26 Kasım 2008

Allah Kurtarsın

Gittiği her yerden "Bu adamla olmayacak bu iş" denilerek kovulan bir hoca Engin İpekoğlu. Bursaspor, Karşıyaka, Kocaelispor, hepsi de büyük umutlarla başlayıp büyük hüsranlarla sona ermişti. Bu kez kurtaracağı takım Sakaryaspor. Hem de Sakarya tarihinin en kötü günlerini yaşarken yapılan bu tercih başlarına ne işler açacak izleyip göreceğiz. Onun son kurbanları olarak bizler için şaka gibi bir gelişme. İpekoğlu'nun kendisini futbol dünyasına kazandıran takımdaki psikolojisi ya da yönetici ve futbolcularla uyumu farklı olabilir. Bu farklılığı iyi kullanırsa da kaza yapıp piste dönen F1 araçları gibi yarışa yeniden dahil olur. Burada da çuvallarsa bir kez daha Bank Asya 1.Lig ayarında takım çalıştırması büyük sürpriz olur benim için ama bu kısır piyasada aldığı her takımı düşürse bile aç kalmayabilir de ona da şaşırmam. Yeni Fight Club üyemiz Engin İpekoğlu. Erdoğan Arıca, Yılmaz Vural, Hikmet Karaman, Güvenç Kurtar, Samet Aybaba gardlarını aldılar bekliyorlar.

24 Kasım 2008

Elde Var Altı (6)


Oldum olası futboldaki düşmanlık ve kardeşlik mevzularına akıl erdirememişimdir ama her kim ki her kime kardeşim diye hitap ediyor ve tribünde iki takım taraftarları birlikte maç izleyebiliyorsa her ikisinin de başımın üstünde yeri vardır. 1999 depreminde tribün liderlerinin arasındaki yardımlaşma ile başlayan Antalya-Kocaeli kardeşliği de bunlardan biri. Kişisel olarak benim için herhangi bir anlam ifade etmiyor olsa da bu tip hareketlerin çoğalması her takım için en büyük dileğim.
Maçın gidişatı ve skoru da bu birlikteliği destekler nitelikteydi. Antalyaspor'un Sivasspor maçındaki muhteşem oyunu ve uçan tekmeci  Mehmet "Bruce Scifo" Özdilek'in "Bundan sonra burdan çıkış yok ulan" açıklaması ile henüz güvenimizi tam olarak kazanamayan takımımız birleşince yine bize hüsran yine bize hasret var nakaratı bu haftaki favorimiz olacak gibi görünüyordu ama korkulan olmadı aksine üst üste geliştirilen ataklar, Muhammet desteği ile kendine gelen savunma hatta direkten dönen bir top ile skoru ne olursa olsun içimize sinen bir maç atlatmış olduk. Bunların yanı sıra Berkay'ın 80.dakikada da olsa oyuna girmiş olması, geçtiğimiz yıldan beri şans verilsin diye bir taraflarımızı yırttığımız Umut Kekilli'nin iyi-kötü rotasyona girmiş olması, Bülent Bölükbaşı'nın yedek kalmış olması gibi olumlu yanlar da geleceğe daha umutlu bakmamızı sağladı.
Geçtiğimiz haftaya kadar takımın kondisyonu eksik nidaları ile futbolcuları oksijen manyağı yapan Yılmaz Vural'ın sonunda bu inadından vazgeçip, koşmayın topu koşturun, adamların da peşinden koşmayın, alan paylaşın mantığına yatay geçiş yapmış olması nefesin 90 dakikaya yayılmasını sağladı ve yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladı. Malum oksijen denilen gazımızın ilk evvela beyine gitmesi gerekiyor, beyine gitmedikten sonra ciğerlere gidenin de bir anlamı olmuyor.
Haftaya rakip Konya, tam dişimize göre hem de maç PAZAR günü. 3 hafta sonra tekrar Körfez'i izleyebilecek olmak da çok güzel bir duygu.

