24 Haziran 2012

Gece Vakti Empatiyorum

Uzaylıların varlığı kim bilir nicedir tartışılır. Kimi "olmaz öyle şey" der, kimi benim gibi "ben görmedim ama ola da bilir" der, kimisi de öyle büyük bir tutkuyla bağlıdır ki bu konuya "kesin olarak var" der.
Hemen yarın bir uzay gemisi inse Dünyaya, beklediğimiz gibi ya da değil, önemi yok, uzaylılar dediğimiz güruh da beklediğimiz gibi ya da değil önemi yok, "olmaz öyle şey" diyenler "Allahım cennetine kavuştur", benim gibiler "olabilir demiştik ama yani bu nasıl üçgen mi oluyo şimdi sizin kafa hafız?", olaya tutkuyla bağlı, hayatını buna adamış adamlar ise "Çok şükür yahu, nerede kaldınız köftehorlar?!" der.
Bütün bu şike, hile, hurda davaları ile ilgili biz Anadolu takımı taraftarları üçüncü sınıfta yer alıyoruz. Ben kendimi bildim bileli 3 İstanbul takımının her türlü hileye başvurmuş olduğunu düşünüyorum ki bunu düşünmek için de malumunuz çok zeki olmaya, çok iyi futbol bilmeye falan gerek yok. Yıllardır futbol anlamında ezildiğimi, hor görüldüğümü, yok sayıldığımı hissettiğim bir ortamda farklı birşey düşünmem zaten beklenemezdi.
Ama Anadolu takımlarının taraftarları için daha beter durumlar da var mutlaka. Kahraman bakkal, süper markete karşı geyiği gibi sanki. Marketlerin satışı azalır, en fazla karı düşer, en olmadı kapatıp başka yerde açarlar, kazanmaya devam ederler. Bakkal öyle midir peki? Veresiye defterini bir ay tahsil edemese kendi yazdırdığı veresiyeler patlar elinde. Daha beteri bu ikinci aya sarktığında tabela sallanmaya başlamıştır bile ve kaçınılmaz son olarak iflas bayrağı çekiliverir, sessiz sedasız. Mahalleli en fazla bir kaç yüz metre daha yürümek zorunda kalır o kadar.
Başarıyla paralel olmayan şekilde takım tutmanın en zor yanı aslında hiç de bu bahsettiklerim değil. En zor yanı yeri geldiğinde tutunacak bir dalın kalmamış olması. Hayat sağlı sollu ataklarla bunaltırken hiç değilse bir yerden gülüyoruz demek ister insan bazen ama bir de bakar ki umudu olacak o kapının arkası bomboş.
Birden fazla acıyı aynı bünyede eritmek mümkündür ama günümüzde hiçbirimizin buna tahammülü yok. Sadece bir kuşak öncesi askerden gelenin, iş bulanın, evlenenin, çocuğu olanın mutlu olduğu bir topluluk iken bugün.....evet askerden gelmek yine bir mutluluk nedeni çünkü o konuyu 3 kuşaktır çözebilmiş değiliz, iş bulmak;mutluluk nedeni olmaktan çok uzak sadece mutsuzluğun şeklini değiştiriyor o kadar, evlenmek;artık layığını yapmak hem maddi hem sosyal olarak çok zor velev ki yaptın, işten kaynaklanan mutsuzluk daha dominant, kanser gibi, eninde sonunda evliliğini de etkileyecek, çocuk;dünyaya gelen büyür mantığı özensiz bir ebeveyn damgası yemek için yeterli. En güzel eğitimi verip, en güzel okula gitmesini sağlayıp, en güzel işi buldurup, eh olmuşken bir ev bir araba sağlanabilse iyi olur...evet sonu yok. Sonuç olarak ne kendinize yaranabilirsiniz ne de çocuğunuza çünkü devir kişisel yükselme devri, birşeyle yetinmek güçsüzlük, acizlik göstergesi, hep daha fazlası gerek. Nereye kadar? Kim bilir?
Sonuçta aksini söyleyenin sadece kendisini kandırmış olacağı bir şekilde mutsuzluğa programlanmış yarı-robotlar haline gelmeyi başarmış durumdayız. Hiç bir konuda tatmin olamadığımızdan, aklımız hep başkalarının maddi-manevi başarıları/başarısızlıkları üzerindeyken çok limitli bir şekilde aktif olabildiğimiz bir konuda tatmin arıyoruz.
Yakın zamanda kendimle ilgili övünebileceğim tek konu Galatasaray'ı 5-2 yenmiş olmamız. Bu kadar golden birini ben atmış olmalıyım, çok gol olduğu için de unutmuş olmalıyım ama maalesef pasif övünücüyüm, sadece TV'den izlediğim bir maç hala hatırladığımda kendimi iyi hissetmemi sağlayabiliyor. Halbuki askerden döndüğümde bu kadar mutlu değildim, son işime girdiğimde tribünlere koştuğumu hatırlamıyorum, evlendiğim gün Inzaghi gibi delirsem kayın babam bir "ne yaptık biz?!" bakışı atabilir, Balotelli gibi de durulmaz, hanım bozulur.
Sonuçta çoğumuzun hayatı türlü sürprizler, türlü güzellikler barındıran beyaz Türk hayatlarından değil. Aslında hiç de lüzumu olmayan şeyleri ihtiyacımız hatta zaruret kabul edip ulaşamadığımızda üzüntülere gark oluyoruz. Murat Menteş "Atomu elimle parçalayamam, Allah büyüktür elbet bir kapı açar" diyor, açıyor ama ya görmüyor ya da karşımıza çıkanı beğenmiyoruz çünkü programımız bir yerine iki istiyor, yetinmemeye mahkumuz.
Hal böyle olunca ahval ve şeraitin hakim olduğu hayatımızda kendi başımıza ulaşmamızı mümkün görmediğimiz sevinçleri aslında en pasif olduğumuz yerlerde hatta çok uzaklarda arıyoruz. Galatasaray'ın şampiyonluğunun İskenderun'da deliler gibi kutlanmasının nedeni bu. Biz yapamıyoruz, yapılmışı var, konuveriyoruz üstüne, kimse de sen gelme demiyor. Belki de büyük alim Mevlana bugünleri gördü de söyledi "Kim olursan ol, gel" diye.
İstanbul dışındaki İstanbul takımı taraftarlarına eskisi kadar tepkili değilim artık. Hayat bazen o kadar zor bir hal alıyor ki tutunacak en küçük dal bedava terapi haline geliyor. Muhtemelen yaş almanın etkileri, adım gibi eminim kimsenin hayatı benimkinden daha kolay değil. Empati denen şeyi yaşla birlikte hediye ediyorlarmış meğer.
Hatta diyeceğim o ki azınlığın zaferi azlığından mütevellit çok daha anlamlı çok daha unutulmaz olsa da fazla takılmamak lazım. Ben yandım siz yanmayın. Başarıya en yakın olanın yanında olun, hiç değilse bir konuda başarmış gibi hissedin, mutlu olun yahu insan daha ne ister?

Related Posts with Thumbnails