31 Ocak 2010

Barış Manço Moda 81300 İstanbul


11 yıl önce tam bu zamanlardı. Hastanede olduğunu söylüyordu haber kanalları. Durumun ciddiyetini aktarmaya çalışıyorlardı ama anlaşılan o ki onların da pek inanası gelmiyordu. Dünyayı dolaşmış adamdı ya kolay kolay teslim olacak hali yoktu. Hem ondan daha çok dua edilecek kaç kişi vardı ki şu dünyada? Onlar durumun vehametini tam anlamıyla aktarıncaya kadar olan oldu. 1 Şubat 1999 gecesi kaybettik bir dönemin çocukluk kahramanını.
Gerçekten bir yakınımızı kaybetmiş gibi olduk. "Gerçekten"i vurgulamak isterim çünkü sadece TV'den gördüğümüz insanları sevme eşiğimiz çok yüksek değildir. İyi adamdı vesselam der geçeriz ya da en iyi ihtimalle akıl birliğimiz vardır, düşüncelerine katılırız, gerekliliklerine inanırız. Gönül birliğimiz olan insanlar çevremizdedir aslında ama işte her nasıl oluyorsa uzaklarda bir yerlerde en gönülden olan şekliyle "seviyorum bu adamı" diyebileceğimiz birileri olabilir. Olabilirliği gerçeğe dönüştüren özel insanlardır onlar.
Çok fazla uzatmaya da gerek yok sanki. Herkesin bildiği, tanıdığı, lezzetinden sual olunmaz birisini övmek abesle iştigal...
Belki de çok az kişi için söyleyebileceğim kadar gönülden şekliyle mekanın cennet olsun, bize de yer ayır, adam olabildik mi bilemiyorum ama bakarsın şarkı söyleriz beraberce...


La Bamba



Anana babana lamba
Kardeşine muşamba
Ben küçüktüm o zaman böyleydi
Bamba la bamba...
Yariva yariva boptishere boptishere..


Ders Niteliğinde


Geçen hafta oynanan Hacettepe maçından yediğimiz gol pozisyonun başlangıcı, daha doğrusu sonu çünkü burada pası alan Hacettepe'li Mehmet devam edip golü yapıyor.
Gol Euro 96'da Hırvatistan'dan yediğimiz golün bir benzeri. Lisansların çıkmasıyla umutlanan ve artık her maçın kazanılmasını uman bir camia. Ankara'yı İzmit'e çevirmiş bir taraftar topluluğu ve bir çoğu tecrübeli olsa da ilk defa bir arada oynayan bir oyuncu grubu. Tüm bu etkenler bir araya gelince maçı kazanmak için herşeyi yapan takım dakika 84 olduğunda maaile karşı kaleye hücum ediyor. Hal böyle olunca savunmada açık veriliyor ve bir kontra atak golüyle herşey heba oluyor.
Resimdeki 1 numaralı isim Bilal, takımımızı hala tam olarak tanıyamadığımız için 2 numaralı ismi bilmiyorum. Bilal sol bek soldan kaçan oyuncuyu tutuyor olduğu için göbekten gelen adama yöneliyor ama tecrübesizliğinin kurbanı olup bize göre sağdan kaçan adamı görmüyor. Hal böyle olunca hem ofsaytı bozuyor hem de oyuncuya müdahale edemiyor. 2 numaradaki arkaşımız da Mehmet'e yetişemeyince kaderimize razı oluyoruz.

Yediğimiz bu golden de anladığımız üzere en ciddi sorunlarımızdan biri savunmada hatta direk stoper mevkisinde. Muhtemelen bu yüzden bu hafta içinde iki stoper transfer edildi. Biri Strasbourg'dan Kamerunlu N'Djama, bir diğeri İsveç GIF Sundsvall'dan Erkan Sağlık. Erkan 1.87, N'Djama 1.82 boyunda. Pek bilgimiz yok ama CV'lerine bakınca umutlanılabilecek iki transfer olduklarını söyleyebiliriz. Ne menem birşeyse lisansları yine yetişmemiş, o yüzden bugün oynanacak Boluspor maçında yoklar.
Bize de bu maç için bu hatanın tekrarlanmamasını umut etmekten başka birşey kalmıyor.