23 Kasım 2008

Vanessa Carlton - Hands On Me


I first saw you at the video exchange
I know my heart and it will never change
This temp work would be alright if you'd call me
You'd call me
I lie awake at night for you
And I pray

We'd cross the deepest oceans
Cargo across the sea
And if you don't believe me
Just put your hands on me
And all the constellations
Shine down for us to see
And if you don't believe me
Just put your hands on me

The subway radiates with heat
We've barely met and still I cross the street to your door

We'd cross the deepest oceans
Cargo across the sea
And if you don't believe me
Just put your hands on me
And all the constellations
Shine down for us to see
And if you don't believe me
Just put your hands on me

Someday when our stories are told
They'll tell of a love like this
When our descendents are all growing old
1,000 years they'll be singing

We'll climb Tibetan mountains
Where we can barely breathe
I'll see the Dali Lama
I'll feel him blessing me
And all the constellations
Shine down for us to see
And if you don't believe me
Just put your hands on me
Your hands on me...

Vanessa Carlton-Hands On Me

19 Kasım 2008

Tutamıyorum Zamanı


Hayatımın en yoğun günlerini yaşıyorum. Doğduğum ve büyüdüğüm yer olsa da 10 sene sonra geri dönüp alışmaya çalıştığım yeni bir şehir, yeni bir iş, yeni işin işe uyum eğitimleri, haftanın 6 günü yoğun bir tempo, 1 aydır nihayete erdiremediğim kalacak yer çalışmaları, yorgunluk, stres, endişe derken rafting tadına gelen bir hayat.
Bu tempodan, aslında çok fazla kişisele bağlamak istemiyor olsam da nasibini alan bir blogdur okuduğunuz. Aceto'ya 2 ay önce mesaj gönderip bekleyen, blog patlamasıyla blogrollda yer almayı ancak başaran ama oradan gelen trafiğe güzel paylaşımlar sunamıyor olmanın üzüntüsünü yaşayan bir kişi olarak blogun sahipsiz olmadığını belirtmek istedim.
Bu arada sonunda ilk galibiyetimizi almayı başardık, maça gidemediğim gibi golleri ancak dün görebildim. Çıkardığım tek sonuç sanırım uğursuz gelen benmişim, birkaç maç daha gitmemeyi deneyeceğim, bakalım tutacak mı?
 

10 Kasım 2008

Ege Görgün: Körfez, Çarşı ve başka futbol manzaraları…

Körfezli blogcuların idolü Ege Görgün abimizin berezilya.com da yayınlanan maç yazısı. Benim takatim kalmadı, bazı şeylere artık tepki vermez oldum ama tepki verenleri okumak çok keyifli...

Çarşı genel imaj çalışmaları kapsamında Hüseyin Üzmez’i de hatırladı
Cuma akşamı. Hazır başlamışken kendi içlerindeki sosyal yaralara da
pansuman yapsalar ya…

Beşiktaşlı arkadaşlarım sağolsun, Turgut’da demlenmek, Beşiktaş’tan
İnönü’ye kadar yürümek dahil Çarşı’nın bütün ritüellerini tecrübe
etmemi sağladıktan sonra stadın görüş açısından harika olsa da hayli
rüzgar altı bir noktasında maçı izlemeye koyulduk.

Kocaelispor hafta için de tamamen dibi bulduğu için (büyük umut
bağlanan üç Sırp tası tarağı toplayıp Kocaeli’yi terk ettiler; herkesin
birbirini suçladığı karmaşık bir ortam hakim camiaya) Beşiktaş’ın
tarihi bir farka yürümesi çok uzak bir ihtimal görünmüyordu. Ama diğer
yandan dibi bulmuş bir takımın can havliyle beklenmedik başarılar elde
edebileceği ihtimali de vardı. Düşünmek istemediğim daha da kötü
ihtimal ise, Kocaelispor’un dibi daha bulmadığıydı. Mesela kaleci
Serdar’ın, Serhat’ın da verilen sözler yerine getirilmeyince
gitmeyeceğinin garantisi yok.

Maçın 18. Dakikasında 2-0 öne geçmiştik ama oynanan futbola bakınca
çok reel bir sonuç gibi, ya da maç böyle bitebilecekmiş gibi
gözükmüyordu açıkçası. Her iki takımın mücadele isteği yerindeydi ama
her iki takımda gol ya da güzel futbol için gereken klas hareketleri
yapabilecek ayaklardan yoksundular. Aslında bu cümleyi sarf ederken bir
ismi ayrı tutmak gerekiyor. Kocaelispor’un ortasahasında oynayan Semavi
oyunuyla, hırsıyla ve attığı golle bir yıldız gibi parlıyordu sahada.
Bakalım Kocaelispor geleceğin bu milli takım oyuncusunu elinde ne kadar
tutabilecek.

