30 Eylül 2008

Bayram Değil Seyran Değil Eniştem Beni Niye Öptü?



Geçtiğimiz hafta Kocaelispor'un yenilmesinin yanında Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın da puan kaybetmesi taraftarlarının üzülmesine yol açtı. Ancak iyi bir değerlendirmenin sonucunda bu sonuçların doğal karşılanması gerektiğini söyleyebiliriz.

Engin İpekoğlu'nu, başarısız gidişattan dolayı her fırsatta istifaya çağıran insanların bir kaç maç daha bu tür mağlubiyetlere açık olmaları gerekir. Kendi görüşüm ise Yılmaz Vural veya başka birinin takımın başına geçmesi Kocaelispor'u Turkcell Süper Ligde tutmaya çalışması ancak bir başarı sayılmalıdır.

Onun içindir ki bayram değil seyran değil niye öpüyor bu takımlar demek Antalyaspor'un haricinde mağlup olanların ağzına pek yakışmıyor.

İyi bayramlar.

Closer [2004]

"If you believe in love at first sight, you never stop looking"



Natalie Portman... Alice
Jude Law... Dan
Julia Roberts... Anna
Clive Owen... Larry

Kadın oyuncuların İngiliz, erkek oyuncuların ise Amerikan aksanını konuştukları, Mike Nichols'ün yönetiği 2004 yapımı Amerikan filmi.

Kadrosu bu oyuncularla sınırlı olan, yavaş ilerleyen ancak buna karşılık heyecan verici ve sürükleyici olmasının yanında tiyatro havası veren 2004 yılının en güzel filmlerinden biri. Yorgun bayram akşamlarında izlemeyenler için tavsiye ediyoruz.

Bir not düşmek gerekirse, Closer'ın gerek çekimleri, müzikleri ve konusu gerek ise mesaj kaygısı gibi bir zorunluluğu olmamasından kaynaklanan rahat ve yalın bir anlatımı var. İstediğini çekinmeden anlatabiliyor.

http://www.sonypictures.com/homevideo/closer/index.html
http://www.imdb.com/title/tt0376541/

Time Out

Öz bilgisayarımdan uzakta olduğum için tatil dönemi sonuna kadar post giremeyeceğim gibi görünüyor. İddaa tahmini yapmaması şartıyla blog Ceyhun'a emanet.
Herkese iyi bayramlar, dönünce aynı hızla devam...

28 Eylül 2008

Kulübümü Kaybettim...Hükümsüzdür...



Böyle günlerde insanın pek yazası gelmiyor aslında. 5 maçta 1 puan, sahaya ruhunu yansıtanlar geçen yıl takımda olan, Kocaelispor'u benimsemiş, aidiyet duygusuna sahip oyuncular. Yenilerin bedenleri sahada, ruhları geldikleri yerde kalmış. Yeni anlaşılan teknik direktör Türkiye Cumhuriyeti'nin düşme endişesi yaşamış bütün takımlarında en az bir yıl çalışmış olan Yılmaz Vural. Herhangi bir takımdan farkımız kalmadı. Lige yeni çıkan takım kaşar oyuncular transfer eder, ligin ilk haftalarında başarısız olunca hocasını kovar, yerine Yılmaz Vural vb. bir hoca getirir. Bu tip hikayeler de pek mutlu sonla bitmez.
Yine de sinekten yağ çıkarıp, belki de kendimi kandırıp bir umut ışığı görmek istiyorum. Bursaspor zaten bu yıl çok iyi diyorum, bu maç geçtiğimiz maçlara göre daha iyiydik zaten maçı 90+1'de verdik diyorum, Yılmaz Vural çok sıradan bir isim olsa da en azından delidir ne yapacağı belli olmaz diyorum.
Kendim diyorum, kendim dinliyorum...

27 Eylül 2008

Yeni Hoca Locke


 Top Cambazı bir kez daha (bir kez daha?) büyük bir blogculuk başarısına imza attı ve Körfez'in yeni hocasını herkesten önce buldu. Adadan kendi imkanları ile kurtulmayı başaran John -Albay- Locke üstün tecrübesini artık Körfez için kullanacak. Locke yaptığı açıklamada "Bu benim kaderimdi" dedi. Bir gazetecinin şampiyon olacak haliniz yok ya demesi üzerine "Bana ne yapamayacağımı söylemeyin" diyen Locke İngiliz Desmond ile de anlaştığını, önümüzdeki günlerde imza için İzmit'e geleceğini söyledi.

(Kafayı yedik idare edin)