30 Ocak 2010

Pedro Hacıoğlu


Pedro Munitis ve Murat Hacıoğlu. Hem fiziksel özellikleri, hem mevkileri hem de kariyerleri anlamında birbirine gereksiz derecede çok benzeyen iki isim.
* İkisi de sol açık, ihtiyaç anında cam kırılırsa forvet.
* Munitis de 35, Hacıoğlu da 31 yaşında (zorla güzellik olur).
* Birinin boyu 1.67, bir diğerinin 1.69.
* İkisi de klasik 10 numara değil ama an itibariyle ikisinin de forma numarası 10.
* Yine an itibariyle ikisi de yeşil-siyah forma giyiyor hatta Hacıoğlu artık takım değiştirse bile başka renk forma giymiyor.
* Munitis'in kariyerinde 3 yıl süren ama ilk onbirde düzenli yer bulamadığı için nihayete eren bir Real macerası var. Hacıoğlu'nun ise 2 yıl süren ve aynı nedenden dolayı sona eren bir Fenerbahçe macerası var. İkisi de bu takımlarda kontratları sürerken birer yıllarını farklı bir kulüpte kiralık olarak geçirmiş. Bu takımlarda ikisi de birer şampiyonluk görmüş. Artı olarak Munitis bir Süper Kupa bir de Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu görmüş.
İlki bir şekilde oldu da ikincisini bir Türk futbolcusunun görmesi zaten pek olası değil, Hacıoğlu da görmeyiversin.
* Munitis 21 kez, Hacıoğlu Ümit Milli Takım da dahil olmak üzere 23 kez Milli olmuş.
* Munitis 5, Hacıoğlu 7 takım gezmiş.
* Hacıoğlu orta saha çizgisinden aut çizgisine koşuncaya kadar Munitis kanadın tamamında 4 kere gider gelir.
* Munitis hakkındaki bilgilere ulaşmak Hacıoğlu ile ilgili bilgilere ulaşmaktan daha kolay halbuki ben Türk'üm.

* Hiçbiri olmasa Munitis'i görünce Hacıoğlu, Hacıoğlu'nu görünce Munitis akla geliyor ya da bu posttan sonra muhtemelen gelecek.


28 Ocak 2010

Vega-Uçları Kırık


Bir sen varmışsın ve biri istiyor seni
Karanlıkmışsın onun uçları kırık saçları gibi
Hemen arkandan o yürür
Kanı aktıkça korkusu gözlerinde büyür
Bir sen varmışsın ve biri bekliyor seni
Dağınıkmışsın onun en yakını, yorganı gibi
Her rüyanda gizlice uyur
İstemezsen yalnızlığa uyanmaya mecbur
Dileğini tutmuş sayar, sonsuzdan geri
Yanarken yanakları üşürmüş elleri
Ah dönebilsen, bakabilsen geri
Unutmuştun, hatırlarsın belki ismini
Yağmurlar yağdığında biri geçerken yanından ellerine
Tutunur
Yağmurlar durduğunda biri kaybolur aniden,bilerek unutulur, unutulur...




26 Ocak 2010

6


Hamza'nın transfer olduğu 2007 yılından bu yana Kocaelispor formasıyla eskittiği teknik direktör sayısı.
Fuat Yaman, Kayhan Çubuklu, Engin İpekoğlu, Yılmaz Vural, Erhan Altın ve son kurban Cihat Arslan...yok o daha gitmedi ama gider yakındır.
Serhan Gürkan ve Osman Yaman'ın ardından 3.başkanı Muammer Çelik.
Onun yanına transfer edilen oyuncu sayısını hesap etmeye benim matematiğim yetmez. Gökmen güzel yazmış "Hadi transfer yapalım" diye.
FM'de hile yapmadan zaten mümkün değil de yapsan bile bu kadar oyuncu transfer edemezsin. Sonuçta adamlar mantık çerçevesinde yapmışlar oyunu "Oha lan bu kadar transfer futbol ruhuna aykırı" diye bir mesaj gelir bakakalırsın ekrana.



Kar Gören Masum İzmitli


İzmit'te kar görmeye alışkın değiliz biz, şımarıveriyoruz hemen.
Her türlü atraksiyona girdim bugün ama bu kadar üşümek hayra alamet değil sanırım.
Lisansların çıktığı ilk maçta Hacettepe'ye yenildik bu arada. Ben buna benzer bir film daha izlemiştim ama o film 4-0'lık Hacettepe maçıyla başlıyordu. Başı benzemedi umarım sonu da benzemez.
Bu arada eskiden ne güzel yazarmışım, insanın kaybedebileceği ne çok yeteneği varmış meğer.


24 Ocak 2010

Çook İyi Telozyon


Reklamla ilgisi yok aslında ama aklıma geldi yazayım. İnsanları ne kadar kolay kabulleniyoruz, değişen hallerine ne çabuk alışıyoruz.
Örneğin ben izlemiş olmama rağmen Rıdvan'ın bir zamanlar futbol oynadığını hayal meyal hatırlar oldum. Adam sanki yorumcu doğmuş daha ötesi NTV, NTVSPOR sanki her zaman varmış gibi. Daha da kötüsü adam akıllı izlemiyor olmama rağmen Sergen'in bile yorumcu hallerine alışmışım farkında olmadan. Halbuki daha 2008'de İsmetpaşa'da Eskişehirspor'u Semavi'nin golüyle 1-0 yendiğimiz maçta Hamza, Sergen'e kene gibi yapışıp sinirlerini bozmamış mıydı? Artık son demleriydi ama ben Sergen'in "spor aşkını" o maçta görmek isterdim. Biraz daha geri gidip Unakıtan sponsorluğunda Eskişehirspor'a imza attığı gün gözümüzdeki imajını, naif duruşunu bir düşünün. Daha da geri gitmeyin İstanbulspor'a imza attığı zamanlara falan gidersek işin içinden çıkamayız. İnsanoğlu kuş misaliymiş, inandım.
Reklam 1993 yılından bu arada. Dönemin SABA distribütörü Fenerbahçe'liymiş sanırım. "Çook iyi telozyon" diyen Tony Schumacher sempatik gelirdi o zamanlar.
Bizim de fırtına zamanımız tabii. Sen oraya rastgele bir takımın maçını yaz, satamazsın ama Kocaelispor maçı çok önemli, laf olsun diye değil.



