinmeyecek, Mesut Türkiye'ye gol atacak sevinmeyecek, devran böyle dönüp gidecek. Sözün özü olaya Alman Milli Takımı ve Almanya ülkesi açısından baktığımızda Mesut'un yapmış olduğu tercihin onlar adına bizden çok daha önemli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dünya çapında bilinirliği ve takip edilirliği Türkiye'den daha önde bir takımın parçası olacak üstelik burada göreceğinden daha fazla değer görecek. Konu ile ilgili yazılan diğer yazılardaki nedenler (Almanya'da doğmuş, büyümüş, yetişmiş olması, asıl ana dilinin Almanca olması, arkadaş çevresinin büyük çoğunlunun Alman olması vs.) de cabası. 
Konu ile ilgili en güncel ikilemleri Euro 2008'de yaşadık ve çok net hatırlıyoruz. Hakan Yakın ve Eren Derdiyok gibi adına baktığımızda Türk olduğundan hiçbir şüphe duymayacağımız, dış görünüş olarak da bir yerde karşılaşsak çay ısmarlamaktan geri kalmayacağımız isimler başka bir bayrak altında Milli Takımımıza karşı oynadılar, gol bile attılar ama çok küçük bir oranda istisnalar çıkacak olsa da hiç sanmıyorum ki bu isimleri es kaza yolda görsek yuh şerefsiz deyip kafa göz demeden dalalım. En azından onlara verilen tepki Euro 2000'de sadece kırmızı kart gördüğü için savaş suçlusu ilan edilen Alpay'a verilen tepki kadar büyük olmaz. Öyle de karmaşık ve neye ne tepki vereceği belli olmayan bir milletiz ki olayları alt alta yazdığımızda çıkan sonuçları sınıflandırabilme şansımız da yok. İsviçre ile ilgili biraz daha geriye gidersek karşımıza Kubilay Türkyılmaz vakası çıkıyor. Soyadında bile "Türk" sözcüğü geçen Kubilay yıllarca İsviçre Milli Takımı için oynadı. Türkiye'ye transfer olup Galatasaray forması giydiği dönemde de bu konu ile ilgili herhangi bir sıkıntı yaşadığını hatırlamıyorum, kaldı ki onun oynadığı dönemde bu tip olaylar bugün olduğu kadar normal kabul edilmiyordu, bu tip oyuncuların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdı.
Yine aynı dönemden hatırladığımız bir başka isim Mehmet Scholl. Sadece adı Mehmet diye bir kısım medyanın Türk çocuğu ilan ettiği Scholl ile ilgili haberlerin Nihat Kahveci tadında paylaşıldığı günleri hatırlıyorum. Alman Milli Takımının oynadığı maçlarda Scholl oyuna girerken, onun oyuna girişini "Ve evet sayın seyirciler, bir Türk, Mehmet Scholl oyuna giriyor" şeklinde akseden spikerlerimiz vardı. Mehmet Scholl tek kelime Türkçe konuşmuş değildi, bizimle ilgisi alakası yoktu ama Mehmetti ya yeterliydi. Hala başka milli takımlarda oynayan Türk kökenli oyuncular bizler için çok büyük önem arz ediyormuş gibi aktarılıyor olsa da değişen düşünce yapısının bir başka yansıması da bu olaydır. O günlerde Mehmetler Türktü, bugün Mehmetler Brezilyalı, Arjantinli, Ugandalı da olabiliyor. Özellikle Almanya, Avusturya, İsviçre gibi orta Avrupa ülkelerinde bu tip oyuncuların sayısı artıyor ve görülen o ki artmaya devam edecek.