Yeni transferleri ekarte edip orta sahanın sağına konuşlanan İzmitli
genç futbolcumuz Hamza da iyi niyetle görevini yerine getirmeye
çalıştı. İlk golün harika pası ona aitti. Artık Berkay, Serkan, Mehmet
Öztonga gibi diğer genç oyuncuları takıma monte etme zamanı geldi
herhalde.

Maçı konuşmanın fazlaca bir anlamı yok. Gücü yettiğince mücadele
etti Kocaelispor. Beşiktaş kendine fazla güveniyordu ve yeşil siyahlı
takımın gol şansı yerindeydi, Taner’in de oyun karakterine uygun toplar
almasıyla kolayca 2-0 öne geçti ama ardından gelen baskıyı
kaldırabilecek kalitesi ve konsantrasyonu yoktu takımın. Daha önce de
söyledim Kemal böyle etkisiz oynadıktan sonra, forvette Serdar
Topraktepe’ye bel bağlandıktan sonra, Yılmaz Vural oyuna müdahale etmek
için 80 dakika bekledikten sonra zaten farklı bir skor düşünülemezdi.
Bundan daha iyi skor 4-2 olurdu, ya da biz gol atmasaydık 2-0.

Kocaelispor’un bu duruma düşmesinin sorumlusu arıyor taraftar.
Tamamına yakını yönetimi suçluyor ama bence yönetim düşünüldüğü kadar
kabahatli değil. Transferlerin bu kadar etkisiz çıkması gerçekten büyük
talihsizlik. Ama yönetimin en büyük hatayı teknik direktör seçiminde
yaptığını söylemek lazım. Görünen o ki Engin İpekoğlu sezon öncesi bu
takımı hiç hazırlayamamış. Hangi futbolcudan verim alıp alamayacağını
hiç analiz edememiş. Yönetimi erkenden uyarıp şu oyuncu, bu oyuncu bize
yaramaz raporu verememiş. Bel bağladığı oyuncuları ya da iyi bir
potansiyele sahip oyuncularının sezona hazır edememiş. Semavi gibi bir
topçun varsa ve sen ondan yararlanmıyorsan hata bir tek senindir.
Kemal’in takatsizliğini gözlemleyip erken müdahalede bulunmuyorsan
hata, hoca olarak senindir. Yok bunları yaptın ama yönetimi
aşamadıysan, orada kalıp maaş almaya devam ettiğin için hata yine
senindir.

Biz daha büyük bir maçtan, aslında baştan kaybedilmiş bir maçtan söz etmek istiyorum.
Beşiktaş’ın kara tarafındaki kale arkasında gördüğüm bir pankart bu
kaybedilmişliği öyle güzel sergiliyordu ki. İZMİTLİ KARTALLAR yazıyordu
o pankartta. Hem İzmitlisin, hem Kartalsın öyle mi? Kendi şehrinin
takımına karşı başkasını destekliyorsun öyle mi?

Yanımda geçen sezon Chelsea maçlarını sezon boyunca tribünde seyreden Premier Lig’i çok iyi bilen bir arkadaşımız var. Ona soruyorum: “Sen böyle bir şey gördün mü hiç oralarda?” diye.
“Liverpoollu Chelsealiler” falan mı, diyor gülerek. “Yok, hiç görmedim.”
Ben İzmitli olup ikinci takım tutanı çok gördüm. Ama onlar
İzmit’teki her maçta Kocaelispor’u desteklerlerdi. Ama demek bir de
böyle bir tür çıktı demek ki, İzmitliyim ama Kartal’ım.

Çarşı maç boyunca çok iyi destekledi takımını. Sonra numarasını
yaptı Hüseyin Üzmez’i kendince “yererek” imajını da cilaladı. Herkes
çok eğlendi tabi, gazeteler falan bile sitayişle bahsetti. Sosyal
içerikli, duyarlı taraftar grubu rolünü çok iyi oynuyor Çarşı, ya da
yönetmenleri iyi. Ama cilayı biraz kazıdığınız öyle çok güzel
görüntüler çıkmıyor ortaya?

Kusura bakmayın ama maç 4-2 olduktan sonra oyunu pisletmeden
oynamış, onuruyla yenilmekte olan rakibi için “Körfez Kümeye” diye
tempo tutuyorsa bir grup, hiçbir popülist tezahürat onun imajını
toparlayamaz benim gözümde. Böyle bir merhametsizliğin değil futbol da,
hayatımızda bile yeri yok. Bu tezahürat Beşiktaşlı dostum Orkan’ı da
rahatsız etmiş olacak ki: “Onlar adına ben özür dilerim,” diyor.