Buz Eğrisi


Dijital bir ekranda -2 yazıyordu. Meteoroloji de -2 olduğunu söylüyor ama bu biraz depremde ölenlerin sayısının azaltılması gibi bir durum sanki. Hissedilen sıcaklık en az -10, -15 derim. Ben derim çünkü adı üstünde "hissedilen" sıcaklık. Sonuçta hissiyat değil mi ben böyle hissediyorum. Meteorolojik terimler ne kadar duygusal olabiliyormuş meğer.
Bir de arzu edilen sıcaklık var ki asla uymaz bize, uyarsa da başka bir kulp buluveririz.
Lisanslar çıkar çıkmaz ilk maç Ankara'ya mı denk gelir? Kulüp yazgısı diye birşeye inanır oldum artık.
Sahaya kutup ayısı falan girmese bari..

21 Ocak 2010

Esaretin Bedeli


En sonunda her nasıl olduysa Büyükşehir Belediyesi'nden gelen 400 bin TL teminat ile lisansları çıkarmayı başardık. İyi niyetli olduklarına inanıyor olsak da Bank Asya için yetersiz kalan gençlerimizin de bayrağı abilerine devretme zamanı geldi.
Yeni abilerden benim şimdilik aklıma gelenler kaleye Fevzi Tuncay, eski oyuncularımız Adem Çalık, Murat Hacıoğlu, Ahmet Dursun, Levent Kartop, onlardan da eski oyuncularımızdan forvet Ercan Ağaçe (Yüksel Sarıyar'ı da alsaydık ya severdim ben onu) ve orta saha Uğur Yasan, savunmaya Atahan Menekşe, ortaya Ali Çamdalı ve Pendik'ten alınan Orhan Alemdar, Sivasspor'dan kiralanan sol açık Tevfik Altındağ ve sol bek Osman Köse, hücumda Emrah Kol,  bilgim dahilinde olmayanlardan Aydın Yıldırım, Bülent Uzun, Uğur Durmuş, sezon başı lisans alınamayan forvet Ali Bayraktar ve yeni Fransızımız Alexandre.
Oldukça kabarık bir liste. Gençlerden de birkaç takviye ile aynı geçen yıl olduğu gibi sıfır kilometre bir takımla ikinci yarıya başlıyoruz. Buca maçını unutmak istiyorum artık, olan oldu, o sayılmaz.
Geçen yıl bir dolu oyuncuyu transfer edip ikinci yarıya girdiğimizde kadronun yeni olmasından kaynaklanan sıkıntılar olabileceğini düşünmüştük ama son 4-5 haftaya kadar korktuğumuz olmadı hatta düşündüğümüzün çok üstünde bir takım çıktı ortaya dolayısıyla takım uyumu yakalandığı zaman kadronun yeni olmasının herhangi bir sakıncası olmayacağını öğrendik. Umudumuz yine aynı şekilde uyumlu bir kadro yakalamamız ve bu yılı en azından yerimizde sayarak tamamlamamız. Açıkçası benim bu yıldan Bank Asya'da kalmak dışında bir beklentim yok ki en gerçekçisinin de bu olduğunu düşünüyorum.
Verilen paralar, çok uzun zamandan beri ödenmeyen borçlar hala canımızı sıkıyor ama olsun artık güzellikleri düşünme zamanı, o kadar da ihtiyacımız var ki. 4-4-2, 3-5-2, sol kanatta Ahmet-Mehmet, forvette Ali-Veli oynasın sohbetlerini çok özledik. Aylardır saçma sapan insanlardan kaynaklanan saçma sapan sorunlarla uğraşıp duruyoruz ama dediğim gibi umuyorum ki buraya kadar, artık futbol konuşma zamanı.
Cihat Arslan'ın Hacettepe karşısına nasıl bir kadro ile çıkacağını sabırsızlıkla bekliyoruz. Uzun süren esaret döneminden kurtulmanın heyecanı eminim onlarda da vardır ve bu gaz bile bir takımı şaha kaldırmaya yeter.
Seyircisiz oynama cezamız bitip uzun zaman sonra takımın İsmetpaşa'ya çıkacağı 14 Şubat tarihindeki Samsunspor maçını ise düşünemiyorum bile. Yine girmenin çile olacağı bir maç bizleri bekliyor ama bu kez o soğukta önü arkası göl olmuş İsmetpaşa'ya girerken çok şükür geri geldik diyeceğiz.