26 Eylül 2008

Türkiye'nin Futbol Haritası


Bill Turianski halt etmiş. Öyle iki logo koymakla olmaz bu işler, detaylı bir röntgen çekmek gerek diyerek varlığımızdan haberdar olmamasını fırsat bilip, arkasından atıp tuttuktan sonra çalışmamızı paylaşabiliriz.
Böyle bir harita bize ne sunar diye uzun zamandır merak ediyordum. Açıkçası çok da fazla bir anlam ifade etmedi. Birkaç istisna dışında ortaya tipik Türkiye gelişmişlik haritası çıktı. Batının çoğu haritada, Akdeniz ve Karadeniz hatırı sayılır bir alan kaplamış, İç Anadolu’nun doğusu biraz dominant ve Güneydoğu’dan iki numune temsilci var, Doğu Anadolu Bölgesi çoğu konuda olduğu gibi bembeyaz ve pasif görünüyor. Nedenleri hepimizce malum veya tartışılır, konumuz bu değil. Haritadaki yeşil şehirler Süper Lig’e, maviler Bank Asya 1.Lig’e, turuncu olanlar ise her iki lige birden takım gönderen şehirleri temsil ediyor.
18 takımlı Süper Lig’in 8 takımı İstanbul ve Ankara’dan. İstanbul’un zaten Süper Lig’de 3 takımlık değişmez bir yeri var, dolayısıyla bu konu hakkında konuşmaya gerek yok. İstanbullu dördüncü Süper Lig takımı Büyükşehir Belediyespor ise geleceği meçhul bir takım, şimdilik Kadir Topbaş’ın sağladığı belediye desteği ile hayatını sürdürüyor, önümüzdeki seçimlerden sonra başına herşey gelebilir, gelmeyebilir de. Ankara ise 1.Lig’de takımı yok diyerek Türkiye Kupası şampiyonu Ankaragücü’nün Kenan Evren tarafından 1.Lig’e çıkarıldığı günlerden, Süper Lig’e 4 takım yolladığı günlere geldi. Ortada bir başarı varmış gibi görünse de bu takımlardan sadece ikisi, Ankaragücü ve Gençlerbirliği Süper Lig’i izleyenlerin içine siniyor. Hacettepe, Cavcav’ın bir takım daha dursun günün birinde lazım olur kontenjanından, Ankaraspor ise Melih Gökçek’in oğlu canlı FM oynasın kontenjanından Süper Lig’de. Sözlerini tutarlarsa Ankaraspor’un geleceği de pek parlak değil, daha doğrusu geleceği falan yok. Üçüncü büyük şehir İzmir ise Bank Asya 1.Lige gönderdiği iki takım Altay ve Karşıyaka ile yetiniyor. Buradaki İstanbul takımları sempatisini düşününce bunun bile büyük başarı olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz sezon Galatasaray şampiyon olduğunda İzmir sokaklarında yapılan kutlamalar Mecidiyeköy’ü bile geride bırakmıştı. Tabii kutlamaları yapan bu taraftarların(!) %90’ı hayatında Ali Sami Yen Stadı’nı görmüş değil, geriye kalan %10 ise yılda bir kez görüyor olabilir, TV taraftarları yani, neyse konumuz bu da değil. Nüfus yoğunluğu ile kıyaslandığında çok da ilginç bir sonuç sayılmaz ama bahsettiğimiz lig Türkiye’nin en üst düzeydeki futbol ligi, Türkiye’nin Ligi’nde görüldüğü üzere Türkiye falan yok. Sadece kısıtlı bir azınlık bu ligin güzelliklerinden (aynı zamanda çirkinliklerinden) faydalanabiliyor. Marmara ve İç Anadolu bölgeleri bu konuda biraz daha şanslı. Bir zamanlar fırtına gibi esen Karadeniz futbolundan ise geriye tek temsilci ağır abi Trabzonspor kalmış. Geçtiğimiz yıllarda Karadeniz takımlarının Trabzonspor’a “yattığına” dair söylentiler dolaşırdı. Bu yıl ligde hiçbir Karadeniz takımı olmadığına göre Trabzonspor’un göstereceği başarı bu düşüncede olanların fikirlerini değiştirebilir. Karadeniz futbolunun çöküşü pek tabii ki büyük ölçüde maddiyata dayalı. Bir zamanlar 1.Lig’de liderliğe kadar yükselmiş olan Zonguldakspor Amatör Küme’ye kadar düştü. Kömür artık para etmiyor, imkansızlıklar da mazisi ne olursa olsun kulüplerin belini büküyor, Göztepe örneğinde olduğu gibi. Tabii Göztepe’nin şirketleşmenin çok kötü bir örneği olduğu gerçeği de ortada, bu bağlamda Zonguldak ve Göztepe’yi birbirinden ayırmak gerekiyor.
Avrupa’da nüfus ile birlikte gelir dağılımının da ülkemize göre daha adil olduğu düşünülürse liglerini oluşturan takımların neredeyse hepsinin farklı şehirlerden gelmiş olmasına şaşırmamak gerek. Bu sayı nadiren 2 veya 3 olabiliyor, istisnalar yok değil.
Hollanda ligi Eredivise’de sadece Rotterdam iki takım ile temsil ediliyor; Feyenoord ve Sparta Rotterdam.
Bundesliga’da Ruhr bölgesi takımları önemli bir yer işgal ediyor olsa da (Dortmund, Schalke, Bochum, B.Monchengladbach, Leverkusen, Köln) herhangi bir şehrin iki takımı mevcut değil (Almanya’nın köyleri bile bizim şehirlere on basar diyenlere selam olsun).
La Liga’da Madrid’den 3 takım; Real, Atletico ve Getafe, Barcelona’dan 2 takım; Barça ve Espanyol ve Sevilla’dan yine 2 takım; Sevilla ve Betis bulunuyor.
Serie A’da Milano’dan 2 takım;Milan ve Inter, Torino’dan 2 takım;Juventus ve Torino, Genoa’dan 2 takım; Genoa ve Sampdoria ve Roma’dan 2 takım;Roma ve Lazio bulunmakta.
Premier Lig’de de ciddi bir bölgeler savaşı söz konusu. Şehirlere indirgediğimizde Londra’dan 5 takım;Arsenal, Tottenham, West Ham, Fulham ve Chelsea, Liverpool’dan 2 takım;Liverpool ve Everton ve Manchester’dan 2 takım;Manu ve City arz-ı endam ediyorlar.
Ligue 1 de her şehirden bir takım felsefesine sahip liglerden birisi hatta Monaco gibi bir şehir-devlet takımları bile var.
Arjantin Ligi’nde de bir bölge-şehir ikilemi var. Bu ligde de Buenos Aires’ten 7 takım; River Plate, San Lorenzo, Boca Juniors, Argentinos Juniors, Nueva Chicago, Velez Sarsfield, Huracan,
Gran (Greater) Buenos Aires bölgesinin geri kalan sınırları içinden de 7 takım ; Racing, Gimnasia de La Plata, Chacarita, Independiente, Lanus, Estudiantes de la Plata, Banfield bulunuyor. Arjantin nüfusunun üçte birinin Gran Buenos Aires bölgesinde yaşadığını da belirtelim.
İrlanda Premier Ligi’nde de 12 takımın 5’i Dublin’den ; Bohemians, Shamrock Rovers, Shelbourne, St Patrick's Athletic ve UCD.
Tekrar ülkemize dönerek olaya biraz da nüfus dağılımı açısından bakalım.
Süper Lig takımlarının şehirlerinden en fazla nüfusa sahip şehri yazmak abesle iştigal olur. 2007 Nüfus Sayımına göre en az nüfusa sahip şehir ise 638.464 nüfusu ile Sivas.
2.006.650 nüfusu ile Adana, 3.739.353 nüfusu ile İzmir, 1.460.714 nüfusu ile Diyarbakır, 1.595.938 nüfusu ile Mersin ve 1.523.099 nüfusu ile Şanlıurfa Süper Lig’e takım gönderemeyen en büyük şehirler olarak dikkat çekiyorlar (Bu arada istisnasız bütün şehirlerde kadın-erkek nüfusunun birbirine eşit denebilecek derecede yakın olması bize çok ilginç geldi).
Ülkemizde Süper Lig maçlarını stadda canlı izleyebilen şehirlerdeki toplam nüfus 30.403.089. Bu sayıdan 12.5 milyonluk İstanbul’u çıkardığınızda maç izleme imkanı olanların sayısının nüfusa oranla ne kadar az olduğu daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.
Haritadaki dağılıma baktığımızda Bank Asya 1.Lig için yapılan “Türkiye’nin gerçek ligi” yakıştırmasının da haklı olduğu görülüyor. Daha düzgün bir dağılım var ve şampiyonluk kovalayan takım sayısı çok daha fazla. Kasımpaşa’nın düşmesi ve Güngören Belediyespor’un çıkması ile ligdeki İstanbul takımı sayısı 3 oldu. Kayseri ve Gaziantep de Süper Lig’deki takım sayısını ikiye çıkarmaya çalışan iki şehir. Bolu ve Karabük’ü de katarsak bu ligde ciddi bir Karadeniz havası hakim. Egeliler de Bank Asya’nın müdavimlerinden. Adana, Bank Asya’da iki takımla temsil edilme şansını Güngören’e kaptırdı. Geçmişin iki efsane takımı Adanaspor ve Adanademirspor toparlanma çabası içinde ama onların da maddi sorunlar ile başı dertte. Adanaspor başkanı Bayram Akgül kararlı, saygın duruşu ve yaptığı olumlu işler ile dikkat çekiyor ki bunun semeresini de almış durumdalar. Adana’da askerlik yaptığım dönemde Gazipaşa’dan geçip stadyuma giden hem Adana hem Adanademirspor taraftarlarının takımlarına ne kadar bağlı olduklarını ve ne kadar renkli bir tribün hareketi oluşturduklarını görme fırsatım olmuştu. Stadyumun şehrin merkezinde olmasından dolayı da hemen hemen her hafta sonu böyle güzel görüntüler oluşuyor. İki takım da Süper Lig’e ziyadesiyle renk katar ama bazı şeyler temenni ile olamıyor maalesef.