Konu ile ilgili en traji-komik örnek ise Mustafa İzzet. Adaşı Mustafa Denizli tarafından Euro 2000 kadrosuna dahil edilip oynatılan Muzzy'nin Türk Milli Takımı kariyeri umduğundan çok daha kısa sürmüştü. Oysa Muzzy bir Leicester maçı sonrası Türk bayrağını alıp City Ground stadyumunu dolaştığında yer yerinden oynamış, aslen Kıbrıs Türk'ü olan babasının tarafını seçen Muzzy, İngiliz Milli Takımı'nı elinin tersi ile ittiğinden dolayı milli kahraman ilan edilmişti. Bu tercihinden sonra oynanan ilk maç olan Everton karşılaşmasında fanatikler tarafından ıslıklandı ve maçın ardından Everton kulübü sözcüsü özür dilemek zorunda kaldı. Oynadığı dönemde İngiliz Milli Takımı'na çağırılacağı garanti olmamakla birlikte bütün İngiliz basını İngiltere'nin Muzzy'ye ihtiyacı olduğu düşüncesinde birleşiyordu.
Muzzy neden Türk Milli Takımını tercih ettiği sorusunu "Kendimi gerçek bir Türk gibi hissediyorum. Bu nedenle Ay-Yıldız'ı seçtim.' Nitekim, Türk vatandaşlığına geçiş işlemlerine başlanmasını da evimde minik bir parti vererek kutladım" diyerek yanıtlıyordu.
Muzzy'nin Milli Takım kariyeri Euro 2000'de 11 Haziran 2000 tarihinde oynanan ve 2-1 kaybettiğimiz İtalya maçı ile başladı ve turnuva boyunca tüm maçlarda forma giydi. Çeyrek finalde Portekiz'e elenmemizin ardından 2002 Dünya Kupası elemelerine yeni bir teknik direktör ile devam ediyorduk. Şenol Güneş, Muzzy'yi eleme grubunda oynadığımız sadece iki maça davet etti, İsveç ve Azerbaycan maçları. Muzzy, Azerbaycan maçının ardından 20 ay boyunca resmi maç görmedi ama 2002 Dünya Kupası hazırlık maçlarına davet edilmiş olması Dünya Kupası kadrosunda yer alacağının habercisiydi. Kadroya çağırıldı, bu kez turnuvanın tamamında olmasa da bazı maçlarda görev yaptı ve bronz madalyayı takanlardan biri oldu. 2004 yılında Leicester City'den Birmingham'a transfer olan Muzzy, Ersun Yanal'ın göreve gelmesi ile gözden düştü. Yanal döneminde sadece Belarus'la oynanan bir hazırlık maçına davet edildi ve 45 dakika oyunda kaldı. Böylece 11 Haziran 2000 tarihinde başladığı ve bazen unutulduğu ya da tercih edilmediği için uzun aralar vermek zorunda kaldığı Milli Takım kariyeri 18 Ağustos 2004 tarihinde toplam 8 milli maçın ardından sona ermiş oldu. Muzzy'nin içinde uhde kalan olay ise Euro 2004 elemelerinde İngiltere ile oynanan maçların aday kadrolarına çağırılmamış olmasıydı. "Premier Lig'de olmadığım için menejerin gözünden biraz uzağım ve Türkiye her mevkide alternatifi olan kaliteli oyunculardan kurulu bir takım. Bu nedenlerden dolayı çağırılmıyor olabilirim ama İngiltere'ye karşı oynamayı çok istiyorum" diyordu ama sesini duyan olmadı, unutuldu, gitti. 2006 yılında da yaşadığı sakatlığın ardından 31 yaşında futbolu bıraktı. İngiltere yerine Türkiye'yi tercih ettiğinden dolayı pişman olup olmadığını ya da Milli Takım kariyerinin sona ermesinin ardından bir daha Türkiye'de bulunup bulunmadığını bilemiyorum ama görünürde çok önemli bir tercih gibi görünen bu olayın ne Milli Takımımıza hatırı sayılır bir katkısı oldu ne de İngilizler başlarını taşlara vurdu. Sıradanlaştı ve konu kapandı.
Kültür karmaşası yaşamanın ne demek olduğunu ben de dahil, bu yazıyı okuyanların %99'u bilmiyor. Türkiye'de Almancı, Almanya'da yabancı olmak ne demektir sorusuna verebileceğimiz yanıtlar duyduklarımız ile sınırlı. O yüzden Hamit ve Halil Altıntop'un kararları ile Mesut Özil'in kararını kıyaslamak abesle iştigal etmek olur. Vatan, beynimizde milyonlarca dış etken ile oluşan ve dünya üzerinde yaşayan her bir birey için farklı anlamlar ifade eden bir kavram. Hal böyle olunca "Neden X Milli Takımını seçtin?" sorusunun "Neden domates çorbası sevmiyorsun?" sorusundan hiçbir farkı olmadığı ortaya çıkıyor ve büyük çoğunluk olarak doğru olanı yaptığımız üzere verilen her karara saygı duymaktan başka yapabileceğimiz birşey yok.

0 yorum:

Related Posts with Thumbnails