17 Ocak 2010

Ne Oldum'a Dönüş Zamanları-3


Seriye uzunca bir aradan sonra benim için çok anlamlı bir haberle devam edelim. Bu haber, son zamanlarda yine nefret ettiğim bir tanımlama olduğu şekliyle "dillere pelesenk" olan ligimizin kalitesi tartışmasına da benim düşüncemi destekleyecek şekilde katkıda bulunacak.
1990-1993 yılları arasında Milli Takımımızı çalıştıran Sepp Piontek ile futbol tarihimizin en kötü dönemlerinden birini yaşamıştık. San Marino'yu bile ancak iki maçın birinde yenebilen Milli Takımımız hiç de gelecek vaat eden bir görüntü sergilemiyordu. Piontek yönetiminde 27 maç yapmış ve ancak 4 galibiyet alabilmiştik, üstelik bu 4 galibiyetin 3 tanesi özel maçtı.
Halbuki Sepp Piontek göreve getirildiğinde futbol kamuoyu çok umutluydu. Nasıl umutlu olmayacaktı ki? Piontek yönetimindeki Danimarka Milli Takımı 1986 yılında tarihinde ilk kez Dünya Kupasına gitme hakkı elde etmiş, Meksika yolunu tutmuştu. O dönemde temelleri atılan bu Milli Takım -her ne kadar Yugoslavya'nın boşalttığı kontenjanla katılabilmiş olsa da- 1992 Avrupa Şampiyonası'nı kazanma başarısını göstermişti. Demek ki Piontek sağlam bir hocaydı ama evdeki hesap çarşıya uymadı, daha doğrusu ilk etapta uymamış gibi göründü. Görev yaptığı 3 yıl içinde A Milli Takımı rezillikten rezilliğe sürükleyen Sepp Hoca aynı zamanlarda yardımcısı Fatih Terim'le birlikte geleceğin Milli Takımı'nın temellerini atıyordu.
1993 yılında Fransa'da düzenlenen Akdeniz Oyunları'na katılan Ümit Milli Takım ev sahibine bile yenilmiyor, finalde Cezayir'i 2-0 yenip altın madalyaya ulaşıyordu. Başlarındaki isim Fatih Terim'le o dönemde kaynaşan isimler uzun yıllar Türk Futboluna hizmet ettiler. O turnuvada gol atan isimler durumu özetliyor, Hakan Şükür, Arif Erdem, Ergün Penbe ve Sergen Yalçın.
Piontek döneminde temelleri atılan Milli Takım uzun yıllar çok başarılı bir dönem geçirdi. Bu süreci başlatan ilk hareket ise Piontek ve Fatih Terim'in Anadolu'da ciddi bir genç futbolcu araştırması yapmış olmasıydı.
Piontek ile görevini bırakmasından bir süre önce, 22 Ocak 1993 yılında bir röportaj yapıldı ve adet olduğu üzere şampiyonluk favorisi soruldu; "Kocaelispor olsun" dedi Piontek; "Kocaeli'nin şampiyonluğunu arzu ediyorum çünkü onlar kazanırsa Türk futbolu için çok yararlı, çok önemli bir örnek oluşturacaklar. İstanbullu Üç Büyükler'le Trabzonspor'un yıllardır sürdürdüğü hegemonyayı kırmış olacaklar. Böylece öteki Anadolu takımları da Kocaelispor örneğinden cesaret alarak gelecek yıllarda hedef mücadelesi yapacak."

Piontek, bizlerin nicedir söylediği, rekabeti kısır lig balonu bir gün gelir patlar düşüncesini 1993 yılında dile getirmişti amma ve lakin o günden bugüne hiçbirşey değişmedi hatta Trabzonspor bile yarıştan çok uzak bir hal aldı.
Aslında aynı haberden yola çıkarak bir karşı tez üretmek de mümkün. Madem rekabet olmayan bir lig eninde sonunda iflas eder, 1993 yılında yapılan açıklamadan beri hiçbirşey değişmediğine göre nasıl oluyor da hala bu kadar para ediyor?
Bence işin kötü yanı da bu. Evet lig bir şekilde para ediyor çünkü başka ligimiz yok. Dünyanın en berbat ligi bile olsa bu lig bizim ligimiz ve bir şekilde takip etmek, takip ettirilmek durumunda kalıyoruz. Bir nevi mecbur kalanların ligini seyrediyoruz, seve seve seviyoruz ama anlaşılan ligimizin kalitesini yükseltmek, daha rekabetçi daha kaliteli bir lig ortaya çıkarmak gibi bir düşüncemiz yok. Bunun sonucunda da her yıl erken vakitlerin birinde hem kulüp hem Milli Takım bazında Avrupa'dan şamarı yiyip evimize dönüyoruz.
Bu durum beni çok çok üzüyor ama korkarım biz evimizde çok mutluyuz. Sanıyorum olayın tek açıklaması bu.

15 Ocak 2010

Haiti


Port-au-Prince / Haiti'de 7.0 şiddetinde bir deprem olmuş. Ölü sayısı tahmini olarak 50.000, o da şimdilik.
Japonya dışındaki her yerde deprem=ölüm.