Sonra Hüseyin Üzmezlere laf çakanların, Beşiktaş’ın İnönü’de maçı
olduğunda başta benim eşim, tüm bayanların maç çıkışı toplu taşıma
araçlarını kullanmaya korkmasına da Çarşı imzalı bir yazılı açıklama
getirmelerini bekliyorum.

Son olarak da şu tezahüratın psikolojisini açıklasınlar bana istiyorum.
Beşiktaşlı olunmaz doğulur
Beşiktaşlı olmayan o…. çocuğudur

Yazının orijinali.
Son bölüm gerçek kalitelerini çok güzel ortaya koyuyor. Çarşıya karşı bizim pan-tezahüratımız da benim favorilerim arasındadır. BJK'liler iyi bilir. Usta Barış Manço'nun Anlıyorsun değil mi? melodisi eşliğinde söylenir.
Hava ayaz mı ayaz, siyah şort üstü beyaz
Bursa'da da a...... s...... mi? beşiktaş
İlhan, Tümer, Tayfur'la, o g....... çarşınla
Bayrakları bırakıp kaçmadın mı beşiktaş?

08 Kasım 2008

Oysa Herşey Ne Güzel Başlamıştı


At arabası balkabağına ve atlar farelere dönüşmeden önce herşey ne kadar güzeldi. Gecenin yıldızları yeşil-siyah formalılar olacak gibi görünüyordu. Bu maça kadar ne izlediğimizi çok iyi hatırladığımız için izlediğimiz takımın Körfezimiz olduğuna inanmakta zorlandık. Taner attığı golün ardından üçüne de koydum hareketi ile kamerayı selamladıktan sonra Semavi'nin müthiş deparını bir asist ile ödüllendiriyordu. Orta sahada yoğun bir pres, top kapıldığında yapılan üst üste paslar hatta Kemal'in bu yıl belki de ilk defa bir oyuncu çalımlayıp ara pası atması umutlanmamız için yeterliydi. Bir takımın bu kadar değişebilmesi için klasik hikayedeki gibi bir peri dokunuşuna ihtiyacı vardı. Bu peri kim olabilir diye sorduk birbirimize. Turgay Biçer? Yılmaz Vural? Serhan Gürkan (yok, mümkün değil), Sırpların kaçması? Bir yandan bu düşüncelerle şaşkın bir mutluluk içinde iken bir yandan da acı gerçek beynimizi yemeye başlamıştı. Futbol sürprizlere açık bir oyun olsa da sürprizi gerçekleştirebilmek için biraz teknik ve taktik daha önemlisi üstün bir fizik gücü gerekiyor. Teknik yok değil, taktik elden geldiğince uygulanıyor ama en zayıf halka fizik gücünün 25 dakikalık atıma müsaade ediyor olması aklımızdaki bütün güzel düşüncelerin üstüne siyah bir örtü seriyordu. Skor 0-2 olduğunda babamı arayıp ne oluyor yahu, işe bak demiş olmam bir yandan da helvadan hallice defans anlayışımız yüzünden 4 ya da 5 tane yememiz muhtemeldir diye düşünmemi engellemiyordu. Fırat Aydınus'un faul olmayan pozisyonda faulu çalmış olması tehlike sinyallerinin gelmeye başladığının habercisiydi. Beşiktaş, İnönü, Aydınus Bermuda Şeytan Üçgeninden çıkmak atılan 2 gole rağmen hiç kolay olmayacaktı, öyle de oldu. Delgado'nun kestiği topu izlemekle yetinen savunma oyuncuları, daha önemlisi "Milli" kaleci Serdar yüzünden hayallerimizdeki çatırtıları hissetmeye başladık. Holosko'nun bir savunma hatası ile durumu 2-2 yapması, zaten artık herhangi bir beklentimiz kalmayan takımımız için saatin gece 12'yi gösterdiğini ve hikayenin sonunun geldiğini gösteriyordu. Maçın bu skorla bitmeyeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Yine de taraftar psikolojisi ile kontra-atak diye birşey var kardeşim, bize de bir gün belki bugün kader güler, güler inşallah düşüncelerimiz içinde ikinci yarı başladı. Maça giden kuzenlerden gidişatın canlı yorumlarını alırken Delgado Hamza ile karşı karşıya kaldı. Geçtiğimiz yıla menejer olarak başlayıp hoca sıfatını alan, takıma kazandırdığı oyuncular sayesinde büyük bir sevgi ve saygı kazanmış ama futbol anlayışı yüzünden afaroz edilmiş Kayhan Çubuklu'nun Suadiyespor'dan keşfi Hamza futbol zekasının iyi niyeti ve enerjisi kadar yüksek olmadığını bizlere kanıtladı. Daha önce birçok kez bu tip goller atmış, onlarca kez deneyip tehlike yaratmış Delgado penaltı tadındaki vuruşu ile örümceği aldı. Onun topu sağ ayağına almasına izin veren Hamza dondu kaldı ve hayallerimiz birkez daha suya düştü, gerisini anlatmaya gerek yok. The End.
Yılmaz Hoca haksız yere aldığı 3+4 maçlık cezasını çekerken yapmakta çok geç kaldığı oyuncu değişiklikleri ile maç konsantrasyonunu da kulübede unuttuğunu belli etti. Kulübe muhitinde kendimi yerden yere vurmadan hocalık yapamam mantığı 3 maçta atılan 3 gole karşılık yediğimiz 10 gol olarak geri döndü. Sakat oyuncuların yanı sıra sırra kadem basan Sırplar yüzünden kadro derinliği iyice kaybolmuştu. Zaten tamamen yanlış yönetilen transfer politikası ile sıkıntı yaşayan takım kadrosu bu maç için ne kaa ekmek o kaa köfte tadından öteye geçemedi. Kaşarımsı isimlerin başını çeken Murat Hacıoğlu'nun maçtan sonra Delgado'dan forma dilenmesi, Fenerbahçe maçında aynı hareketi yapan Serdar Kulbilge'yi hatırlattı ve itina ile duble anma töreni yapıldı.
Bundan sonra ne olur bilemeyiz. Bu fizik gücü ile Süper Lig'de tutunmak mucize ama futbolcuların %90'ı ve yönetimin %100'ünden nefret ediyor olsak da adı için, renkleri için, geçmişi için Körfez'i desteklemek durumundayız.
Denizlispor maçında da tribündeyiz, avazımız çıktığı kadar bağıracağız.
Ne güzel söylemiş Baki;
"Avâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş"