Peki özellikle Şırnak ve Zonguldak’ın dikkat çektiği aşağıdaki harita ne ifade ediyor olabilir?
Aslında bu haritadaki şehirler biraz benim kendime göre düşündüğüm kriterlerin boşluklarından faydalandılar. Buradaki şehirlerde en az 1000 kişilik 3 veya daha fazla stadyum var. Parantez içindeki sayılar ise o şehirdeki profesyonel takım sayısını ifade ediyor. Geçtiğimiz yıl 65 olan 3.Lig kulüp sayısı bu yıl 50’ye düşünce Cizrespor gibi bazı takımlar bu azalmadan nasibini almış ve haritada kendine yer bulan Şırnak’ın profesyonel bir takımı kalmamış, Zonguldak da aynı şekilde.
Tribün kapasitesi kabul edilebilir düzeyde olan stadyum sayısı önemli çünkü bu stadyumlarda aynı zamanda amatör lig maçları da oynanıyor. Bu durum da bizlere o şehirdeki altyapı organizasyonu açısından fikir verebilir. Bu altyapı organizasyonlarından genç futbolcular yetiştiği gibi genç teknik adam ve yöneticiler de yetişebiliyor. Kocaelispor başkanı Serhan Gürkan aynı zamanda Amatör Küme takımlarından Çubukluspor’un da başkanlığını yapıyor hatta Çubukluspor’un idmanlarına katılıp bizzat futbol oynadığını da biliyoruz. Bugünlerde aramız bozuk olsa da futbolun temelinden gelen genç bir başkanımız olduğu için şanslıyız. Son kongrede başkanlığa aday olan bir başka isim Sinan Sipahi de uzun zamandır Suadiyespor ile yakın bir ilişki içinde. Kuşkusuz bu örnekleri Türkiye genelinde çoğaltmak mümkün. Haritada nüfus yoğunluğu düşük, dolayısıyla takım sayısı az olan bazı Süper Lig şehirlerini göremiyoruz. İstanbul çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da bir cennet. Ankara, İzmir, Trabzon, Bursa ve Kocaeli de dikkat çeken diğer şehirler. Nüfus çoğaldıkça futbol sevdalısı genç erkek sayısı da doğru orantılı olarak çoğalıyor. Nüfus/stad orantısında en başta gelen şehrin Trabzon olduğunu da söyleyebiliriz. Tam anlamıyla bir futbol şehri ve bunun meyvelerini uzun yıllardır yemeye devam ediyorlar. Ahmet Çakar Trabzon’u, merkezden uzak, üst sıralara oynayan bir sahil şehri olmasından dolayı Fransız Bordeaux takımına benzettiğini söyler. Altyapı anlamında da Bordeaux’dan geri kalmıyorlar. 8 profesyonel takıma sahip İzmir’in 2 takımı Bank Asya’da diğerleri daha alt liglerde. Çalışmanın sonucu İzmir futbolunun Metin Oktay’ı yetiştirdiği günlerden nerelere gerilediğini üzücü bir şekilde ortaya koyuyor.
Diğer ülkelerdeki coğrafi dağılımı merak edenler Bill Turianski’nin sitesini ziyaret edebilirler. Adam hakkında konuştuk o kadar, yazının sonunda hakkını verelim.

Kaynakça:
Billsportsmap
Guardian
TFF
Wikipedia
ADNKS 2007 yılı Nüfus Sayımı Sonuçları

Howie Day - She Says


Sweet is the sight of a room window open by candlelight
How would you know?
Cold winter on the shore chills the dress she wore
It’s on the floor
still it feels so warm today

And that’s why I’m wondering why you had to tell me
What’s going on in your head what’s wrong
Come around to another time when you don’t have to run
And when she says she wants somebody else
I hope you know she doesn’t mean you
And when she breaks down and makes a sound
You never hear her the way that I do
And when she says she wants someone to love
I hope you know she doesn’t mean you
And when she breaks down and lets you down
I hope you know she doesn’t mean you, yeah
No, no

I swing into flight over hills, over her hills it’s twilight
Yeah I guess that’s right now
And while we’re here tell me why it’s so funny
That you’re so funny when you’re mad
Cuz it’s mad, so mad

And that’s why I’m wondering why you had to tell me
What’s going on in your head what’s wrong
Come around to another time when you don’t have to run
And when she says she wants somebody else
I hope you know she doesn’t mean you
And when she breaks down and makes a sound
You never hear her the way that I do
And when she says she wants someone to love
I hope you know she doesn’t mean you
And when she breaks down and lets you down
I hope you know she doesn’t mean you, yeah
No no, she doesn’t mean you
Yeah and I don’t where I’m coming from
and I don’t where I’m coming too
and I don’t what it means to me
and you don’t know what it means to you
she doesn’t mean you