Snow


Dışarıda akla dimaha sığmayacak bir soğuk var. Küresel ısınma falan hak getire ya da İzmit bahsedilen kürenin içinde değil bilemiyorum. Yeterince soğuk olmasaydı da, zaten mevsim diye birşey kalmadı ki kardeşim diyerek Greenpeace edebiyatı yapacaktık ya neyse.
Kışın nasıl geçeceği ile ilgili çok geyik döner, duymuşsunuzdur. Aslında geyik döner yazmam bile hala akıllanmadığımın ve ukalalıkta sınır tanımadığımın bir göstergesi.
Her zaman gittiğimiz kafe/pastane karışımı bir yer var. Kasada duran ve muhtemelen oranın sahiplerinden olan da bir abi. Gide gele bize göz aşinalığı kazanmış olacak ki son zamanlarda daha sıcak davranır oldu. İçeri girdiğimizde daha sıcak hoşgeldiniz gençlerrr diyor, uğurlarken de iki laf etmeden bırakmıyor. Sigara hastalığımızdan dolayı dışarıda buz kesmiş halde çaylarımızı içtiğimiz bir günün ardından söz bu soğuk havalara geldi; "İyi kış yapacak bu sene" dedi abimiz. Tabii ben herşeyin bilimseline inanırım ya, pastaneci adam nereden anlayacak, du bakalım ne diyecek modunda; "Hadi yahu, nereden anlaşılıyor abi?" dedim, demez olaydım. Ağaçların bilmem nerelerinin bilmem ne tuttuğundan, ayvalardan falan başladı, ben hala ukala modda; "Allah Allah öyle mi anlaşılıyormuş?" dedim, demez olaydım. "Tabii ki" dedi; "Zaten National Geographic'in konu ile ilgili bir araştırması var. Ben önce dergide okumuştum, sonra belgeselini de izledim. Yağmur ormanlarındaki mikrobiyolojinin de etkilenmesiyle oluşan hede hödö, e tabi sera gazlarının yön değişimleri ve okyanuslardaki akıntılar hede hede...."...
Şimdi niye buraları hede hödö diye geçtin diye sorarsanız, dinleyemedim, o sırada utanıyordum.
Hala ukalayım galiba ama fotoğraf güzel.

Sözünün Eri


Yazmadan oynar, çalmadan da oynar yok yok çalmadan oynamaz...

Alan Yoksa Satanı Seveyim


Vakt-i zamanında konu ile ilgili düşüncelerimi ayrıntılarıyla belirttiğim bir yazı yazmıştım.
O günden bugüne herhangi birşey değişmediği için aynı şekilde düşünmeye devam ediyorum. Yayın ihale ücreti ile TSL Avrupa'nın en pahalı 5.ligi olmuş. Havuz olmayan Serie A'yı geride bıraktık gibi bir izlenim var sanki ama işin aslı pek tabii ki öyle değil. Durum ile ilgili en gerçekçi açıklamayı gidişatı en yakından ve tabii ki en rasyonel yöntemlerle takip edenlerden biri olan Digiturk Genel Müdürü Ertem Özertan yapmış; "Bu ürünün karşılığı şu an bu rakamlar değil. Açıkçası eğer futbol kalitesi artmazsa, tribünlere gelen seyirci sayısının artması için yollar bulunmazsa, Türk futbolu bu sürecin sonunda çöker, bir daha da bu rakamların üzerine hiçbir şirket çıkmaz" demiş. Türk futbolunun halihazırda bir ederi var ama mevcut gidişat ile bu eder daha ne kadar korunabilir? Asıl sorulması gereken soru bu olmalı. Bu yıl biraz daha renkli olmakla birlikte rekabet olmayan, hiçbir konuda hakkaniyetli uygulamalar geliştiremeyen bir lig daha ne kadar ayakta kalabilir? Üstelik Milli Takım bazında da dibe doğru ilerlerken.
TFF'nin attığı zafer çığlıklarının elle tutulur bir yanı yok. Sanki modeli geçmiş bir otomobili kek bir müşteri bulup kakalamışlar gibi bir ifadeleri var ama alıcılar da aptal değil ki telafuz edilen rakamlar da Türkiye gibi ekonomisi balçık kıvamında olan bir ülke için normal değil. İnsanların çoğunun kıt kanaat geçindiği bir ülkede 321 Milyon DOLARlık bir ihaleden söz ediyoruz. İnsanın o para muhtaç insanlara yardım için kullanılsın da varsın futbol da olmasın lig de diyesi geliyor.
Olayı lanet olası kapitalist gözlüklerimizi takıp yorumlarsak ihale sonucunun altyapı ve tecrübe farkından kaynaklandığını söyleyebiliriz. DIGITURK uzun zamandır sahip olduğu oyuncağı pek tabii ki kaybetmek niyetinde değil. Sattıkları decoder sayısını biliyorlar, potansiyel alıcı sayıları belli, gelir belli gider belli. Karşılarındaki TT ise henüz bu yayınları yapacak altyapıyı hazırlamış değil. TT bu yayınları IP TV hizmeti ile müşterilerine ulaştırmayı planlıyor ama diğer yazıda da bahsettiğim üzere bu hizmetin tam anlamıyla yaygınlaşması için biraz daha zamana ihtiyacı var. Kaldı ki bu hizmet yaygınlaşsa bile yüksek ihtimal yine şifreli olacak yayınların ne kadar benimseneceği, kaç kişiye satılacağı hatta hizmet fiyatı bile değil. Dolayısıyla pazarlama stratejisini tam anlamıyla oturtmamış bir şirket için çıktıkları 320 Milyon Dolar fiyatı bile çok büyük bir kumar anlamına geliyor.
Tüm bunları göz önüne alırsak 4 yıl sonra IP TV hizmetinin altyapısını tamamlamış ve yaygınlaştırmayı başarmış bir TT'un ihaleye çok daha iddialı gireceğini söyleyebiliriz. Lig sponsorluğunun devam etmesi halinde TURKCELL Süper Lig'i TT'un yayınlayacak olması da ayrı bir tuhaflık olur. Kapital düzenin çöktüğü noktalar da var işte, ister istemez rakibinin reklamını yapmak zorunda kalırsın.
Bir sonraki ihale kuvvetle muhtemel daha çekişmeli olacak olsa da futbolumuz hala daha o kadar para eder mi? Bu ivmesiz-ya da eksi yönde ivmeli- gidişat hala daha uçuk rakamlara pazarlanabilir mi? Onu da zaman gösterecek ama açıkçası benim hiç umudum yok.
Bizim duruşumuz bellidir. Ekonomiye can verin reklamlarındaki gibi Anadolu Futbolu kazanırsa Türk Futbolu kazanır. Yoksa  yine aynı adaletsizlik sürer, yine aynı kollama düzeni sürer, yine aynı "Muhteşem Üçlü ve Diğerleri" tiyatrosu devam ederse bu gemi batar.
Gemi batınca da kaptan da aynı yere, tayfa da, fareler de...