07 Kasım 2008

Pele'den Diego'ya


Hayat bazen bizlere öyle şeyler sunar ki bir oyunda ya da bir filmde görsek çok saçma olduğunu düşünürüz. Örnekleri çoğaltmak mümkün, ilk aklıma gelenler olarak, yaşadığımız 17 Ağustos felaketini, 11 Eylül saldırılarını, bir film karakteri olsa canilikte sınır tanımadığı için abartılı bulacağımız Adolf Hitler'i, bir ulusun sıfırdan doğmasına öncülük eden Atatürk'ü, en güncel örnek olarak da "24" dizisinde gördüğümüz şekilde Barack Obama'nın ilk siyahi ABD Başkanı olmasını sayabilirim.
Futbol dünyasında da uğruna filmler yapılabilecek/yapılan hatta bazı filmlerde rol alan birçok isim var. Bu isimlerden en önemli ikisi hiç şüphe yok ki Pele ve Maradona. Rol alanlar kategorisindeki Pele'yi 1981 yapımı Zafere Kaçış filminden hatırlıyoruz. Pele'ye Sylvester Stallone, Michael Caine gibi oyuncuların yanısıra Bobby Moore, Osvaldo Ardiles gibi profesyonel futbolcular da eşlik etmişti. 2.Dünya Savaşı sırasındaki ırk çatışmalarını (daha doğrusu soykırımı) bir futbol maçı üzerinden anlatan bu filmi izlemeyen varsa şiddetle tavsiye ederim. Maradona ise yakın zamanda adına film yapılan isimlerden biri. 2007 İtalyan yapımı Maradona-Tanrı'nın Eli , Diego'nun hayatını çocukluğundan başlayarak Tanju Çolak tadında anlatıyor.
 