Hafta Sonu Beyaz Cam


 26 Eylül Cuma
20.00 Sivasspor - Fenerbahçe (Lig Tv)
21.30 Köln - Schalke 04 (24)
23.15 Porto - Pacos Ferreira (Spormax)
01.00 Tigre - Gimnasia (Ntv Spor)

27 Eylül Cumartesi
14.30 Wolverhampton - Bristol City (Futbol Smart)
14.45 Everton - Liverpool (Spormax)
16.30 B. Dortmund - Stuttgart (24)
17.00 Middlesbrough - West Bromwich (Spormax)
17.00 Celtic - Aberdeen (Futbol Smart)
19.00 Sampdoria - Juventus (Ntv Spor)
19.15 İstanbul Büyükşehir - Beşiktaş (Lig Tv)
19.30 Arsenal - Hull (Spormax)
20.00 Malatyaspor - Boluspor (D Spor)
20.00 Le Mans - Marsilya (Kanal A)
20.45 PSV Eindhoven - Volendam (Futbol Smart)
21.00 Real Betis - Real Madrid (Ntv Spor)
21.45 Trabzonspor - Antalyaspor (Lig Tv)
22.00 PSG - Grenoble (Kanal A)
22.45 Benfica - Sporting Lizbon (Spormax)
23.00 Espanyol - Barcelona (Ntv Spor)
00.20 Flamengo - Sport Recife (Spormax)
01.00 San Lorenzo - Arsenal Sarandi (Ntv Spor) Bant
02.30 Lokomotif Moskova - Zenit (Spormax) Bant
05.30 Chivas USA - Kansas City Wizards (Fox Sports)

28 Eylül Pazar
15.30 Portsmouth - Tottenham (Spormax)
15.30 Ajax Amsterdam - Vitesse (Futbol Smart)
16.00 Roma - Atalanta (Ntv Spor)
18.00 Wigan - M. City (Spormax)
18.00 Karlsruhe - Wolfsburg (24)
20.00 Kasımpaşa - Karşıyaka (D Spor)
20.00 Rubin Kazan - FK Moskova (Spormax) Bant
20.00 Valencia - Deportivo (Ntv Spor)
20.10 E. Frankfurt - A. Bielefeld (24) Bant
21.00 Galatasaray - Konyaspor (Lig Tv)
21.30 Milan - İnter (Ntv)
22.00 Atletico Madrid - Sevilla (Ntv Spor)
22.00 Bordeaux - Sanit Etienne (Kanal A)
22.15 Trofense - V.Guimaraes (Spormax)
00.15 Sao Paulo - Cruzeiro (Spormax) Bant
00.30 Monaco - Lille (Kanal A) Bant

29 Eylül Pazartesi
19.00 Gaziantep Büyükşehir Belediye - Giresunspor (D Spor)
21.45 Belenenses - Leixoes (Spormax)


Kaynak : TD

Uğurlar Ola İbo


Bize futbolu sevdiren oyuncuların sayısı gün geçtikçe azalıyor, zaten blogumuzun adını da bu oyunculara duyduğumuz özlemden dolayı bu şekilde belirledik. Sayısı azalan bu oyunculardan ülkemizde izleme imkanımız olanlar ise maalesef bir elin parmaklarını geçmiyor.
İbrahima Yattara'yı Gaziantep'te bir Gaziantepspor-Trabzonspor maçında canlı izleme fırsatım olmuştu. TV'de izlerken herhalde görüntüdendir, bir adam bu şekilde hızlanıp yavaşlayamaz, bu kadar seri hareket etmesi zaten mümkün değil diye düşünüyordum ama o gün anladım ki Yattara insan değil. Hız konusunda bu kadar değişken, bu kadar teknik, seyir zevki bu kadar üst düzeyde bir oyuncu uzun zamandır hatırlamıyorum. Onu tarafsız gözle izleyen bizler için bile çok sevilen bir oyuncu ve gidişi içimizde bir burukluk bırakıyor, Trabzonspor taraftarlarının durumu çok daha kötü olmalı. Trabzonlu bir arkadaşım maça gidenlerin yarısının Yattara'yı izlemeye gittiğini söyler, bu durum da yaşanacak hayal kırıklığının bir göstergesi. Kör ölür badem gözlü olur psikolojik etkisini de hesaba katarsak üzülen insan sayısı bir hayli fazla olacak gibi.
Yattara'nın yeni ikametgahı Katar. Trabzonspor'a 11 Milyon euroya yakın bonservis ve Yattara'ya da 2 milyon euro yıllık ücret verilecek. Çok iyi bir teklif olduğunu kabul etmek lazım. Yattara'nın bu fırsatı kaçırması beklenemezdi. Aslında bir veya iki sezon öncesine kadar Yattara sadece göze hoş gelen futbolu ile dikkat çekiyordu fakat zaman içinde olgunlaştı, sadece seyir zevki yüksek bir oyuncu olmadığını, gerektiğinde efektif futbolu da becerebileceğini gösterdi. Tam bu dönüşümün meyveleri toplanacakken de gitme zamanının geldiğini söyledi. Bonservis bedeli yüksek bir miktar olsa da gelecek olan bu para ile Yattara'nın yerinin doldurulabileceğini sanmıyorum. Nev-i şahsına münhasır bir oyuncu olmasının yanında, daha önce yaşanmış Fatih Tekke, Gökdeniz hatta daha gerilere gidersek Şota, Ogün, Abdullah  gibi örnekler Trabzon'un giden bir oyuncunun  yerine benzer yeteneklerde birisini getirmeyi başaramadığını gösteriyor ama farklı karakterlerde kaliteli oyuncular bulmaları mümkün. Umarım gelen para ile en az Yattara kadar kaliteli isimler alınır. Trabzonspor'un oyuncu bulma konusunda yetenekli bir kulüp olduğunu da unutmayalım, zamanında Marco Aurelio'yu bulup getirmeselerdi şimdi Milli Takım'ın hali nice olurdu?

Edit : Araplar yağı bol bulmamış, sevindim açıkçası, ne işin var Katar'da kardeşim?