13 Ocak 2010

Can Havli


Zaman zaman hepiniz biraz alıyorsunuz benden
Ne vakit hanginizi hatırlayacağımı şaşırsam,
Düşüyor gözkapaklarım
Tesadüfen rastlıyorum sağda solda size
Ya sokakta ya da bazı bazı zihnimde…
Öldüğünüzü anlıyorum gözünüzden
Yapıp ettiklerinize rağmen,
Kan vermek istiyorum sizlere
Neden istememeyim yaşamanızı?

Yüzünüzden anlıyorum,
Yorulmuşsunuz,
Benim de böyle vicdanım olsa,
Benim de okunurdu gözümün haresinden yorgunluk.
Parça parça, kırık kırık geliyor bana gördüğüm fotoğraflar,
Aramızda ve geçmişimizde anı diye bir şeyin söz konusu olmayacağını fark etmek..

Yine de insanları kusurlarıyla sevmekte hatam varsa, benimdir diyorum..
Kusurlarını susmakta hatam varsa, benimdir diyorum.
Doğru anlatmadıysam kendimi; “benim”dir diyorum.
Herhalde…

İstediklerime bilerek eğildim
Yere kadar eğilirim kabul ettiklerime.
Dev aynaları kurdum kendi içime; ama kendim için değil,
Kendilerini aynada görenlerin bazıları üstüme bastı
Sonra da sanki yanlışlıkla olmuş ifadesiyle
Acemi yalanlar fısıldadı.

Can havliye kalkıp gittim.

“Yeter” ki sevmeyeyim,

Yere kadar eğilirim.

Ama işte, şeffaf da kırılır,
Kendini tanıyan da.
Yalanı bilen de,
Resti gören de…

Aslı

Angola'dan Futbol


Maçları yarım yamalak da olsa izliyoruz ama değinemedik bir türlü. Afrika Uluslar Kupası Togo Sendromunu kısmen de olsa atlatmış bir şekilde devam ediyor.
İlk gün oynanan ve ancak amatör ya da genç takımlar seviyesinde normal kabul edilebilecek 4-4lük Angola-Mali maçının ardından ikinci kayda değer skor Malavi'den geldi. Bu tip turnuvaların gediklilerinden Cezayir'i 3-0 skoru ile geçip tarihlerindeki en büyük başarıya imza attılar. Hem bugüne kadar "yapamadıkları" hem de oyun karakterlerine bakınca Malavi için Afrika'nın Moldova'sı ya da Arnavutluk'u diyebiliriz. Hani puan durumuna her baktığınızda rezalet bir görüntü verirler de ne zaman maç yapacak olsanız başınıza bela olurlar ya, Malavi de aynen öyle bir takım. 2010 Dünya Kupası eleme gruplarında da kepaze bir performans göstermişler. Hazırlık maçlarında Mısır ve Gana ile berabere kalmış olmaları birer sinyal olabilir ama yine de oyun anlamında kat etmeleri gereken çok yol var. Cezayir bu kadar berbat olmasaydı ve kalede ikinci kaleci Fawzi Chaouchi olmasaydı maç muhtemelen 0-0 biterdi. Kendimle çelişerek yine de akıllı oynadılar diyebilirim.
Bu arada Malavi'de evlilik hazırlıkları yapan bir gay çift yakalanmış ve mahkemeye çıkarılmışlar. Malawi kanunlarına göre homoseksüel olmak 14 yıl ile cezalandırılıyormuş. Araştırırken böyle tuhaf şeyler de çıkabiliyor. Evet saçma ama olsun en azından hocaları çıkıp gereksiz bir takımımızda eşcinsel oyuncular var açıklaması yapmayacaktır, malum hepsinin başı yanar.
Malavi'de 10 numaralı Joseph Kamwendo'yu beğendiğimi söyleyebilirim. 1986 doğumlu, Güney Afrika'da Orlando Pirates forması giyermiş. 2006'da kısa süren bir FC Nordsjaelland macerası olmuş. Danimarka soğuk gelince Afrika'ya geri dönmüş ama orada tutunamamış olması kötü bir oyuncuolduğu anlamına gelmez, bir maç iyi oynaması da iyi bir oyuncu olduğu anlamına gelmez pek tabii.
Togo turnuvadan çekildiği için Gana'nın bay geçtiği B grubunda Fildişi Sahili-Burkina Faso maçı 0-0 bitti. İzlediğim bölümde Fildişi Sahili çok daha etkiliydi ama Okay Karacan deyimiyle Drogba ve arkadaşları gol atmayı beceremediler.