İyice dağıttığım asıl konu, yazmakta çok geç kalmış olsak da Maradona'nın Arjantin Milli Takımı'nın başına geçmiş olması. Bu görevin ona verilmiş olması, onu az da olsa izleme fırsatını yakalamış bizler için film gibi diyebileceğimiz bir gelişme oldu. Bir Dünya Kupası düşünün, katılan ülkeler ve hocaları şöyle olsun; Arjantin-Maradona, Brezilya-Pele, İngiltere-Bobby Charlton, Hollanda-Cruyff, Fransa-Platini (olmaz ya, hayal işte) Zidane da kabulümdür, İtalya-Roberto Baggio, Belçika-Enzo Scifo, Almanya-Beckenbauer, Portekiz-Eusebio, İspanya-Butragueno, Kolombiya-Higuita, İsveç-Brolin, Danimarka-Michael Laudrup, Macaristan-Puskas ve Türkiye-Metin Oktay.
İş sadece hocalarda bitmeyecek olsa da ne kadar renkli ve heyecan verici olabileceğini tahmin bile edemiyorum. Maradona'nın Arjantin'in başına geçmiş olması bu anlamda futbol adına muhteşem bir olay.
Arjantin Milli Takımı 2010 elemelerinde istediği sonuçları almayı bir türlü başaramadı. Oynadıkları son 8 maçın sadece birini Uruguay'a karşı 2-1 lik sonuçla kazanabildiler ve şu anda 16 puanla 3.sıradalar. Maradona'nın göreve geldikten sonra yaptığı açıklamalardan biri "Arjantin üstü kir kaplı bir Rolls Royce gibi. Temizlenmesi gerekiyor" oldu. Saygınlık ötesi karakteri ile Maradona'nın bu temizliği gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini zaman içinde göreceğiz. Konu ile ilgili açıklama yapan isimlerden biri de Pele idi. İkisi de efsane olsa da aslında iki farklı kutupu temsil eden bu ikiliden iyi aile çocuğu olanı Pele "Umarım onun için herşey yolunda gider, eskiden yaptıklarını atlatır ve Arjantinli oyuncuları en iyi şekilde yönetmeyi başarır. Başarılı olmak istiyorsa 1986 Dünya Kupası'nda hocası olan Carlos Bilardo'yu dinlemek zorunda. Çoğunlukla büyük futbolcular büyük teknik direktörler olamazlar ama Luxemburgo gibi futbolcu olarak dikkat çekmeyen bazı isimler iyi teknik direktörler olabilir" açıklamasını yaptı. İçten içe Brezilya'yı alsam koyarım ya da gizliden sen Arjantin ol ben Brezilya, kapışalım bir ara demiş midir bilinmez ama Maradona'nın kendisi için yapmış olduğu olumsuz açıklamaları unutmuşa benzemiyor.
Kim ne derse desin kendine has yaşam tarzı ve muhteşem futbol geçmişi ile gönül adamı Diego'nun kalbimizdeki yeri çok başka. Yolu açık olsun...

05 Kasım 2008

The Young and the Restless (Yalan Rüzgarı)


90 lı yıllarda ülkemizi esir alan pembe dizilerden biriydi Yalan Rüzgarı. O yıllar ilkokul dönemimdeyim, evde sadece bir TV var ve valide hanım ile peder bey ne izlerse onu izlemek durumundayız. Akşam üstleri de pembe dizi zamanı, dikkatli izlediğimizden değil ama şimdi anlaşılıyor ki bugün bile hatırlayabileceğimiz kadar aklımızın bir köşesinde yer etmiş.
Derdim tabii ki pembe dizi anma köşesi yapmak değil, kulübümüzün içinde bulunduğu traji-komik durumu ancak Dallas veya Yalan Rüzgarı dizilerinden biri ile açıklayabiliriz. Dallas'ı göremedik bana uyan budur. Yalan Rüzgarı.
Pazartesi akşamı Özgür Kocaeli gazetesi yazarı Hayrettin Albayrak, KOSTAD yönetim kurulu üyesi, dernek içinde önemli bir isim olan Haluk Bozo'yu konuk etti. Programda konuşulanları ve parasını alamadığı için Belgrad'a tek yön gidiş bileti alan üç sırp oyuncunun arkasından konuşulanları alt alta yazalım. "Bir kulüp ne kadar dejenere olabilir?" Sorusunun yanıtı yapılan bu açıklamalarda gizli.