26 -27 -28 Eylül İddaa Tahminleri

 İlk iddaa tahminlerimi yayınlıyorum. Başarılı olmazsa bir daha yazmayacağım :)
114 -Sivasspor – Fenerbahçe (2,90 3,00 1,90) [26 Eylül Cuma 20:00]
İddaa kuponlarına yazılması gereken maçlardan ilkini bu müsabaka oluşturuyor. Çok teknik konulara girmeden , Fenerbahçe bir türlü gelmeyen istikrarını bu maçı alarak gerçekleştirecektir diye düşünüyorum. Kolay olmasa da Fenerbahçe'nin bu maça özel bir hazırlık içerisinde mutlak galibiyet için çıkacağından şüphe duymadığımdan bu maça güzelinden 2 yazabiliriz.
325 - Kocaelispor - Bursaspor ( 2,40 3,00 2,20) [27 Eylül Cumartesi 20:00]
Düşünülenin aksine Körfez'in bu maçı Engin İpekoğlu'nun gönderilmesinden sonra daha farklı oynayacağını düşünüyorum. Takım gerçekten de kötü ama başarısızlıklarını koçlarına atma ve kendilerini taraftara affettirmek için ellerinde çok iyi bir fırsat var. Kendi evinde bu değişiklikten sonra da taraftarların takımlarını çok iyi destekleyeceğinden şüphem yok. Dolayısıyla güzel bir oran için 1 diyoruz.
562 - Kayserispor - Eskişehirspor ( 1,30 3,60 6,50) [28 Eylül Pazar 20:00]
Fazla söze gerek yok. Geçen hafta kaybedilen 3 puanı kendi evinde rahatlıkla telafi edecektir. Banko maçlardan. 1
441 - Beykozspor - Zeytinburnuspor ( 1,65 3,00 3,20) [28 Eylül Pazar 15:00]
Her ne kadar şaibelere açık olsa da bir Zeytinburnu'lu olarak bu maçı kesin veririz :) 1
161 - Newcastle Utd - Blackburn (0/2 Ç 1,34) ya da (2,20 2,90 2,50) [27 Eylül Cumartesi 17:00]
Blackburn favori gösterilse de o kadar da kolay olacağını sanmıyorum. Riske girmek isteyenler bu maça 0 diyebilirler.

iPhone 3G

Nicedir beklenen, yurt dışından getirtilip kırdırılarak kullanılan, devrim niteliğindeki özellikleri ile başımızı döndüren iPhone nihayet yasal olarak Türkiye'de. Satış fiyatı ne olacak bilemiyorum, çok pahalı olursa çare yine yurt dışından temin etmek olur, o yüzden Turkcell ve Vodafone'un fiyat konusunda mantıklı olmaları gerek yoksa kendileri bilirler. iPhone, muhteşem özelliklerine karşın olmayan özellikleri ile de dikkat çekiyor. Böyle bir cihazda video kayıt özelliği olmaması, hafıza kartı desteklemiyor olması ve kim ne kadar kullanıyor bilemiyorum ama MMS desteklemiyor olması çok ilginç. Herşeye rağmen edinilmesi gereken müthiş bir cihaz olduğunun altını çizelim. Aşağıda iPhone ile kıyaslanan bazı öğeler var. Garibim 3310'u boşuna terk etmişiz zamanında.



Derby della Madonnina


Milan 1899 yılında İngiliz göçmenler tarafından kurulmuş. Takımda sadece İngilizlerin oynamasına izin verildiği için bazıları buna karşı çıkmış, sadece İngilizler olmaz kardeşim, her milletten oyuncu oynasın, uluslararası (ya da İzmir Fuarı girişinde yazdığı üzere Enternasyonel) olsun demişler ve ayrılıp Internazionale'yi kurmuşlar. Bu ayrılış ile rekabet başlamış ve bugünlere kadar gelmiş. Bugünlere gelineceğini bilselerdi Inter diye bir takım varolmayabilirdi diyebiliriz.
Derbinin adı, Milano'da  Duomo Katedrali'nde bulunan Meryem Ana heykelinden geliyor. İtalyanlar bu heykele "Madonnina" diyorlar (Kendimi Ertem Şener gibi hissettim bir anda).
Bu sezonki güzelliklerinden biri ise Şampiyonlar Ligi'nde oynanan unutulmaz Chelsea-Barcelona eşleşmelerinden sonra tekrar Ronaldinho ve Mourinho'nun karşı karşıya gelecek olması. Ronaldinho ve Shevchenko'nun ilk onbir hayallerine taş koyan Marco Borriello sakat, dolayısıyla ikisinden birinin onbirde başlaması kesin gibi. Ancelotti, Sheva ve Ronaldinho'yu fiziksel olarak yetersiz durumda oldukları için onbirde başlatmadığını belirtmiş ve iyi bir Ronaldinho bizim için çok önemli diye eklemiş.Mourinho ise bu maçta Dünya'nın en iyi sağ beki olacak dediği Maicon ve kötü bir dönemden sonra tekrar kazandığı Adriano'ya güveniyor. Ibrahimoviç'in adını anmaya gerek bile duymuyor tabii ki. Ne olursa olsun izlemeye değer bir derbi olacağı kesin.
Bu arada 2005 yılındaki maçtan hatıra kalan bu fotoğrafa bayılıyorum.