C grubu maçları da dün oynandı. Yine bir bölümünü izleyebildiğim maçta Mısır Nijerya'yı 3-1 yendi. Mısır'ın 2.golü çoktan unutmuş olsa da Körfez kokusu taşıyan adam Ahmed Hassan'dan geldi. Balık esanslı bir goldü açıkçası. Bildiğiniz üzere Mısır özellikle Afrika'da yapılan turnuvalarda çok başarılı. Bu başarılarını bu turnuvada da tekrarlayacak gibi görünüyorlar. Maç 1-1 iken ve sonra 2-1 iken gol pozisyonlarını değerlendiremeyen Nijerya bir anlamda kendi kaderini kendisi çizdi ve maçın sonlarına doğru yedikleri kontra-atak golü ile kaderlerine razı oldular. Dünya Kupasına katılma hakkı kazanan Nijerya'nın katılamayan Mısır'a yenilmiş olması da ayrı bir ironi.
Mısır ile ilgili başka bir anektod da turnuvaya katılmaya güç bela karar vermiş olmaları. 2010 Dünya Kupası elemelerinde Cezayir ile Mısır aynı grupta yer almıştı. Hem puan hem averajları eşit olduğu için tarafsız saha olarak seçilen Sudan'da bir maç daha yaptılar ve Cezayir Mısır'ı 1-0 yenerek Dünya Kupası'na katılma hakkı elde etti. Maçtan sonra çıkan olaylarda Cezayir'li taraftarlar maçı kazandıkları yetmiyormuş gibi bir de Mısır'lı taraftarları dövdüler. Mısır'lılar ise Cezayir Milli Takımı'nın otobüsünü taşladılar. Araya Kaddafi'nin girip arabuluculuk üstlenmesine kadar varan olaylardan dolayı iki ülke arasında ciddi bir husumet var ve bu olayda haklarının yendiğini, Cezayir'e hak ettiği cezanın verilmediğini düşünen Mısır'lılar bir ara mızıkçılık yapmayı ciddi ciddi düşündüler ama sonunda turnuvaya katılma kararı aldılar.
Grubun diğer maçında ise Mozambik ile Benin 2-2 berabere kaldılar. İzlemedim, bilmiyorum hatta Benin deyince aklıma sadece 2002 Dünya Kupası'nda bizim bir maçımıza atanan hakem geliyor o kadar. Dolayısıyla ne desem yalan olur.
Turnuvaya bugün D grubu maçları ile devam edilecek. 18:00'de Kamerun-Gabon, 20:30'da Zambiya-Tunus maçları var ve Eurosport'tan yayınlanıyor.
Maç izleme fırsatımız olursa umarım kaldığımız yerden devam ederiz.
Top Cambazı Haber / Luanda

12 Ocak 2010

Arjantin-Şili-Dakar


Ben sadece Paris-Dakar rallisi var sanıyordum, bir de bu varmış. Ekipler Buenos Aires'ten başlayıp Şili üzerinden (Konya üzerinden der gibi oldu) Dakar'a varma gayretindeler. 14 etap var ve toplam 9.000 km sürüyor. Gittikleri yol yol olsa isterse 50.000 km olsun, fark etmez ama sadece bu fotoğraf bile bu ekiplerdeki insanların normal olmadığını göstermeye yetiyor.
Fransız ekipteki Stephane Peterhansel ve Jean-Paul Cottret adlı şahsiyetler BMW'leri ile Şili'de bir çölden geçiyorlar. Kendilerini bu açıdan görseler muhtemelen kelime-i şehadet getirip müslüman olurlar ama içeride klimalı ortamda oldukları için keyifleri yerinde sanırım.
Derdiniz ne arkadaşım?

Joker


Kilit adam sensin Tefo.
Bayılırım böyle kenardan kenardan gelip ön plana çıkan adamlara. Lost'un Desmond'ı, Ezel'in Tefo'su. Üstüne tanımam.