+ KOSTAD 2.Başkanı : Sinan Sipahi seçim döneminde bize 250 bin YTL teklif etti, çıkarcı olsaydık onu kabul ederdik.
Serhan Gürkan'ı istifaya davet etmiyoruz çünkü o giderse kulübün sahipsiz kalacağı endişesini taşıyoruz. Sinan Sipahi'ye güvenmiyoruz.
+ Sinan Sipahi : Üç çocuğumun ölüsünü öpeyim kimseye para vermedim. S.Gürkan istifa etmez çünkü açıkları var. Bir yerlerden bir para bekliyor, o gelirse istifa edebilir.
+ Muammer Çelik : Konuşursam kimse sokağa çıkamaz.
+ Sırp oyuncuların menejeri Mirkoviç : Neden böyle birşey yaptılar açıkçası bilmiyorum. Çok şaşırdım.
+ Yılmaz Vural : Takıma çok fazla katkıları yoktu. Ayrılmaları iyi oldu. Zaten gitmeselerdi biz gönderecektik.
Futbolcuları eleştirmek doğal ama satılmış gibi ifadeler kullanmak yanlış.
+ Tolga Seyhan : Kocaelispor'u satmadık, satmayacağız.
+ Başkan, ortalarda yok, yönetim hakkındaki güncel iddialar : Yönetimin bazı kişileri kullanarak performanslarının yükselmesi için futbolcuları tehdit ettiği iddia edildi. Bu baskıdan bazı futbolcuların çok etkilendiği, Sırp oyuncuların da bu yüzden kaçtıkları söyleniyor.

Noluyo lan?

04 Kasım 2008

Adı Bende Saklı


Bu yazıda maçın sonucu ne olursa olsun, nasıl bir futbol oynanmış ya da oynanamamış olursa olsun, kaç puanla kaçıncı olursak olalım Ankaragücü maçını anlatmak isterdim ama bana maçtan kalan tek hatıra numaralı tribünde çıkan kavga sonucu üstüme düşen 80 kiloluk adamın kaval kemiğimde bırakmış olduğu tahribat oldu.
Taraftar grubu adı altında ne yaptıkları belli olmayan, üstünde binbir türlü kara bulutun dolaştığı, şu durumda bile yönetime esaslı tepki veremeyen bir oluşum...
Yönetim adı altında kanıtlanamamış olsa da  nereden ne rant elde ettiği belli olmayan, kulüp yöneticiliği ile ilgisi alakası olmayan beceriksiz, basiretsiz bir oluşum...
Takım adı altında sahada mücadele bile etmeyen, ayaklarının takılması dışında yere düşmeyen, psikolojisi, fizyolojisi, herşeyi doğuştan bozuk karma bir topluluk...
Bu muhteşem üçlünün birleşimi ile ortaya çıkan da 9 haftada nasıl olduysa 2 puan almayı başarmış -o bile mucize- 1,5 milyon nüfuslu, Türkiye'nin en zengin en kozmopolit şehrinin takımı...
Türkiye'nin tüm futbol kulüpleri gibi Kocaelispor da "özel hukuk tüzel kişisi" statüsündedir yani bu kulüp belirli bir amaca yönelik kurulmuş olup temsilcisi olan kişiler ile anılırlar ama çok üzülerek söylüyorum ki bugün içinde bulunduğumuz durumda ne kulüp başkanı kulübü temsil edebiliyor ne yönetimden herhangi birisi ne taraftar derneği ne de futbolcuları. Bizim "taraftarıyız" dediğimiz kulüpten geriye tek kalan adı ve samimi bir şekilde biletini alıp maça giden, İzmir'e 12-13 bin kişi ile çıkarma yapan, 8 maçta 7 mağlubiyete rağmen tribünlerin neredeyse tamamını dolduran gerçek taraftarları.
Türkiye'de alışkın olduğumuz üzere yönetememe hastalığına yakalanmış kulübümüzle ilgili temsilcileri sıfatlarının hakkını verinceye kadar yazmanın, konuşmanın, düşünmenin de bu dakikadan sonra çok fazla anlamı yok tıpkı içinde bulunan şu ortamda ligden düşmenin ya da kalmanın bir önemi olmadığı gibi.
Bizim gibi yönetiminden memnun olmayan ama maç sonucunda tepkisini en açık şekilde dile getiren, maç boyu da centilmen duruşunu bozmayan Ankaragücü taraftarlarını tebrik ediyorum. Onların anlamlı tezahüratı her iki yönetime de hak ettikleri tepkiyi verir nitelikteydi.

Yıllardır bir kere güldürmediniz
Her gece barlarda çok eğlendiniz
Yüz yıllık takımı rezil ettiniz
Toplayın bavulu s.....n gidin!

Related Posts with Thumbnails