25 Eylül 2008

Sudan Çıkmış Rus Balığı


İngiltere’de 2004 yılından beri Carling Cup olarak anılan eskinin Lig Kupası’nın ilk maçları oynandı. Bu yıla hayal kırıklığı ile başlayan takımlardan biri olan Tottenham sezonun ilk İngiltere galibiyetini kupada almayı başardı, şanslılardı ki karşılarında yine sezonun enkaz takımlarından biri olan Newcastle vardı. 2-1 kazandıkları maçta gollerden biri yeni transfer Pavlyuchenko’dan geldi. Kaybettiklerinin yerini doldurma çabası içindeler ama giden adamlar Berbatov, Robbie Keane gibi isimler olunca yerini doldurmak çok kolay olmuyor. Yine de son şampiyon kupa bizim işimiz diyerek güzel bir başlangıç yapmayı bildi. Juande Ramos yeni transferleri ile yeni bir takım yapısı oluşturma gayreti içinde. Giden oyuncular çok kaliteli isimler ama gelenler de yabana atılır gibi değil. Blackburn’den Bentley, çakma Cruyff Modric, Manchester City’den Corluka, PSV’den kedi Gomes, Barça’dan Dos Santos ve son olarak Spartak Moskova’dan Pavlyuchenko gelenlerden bazıları. Sevilla’da görev yaptığı iki sezona iki UEFA bir de Süper Kupa sığdıran Ramos’un elinde gereken herşey var gibi görünüyor, helva yapmayı da bilen bir hoca ama çok sevdiğimiz tespit “uyum” sorununu henüz aşabilmiş değiller. Yine de EPL’de 5 maçta 2 puan ile sonuncu sırada olacak kadar kötü olmaları şaşırtıcı.
Uyum sorunundan bahsetmişken konu ile ilgili en çarpıcı örneğin Pavlyuchenko olduğunu belirtmemiz gerek. Tuncay’ın Middlesbrough’ya ilk transfer olduğu dönemde nasıl bocaladığını hatırlıyoruz. EPL’ye Futbolun NBA’yi yakıştırması yapılması sadece kaliteli bir lig olmasından dolayı değil, aynı zamanda maçların hafta içine yayılmış olması ve bu yoğun maç trafiğine rağmen uygulanan ciddi antrenman sisteminden kaynaklanıyor. Hal böyle olunca özellikle Türkiye, Rusya, Belçika, Hırvatistan gibi nispeten daha kalitesiz liglerden EPL’ye giden oyuncular sudan çıkmış balığa dönüyorlar. İngiltere’nin puslu havası, soldan akan trafiği, suratsız insanları ve farklı stadyum yapısını da hesaba katınca yaşadıkları kültür şoku katlanması zor bir durum haline geliyor. Pavlyuchenko İngiltere’ye transfer olduktan sonra yaşadıkları ile ilgili bir açıklama yapmış. Bu tip bir futbolcunun halet-i ruhiyesini kendi ağzından duyunca hak vermemek mümkün değil. O kadar para alıyorlar kardeşim, katlanacaklar tabii ki düşüncesi de haksız değil ama bazen onların da insan olduğunu unutmamak gerek. Bunları söylerken Ronaldo’nun köle yakıştırmasını haklı buluyor değilim tabii ki, ben bu adamın futbolunu ne kadar beğeniyorsam karakterinden de bir o kadar nefret ediyorum, büyüyünce düzelir umarım, daha ne kadar büyüyecekse artık.

“İngiltere’de farklı bir antrenman sistemi var. Şu anda maçlar Çarşamba, Pazar, Çarşamba, Cumartesi günleri oynanıyor. Antrenman olarak ise maçta oynayanlar dinleniyor, oynamayanlar topla hafif antrenman yapıyorlar fakat maç aralarında bir hafta boşluk olduğunda antrenmanlar çok ciddi geçiyor. Yeni gelmiş birisi olarak çok zor baş ediyorum. Saatime bakıyorum, antrenman en az iki saat sürüyor, bunun ardından da yarım saat spor salonu, toplam 2,5 saat, buna inanabiliyor musunuz? Yemin ederim ben hayatımda böyle bir antrenman yapmadım. Bazen ağırlık çalışmasında dayanamıyorum ve antrenörüme dönüp “Bunu yapamayacağım” diyorum. Şoktayım! Bu iş nasıl yürüyor? Daha kolay bir yolu olmalı.”

R.Pavlyuchenko

Sürüden Ayrılacak Yok mu?


Engin İpekoğlu gönderildi ama onun gitmesinin verdiği rahatlık yerine, yeni gelecek ismin endişesini yaşıyoruz çünkü güzel ülkemizde sezon ortasında hocanızı kovarsanız elinizdeki alternatifler sadece belli isimler olabiliyor. Ben bu hocaların durumunu Yeşilçam Kahvesi'ne benzetiyorum. Sanıyorum hocalarımız her gün bir kıraathanede buluşup okey, batak, eşli pişti oynuyorlar. İçlerinden birisi bir takımda göreve başlıyor, o kovulursa yerine o kıraathaneden başka biri gidiyor, geri gelen de okeye dördüncü oluyor. Bu kısır döngü de ben kendimi bildim bileli devam ediyor. Bu kadar mı futbol adamı üretme özürlü bir ülkeyiz? Ya da bu hocalar bedava mı çalışıyorlar? Anlamak mümkün değil.
Aşağıda kafama dank eden yazılar kategorisinde yer alan, 7 Ekim 2007 tarihinde Uğur Meleke'nin yazmış olduğu yazıdan bir alıntı var, trajikomik durumu çok güzel özetlemiş.

"Yılmaz Vural, Sakıp Özberk, Ümit Kayıhan, Erdoğan Arıca, Giray Bulak, Ersun Yanal, Güvenç Kurtar, Hüseyin Kalpar, Samet Aybaba, Rıza Çalımbay, Hikmet Karaman... Herhangi bir kriter gözetilmeden, tamamen karışık olarak dizilmiş 11 kıymetli teknik adamımız... Hepsinin birbirinden farklı, her birinin birbirinden üstün özellikleri, ihtisas alanları, huyları, alışkanlıkları, futbol anlayışları, dünya görüşleri var. Biri Almanya’da doğmuş, bir başkası Alanya’da... Biri lise mezunu, öteki akademi... Birinin ak dediğine, beriki kara der belki...
Ama gelin görün ki, bugün spor kamuoyunun büyük bölümünün gözünde pek de bir farkları kalmadı bu kıymetli hocalarımızın... Zira son 10 yılda bu 11 teknik adamın 8’i Ankaragücü’nde çalışmış... Antepli, Denizlili ve Rizeli 6’sını görmüş görevde. Diyarbakır’dan neredeyse yarısı, 5 tanesi geçmiş mesela... Gençlerbirliği ve Samsun’a da 4’ü uğramışlar son dönemde... Yalnızca 10 yılda, yalnızca 7 kulüpte, yalnızca 11 teknik adam toplamda 39 kez göreve gelmişler (ve 38 kez de gitmişler)... Artık taraftar alıştı ve pek de rahatsız gözükmüyor birinin gidip bir diğerinin gelmesinden... Yönetici de alışmış zaten, birinin görevine son verip, iki saat sonra öbürünü aramaya... Medya dünden razı, küçük kutu haberlerle sayfalarını doldurmaya ve programlarında tüketecek yeni yorumcular bulmaya... Ama benim anlamadığım, teknik adamlar da alıştı mı bu garip döngüye? Onlar rahatsız olmaz mı işin bu kadar ucuzlamasından, basitleşmesinden, ayağa düşmesinden? Birisi dur demeyecek mi bu fütursuz, saygısız “kapı kapı dolaşma” haline? Bu antrenörlerin bir derneği yok mu, ortak bir akılla düşünüp, ortak menfaatlerini koruyacak? Bu dernek, bütün antrenörleri ile bir fikir birliğine varıp, kontratlarının en az 2 yıllık olmasını, aksi halde her iki tarafın ciddi tazminatlar ödemesi koşulunu koymayı teklif edemez mi kulüplere?