Dağ Fare Doğurdu


"Bir Tuğla da Sen Koy" kampanyasından bahsetmiştik. Amaç şehirde bir sinerji ortaya çıkarıp Robin Hood misali zenginlerin cebindeki paraları an itibariyle fakir durumda olan Kocaelispor'a aktarmaktı. Plana göre stadın etrafı tuğlalarla örülecek ve tuğla alanların isimleri üzerlerine yazılacak. Bir tuğla 50 TL değerinde ve Japon Kale'de belirtildiği üzere aynı organizasyon vakt-i zamanında Celtic tarafından yapılmış.
Celtic'in organizasyonu bizim gibi günü kurtarmak adına yapılmamış, hala devam ediyor. Şu anda 343 tane stadyum dış duvarı (40 pound), 814 tane stadyum içindeki kuzey tribünü bölümü (o da 40 pound) ve 663 tane sahaya çıkış tünelinde (buradakileri sadece futbolcular ve hakemler görebilecek, bence pahalı olması anlamsız ama 120 pound) alınabilecek tuğla var. Onların satış mantığı bizden biraz daha farklı tabii. Gelin çorbada tuzunuz bulunsun tadında değil, eşinize dostunuza farklı bir hediye verin tarzında pazarlamaya çalışıyorlar ki görüldüğü üzere koca stadyumu düşündüğümüzde tuğla falan da kalmamış.
Tekrar bize dönersek bu organizasyon ile hatırı sayılır bir yardım toplanacağı öngörülüyordu ve bu (daha doğrusu dün) gece yapılan yardım gecesi ile şehrin dikkati konuya odaklanmaya çalışıldı. TV 41 ve Kocaeli TV'nin canlı yayınladığı gecede yaklaşık 800 bin TL tutarında yardım yapılacağı "sözü" verildi. Eğitim Gönüllüleri Vakfı yararına yapılan yardım programlarını hatırlarsanız aynı onlara benzer bir uygulama ile insanlar telefonla seçilmiş kişileri arayıp yardım sözü verdiler. Bizim gece daha çok bilmemne lahmacun, hede hödö börekçilik, zıkkım cafe tarzında kurumların 50 TL karşılığında reklamlarını yaptıkları acayip birşey oldu ama açıkçası bunlara çok fazla takılmak istemiyorum, zaten çok profesyonel bir organizasyon olacağı yönünde bir beklentim de yoktu. Söz veren herkes sözünü tutsun, gece amacına hizmet etsin yeter.
Lisansların çıkması için gerekli olan miktar 4,5 Milyon TL. Yani toplanacağı taahhüt edilen para hala yeterli değil ve ne yazık ki bu takım hala şehirdeki büyük maddi güçler olan fabrikalara, başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere belediyelere ve İzmit sayesinde zengin olmuş iş adamlarına muhtaç ama geceden anladığımız kadarıyla bu saydıklarımızın hiçbirinin Kocaelispor'a yardımda bulunmak gibi bir endişesi yok. Adı Kocaelispor ile özdeşleşmiş büyük(!) başkan Sefa Sirmen'in bile 5000 TL yardım yaptığı bir ortamda bu durum normal de karşılanabilir aslında.
Anlaşılan yine Büyükşehir Belediyesi'nin ocağına düştük. Başkan İbrahim Karaosmanoğlu ile Kocaelispor arasında Serhan Gürkan'ın başkan olduğu dönemde başlayan husumet bu günlere gelmemizin en önemli nedenlerinden birisi. Süper Lig'e çıktığımız Altay maçından sonra yapılan kutlamalarda kupayı kimselerin eline vermeyen, şehire dönüldüğünde otobüsün tepesinden inmeyen Karaosmanoğlu bir süre sonra Kocaelispor'u dipsiz bir kuyu olarak tanımlamış ve yardımı kesmişti. O günden beri de ortada gizli bir Karaosmanoğlu mu büyük Kocaelispor mu? tartışması var. Yerel seçimlerden önce Kocaelispor'a sırtını döneceğini açık bir şekilde ifade ettiği halde yeniden seçilen Karaosmanoğlu'nun üzerinde bu nedenden dolayı hiçbir sosyal baskı yok.
13 Ocak çarşamba günü düzenlenecek yürüyüşle bu baskı bir nebze olsun hissettirilmeye çalışılacak. Umarım başarılı olur ve İK'nun fikirleri değişir.
Hiç sevmediğim bir durum ama köprüyü geçene kadar bazen kör bazen sağır taklidi yapmak boynumuzun borcu gibi görülüyor, maalesef, maalesef, maalesef...
 

08 Ocak 2010

Zzzzz...


Herşey pazar günü başladı. Pazar 16:00 sıralarında başlayan arızayı giderip evimize döndüğümüzde pazartesi sabah 8:00'di. Bütün gece kar yağışı altında çalışılan bir gecenin ardından akşam 22:00'ye kadar uyuyarak geçen pazartesi sonrası salı ve çarşamba yine iş. Bunun akabinde çarşamba 16:30 sıralarında çıkan arızayı giderip eve döndüğümüzde ise perşembe öğlen 12:30'du. Yine uyuyarak geçen bir perşembe ve 22:00'de uyanıp salak bir halde sağa sola bakan ben. Şu an saat 02:30. Yarın sabah 8:30'da yine iş var ve uyku düzeninin kelime anlamını bile unuttum. Bloga birşeyler yazmak istiyorum ama beynim bağımsızlığını ilan etti, bu ne biçim hayat tarzından başka birşey düşünemiyor. Sınavları yüzünden düzeni bozulan öğrenci kardeşlerime selam olsun, bu güzel günlerin tadını çıkarın derim.
Gecenin bir yarısı ya da sabahın bir körü İzmit-İstanbul otoyolu kenarında birşeyler yapma gayretinde olan bir ekip görürseniz bilin ki ben oradayım. Ekiptekilerin dışında kamyoncuların bıraktıkları fahişeler ve nadiren görünen başıboş köpekler ile nöbet tutuyoruz. Yok başka birşey yapmıyoruz.
Ve ben artık uyumayı lütuf sayıyorum...

Related Posts with Thumbnails