Bir adam
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının fonksiyonel olmamasına alıştık artık da, bir tek babayiğit çıkıp, en azından “Benim koşullarım bu! Bu kadar yıllık kontrat, şu kadar tazminat istiyorum, aksi halde hiçbir kulüpte çalışmayacağım” şeklinde meydan okuyamaz mı? “Kontratım süresince İstanbul’dan teklif alsam da kayıtsız şartsız burada kalacağım”, “Takımı küme düşürsem bile görevden ayrılmayacağım”, “Nasıl spor yazarlarından teknik adamlık mesleğine saygı duymalarını bekliyorsam, ben de onların işine saygı duyacağım ve sadece kendi bildiğim ve eğitimini aldığım işi yapacağım. Bir yıl önce kovulduğum takımın yeni hocasına, televizyonda tahta başında akıl öğretmeyeceğim” diyemez mi? Çünkü bilmez mi, 6 ay sonra o geçecek bir tahtanın, sen de bir takımın başına? Çıkmaz mı sürüden ayrılacak bir adam? "

Turkcell Süper Lig Seyirci Ortalamaları


 Tam ben konu ile ilgili bir çalışma içinde iken Bill Turianski sağolsun TSL seyirci sayısına yönelik yaptığı çalışmayı yayınladı ve benim gireceğim postu da kısmen baltalamış oldu. Neyse benim çalışmam biraz daha ayrıntılı en azından. Bu ortalamalara nereden ulaşmış bilemiyorum, %100 doğru olduğunu da sanmam ama ülkemiz ile ilgili böyle bir çalışma yapılmış olması sevindirici. Örneğin Kocaelispor'un maçlarına ne giren bellidir ne çıkan bellidir ne hasılat bellidir, kimse bilmez. Bazı kulüplerimiz için verilen sayıların doğru olma ihtimali de var mutlaka.

Kazım Kanat


Spor basınındaki herkes için geçerli olduğu üzere seveni kadar sevmeyeni de vardı mutlaka ama mutlak eşitleyen karşısında hiç kimsenin saygıda kusur etmediğini görmek sevindirici. Kocaelispor Türkiye Kupası'nı kazandığında tribünde açılan "Kupa Körfezin sapı kimin?" pankartı için o sap bana aittir diyerek espriye karşı ne kadar anlayışlı olabileceğini göstermişti.
Futbol dünyasının başı sağolsun, mekanı cennet olsun.

24 Eylül 2008

Bir Teselli Ver

Kupadan da elendik.....

"Dünyanın en güç işi birşeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir."
Mevlana













Siftahı Yaptı

Possebon olayından dolayı gölgede kalmış olsa da Ronaldo bu sezon ilk golünü buldu. Asist Ryan Giggs'ten. Bu arada Ronaldo'nun hava topuna çıkarken en doğru zamanlama için ayaklarını ne kadar seri hareket ettirdiğine dikkatinizi çekerim. Hiçbir başarı tesadüf değildir.


Lisanslı Kasap


Ligimizdeki bazı başkanlar yenemedikleri kulüplerin futbol içi sertliklerini kasaplık olarak nitelendirmeye devam etsinler, Dünya'nın geri kalanında acımasız bir düzen içinde kasap oyuncular kıymaya devam ediyorlar.
Son kurban Manu'nun bu yıl transfer ettiği 19 yaşındaki Brezilyalı Rodrigo Possebon oldu. Dün akşam oynanan Carling Cup maçında Middlesbrough kaptanı Avusturyalı Pogatetz yaptığı hareket ile Possebon'un ayağının kırılmasına neden oldu. Geçtiğimiz yıl Hırvat Eduardo'nun yaşadıklarını hatırlarsınız, ayak kırma İngiltere'de her yıl tekrarlanan bir moda haline gelmeye başladı. İşin ilginç tarafı bu Pogatetz'in ilk ayak kırışı da değil. 2005 yılında Spartak Moskova'da forma giyerken Yaroslav Kharitonskiy'in de ayağını kırmış ve 6 ay ceza almıştı. Hatta olaydan sonra "Çok kötü bir faul değildi, arkadan şey etmedim aslında bla bla" demiş ve Rusya'da iyice antipatik bir adam haline gelip uğurlanmıştı, tabii ki bu açıklama aynı zamanda akıllanmadığının da bir göstergesi ki bunu kanıtlamış oldu. O günden sonra da lakabı "Mad Dog" olarak kaldı. Kendisini Euro 2008'de izlediğimde de dikkatimi çekmişti. Servet gibi bir teknik yoksunu, hırslı, gerçekten deli gibi sağa sola saldıran ama genelde fiziği ile iş yapmaya çalışıp beynini kullanmaya pek gerek duymayan bir yapısı vardı. İlk oynadıkları Hırvatistan maçında sarı kartı varken akıllara zarar bir faul yapmış, ev sahibi olmaları vesilesi ile oyunda kalmıştı. Yani işin aslı, normal olmadığını bir maçını izleyerek anlayabilirdiniz ama ön yargılı olmak doğru değil. Enerjisi ve hırsı savunma oyuncularının genelinde çok büyük yetenekler aramayan İngiltere Premier Ligi'ne kadar gitmesini sağladı. Bu arada bu faulden sonra da "Ne? Kırmızı kart mı? Satılmış bu hakemler kardeşim!" tavırları sergilediğini hatırlatalım. Ferguson'un yaptığı açıklamaya göre de Boro kenar adamları pozisyonun ardından Pogatetz'in faul yapmadığına dair hareketlerde bulunmuşlar ama olayın ciddiyetinin farkına varan Gareth Southgate gidip Sir'den özür dilemiş.
Possebon en az 7 ay sahalardan uzak kalacak. Olayın görülebilecek en olumlu yanı henüz 19 yaşında ve kendini toparlama ihtimalinin yüksek olması ama kariyeri otomatik olarak bir yıl geri gitmiş durumda, Manu gibi bir takımda bulmak üzere olduğu fırsatı kaçırmış olması da cabası.
Bu arada Manu -kendileri için pek bir anlamı kalmamış olsa da- ilk golü Ronaldo'nun attığı maçı 3-1 kazandı.

Değişiklik : Bütün geceyi hastanede geçiren Possebon'un ayağında ciddi bir incinme olduğu ama kırık olmadığı belirlenmiş.

HIMYM


Back to Legen.....How i met your mother 4.sezonuna başladı. Barney'den taktikler almaya devam ediyoruz. İzlemeyen ve gülmek isteyenlere tavsiye ederim. Friends'i izlediyseniz onun tadında bir dizi denebilir. 10 yıl sonra da konuşacağımız bir klasik sayılır mı tartışılır ama güzel vakit geçirmek için birebir. İzleyenlerin %90'ının Barney için izlediğini düşünüyorum, ben Robin için izleyen %10'luk azınlıktayım, Barney'in taktiklerine saygı duymuyor değilim pek tabii. Suit Up!......daryy!

--Spoiler (Çok kısa)--
Stella Ted'in teklifini kabul edince Ted birden onun hakkında çok az şey bildiğini farkeder. Zaten bu Ted aklı evvelin önde gideni, birşeyden de emin olduğunu görmedim. 
Barney de Robin ile ilgili düşüncelerini sorgulamaya başlar, komik olur, her zamanki gibi.

Futbol Nedir?


























Efendim şimdi futbol oynamak için ilk önce bir topa ihtiyacımız var sonra da bir rakibe. Bunları bulduğumuzda orta büyüklükte bir alan, sonra da birbirinize atacağınız bir kaç gol. Üç beş de bildiğiniz futbol kuralı varsa işte tamam. Ama bunlarla çok fazla oynayamazsınız bu oyunu. O yüzden biraz takım arkadaşı bulmanız ve bunları adil bir şekilde ikiye bölmeniz gerekmekte. Şimdi biraz daha fazla oynanabilir hale geldi. Bunlar futbolun vazgeçilmez kuralları yani altın kuralları. Böylece oyunu olması gerektiği gibi oynarsınız. Mesela bu kurallardan birini veya bir kaçını değiştirirsek ne olur acaba. 2 topla ve 3 takımla oynamak başta zevkli gelebilir ama futboldan söz edilebilir mi? Ya da topu rakibinize verip korner bayrağına hızlıca koşmanız, topu orada beklemeniz?

Futbol bir oyun.

Belirli kuralları var. Bazen kendi kendine kural yaratır. Kaos ortamı mesela. Rakibiniz, takım arkadaşlarınız ve top bazen farklı yönlere doğru ilerler bu sırada teknik direktörler ve taraftarlar her telden çalarlar, farklı şeyler söylerler. Kimi zaman bunlar farklı dillerde de olabilir.

Peki Futbol aynı zamanda şiddet kuralını mı yaratıyor? Kazanmanın herşey olduğu bir oyunda sporun dalıdır şiddet. Kaybetmenin, oyunun doğal bir sonucu olduğunu idrak edememiş ve de sırf bir oyuna müdahil 2 takımdan herhangi birinin oyuncusu ya da taraftarı olduğu için şiddetin kaynağı olmuş insanlara bir kaç sözümüz var. Futbol bizim oyunumuz. Siz başka yere gidin. Yalnız bunu dediğimiz anda çözüm de sunmamız gerekiyor aslında. Kovmak istediğimiz insanlar sadece taraftarlardan oluşmuyorsa o zaman yeni bir oyun icat edilebilir ama mantıksız. Başka bir lig açıp o insanlara futbol oynatsak, hem taraftarlarıda hazır; zor olmakla birlikte imkansız değil. Ancak imkansız bir şey var ki o da eğitilmeleri.

Ufak bir not düşmek gerekirse size bir video gösteriyorum. Youtube herkeste gösterilmediğinden başka bir siteye koydum, youtube linki de aşağıda. Yorumlara bir bakın bakalım neler oluyor orada. Durumun vehametini anlamanız açısından önemli.

23 Eylül 2008

Dağılın Veletler! Stada Çevirdiniz Evi!


İngiltere 2.Lig takımlarından Luton Town'ın stadyumu İsmetpaşa'yı beğenmeyenlerin görmesi gereken cinsten. Stadyumu yapacak başka bir yer bulamamışlar sanırım, öyle ortada bir yerde kalmış ki girmek bile mümkün değil. Stada girmenin yolu da evlerin altından bir giriş açmak olmuş. O evlerde aksi, yaşlı amca ve teyzelerin yaşamadığını tahmin ediyorum yoksa bizim küçükken mahalle aralarında top oynadığımızda duyduğumuz bu tarz cümleleri Luton taraftarı da fazlasıyla duyabilir.
Luton Town takımını hatırladığımız bir başka olay ise geçtiğimiz yıl KKTC takımı Çetinkaya ile yapmak istedikleri ve olay haline gelen maç. Rumların tacizleri ve bağladıkları İngiltere Federasyonu'nun Luton'a yaptığı baskılar sonucunda maçın layığıyla oynanması mümkün olmamıştı. Geçtiğimiz yıl 1.Lig'den 2.Lige düşen Luton bu sezona da çözemediği maddi sorunlardan dolayı aldığı -30 puan ve 50.000 pound para cezası ile başladı.


Helmes & Ibiseviç

Her iki oyuncu da Bundesliga'nın 5.haftasını 6 gol 1'er asistle tamamladılar. Her ikisi de geçtiğimiz yılı 2.Bundesliga'da geçirmişlerdi ve her iki oyuncu da 2.Bundesliga'dan milli takımlarına çağırılma başarısını gösterdiler. Her ikisi de 24 yaşında, Helmes 5 ay büyük.

İsimleri geçtiğimiz yıldan konuşulmaya başlanan bu iki oyuncudan Alman Helmes bu yaz Köln'den Leverkusen'e transfer oldu ve geçtiğimiz günlerde sözleşmesini 2013 yılına kadar uzattı. Ibiseviç ise bu yıl Bundesliga'ya yükselen mucize takım Hoffenheim'da oynamaya devam ediyor.
Helmes yeni yeni ısındığı Bundesliga'da dikkatleri çekmeyi başardı, performansını biraz daha arttırabilirse formsuz -ya da uyumsuz- Gomez veya yine beklentilerin altında kalan Kuranyi'den formayı kapıp Klose'nin Alman Milli Takımı'ndaki yareni olabilir. Geçtiğimiz yıl Köln'ün en önemli gol silahlarından birisiydi. Son iki yıldaki kariyerine baktığımızda 2006/2007 sezonunda 19 maçta 14 gol, 2007/2008 sezonunda 33 maçta 17 gol attığını görüyoruz. Yeni hocası Labbadia da ondaki cevheri görmüş ve şans vermiş, o da eline geçen fırsatı gayet güzel değerlendirmeye devam ediyor. Biz Taner Süper Lig'i kaldırır mı diye tartışmaya devam edelim.



Ibiseviç'in hikayesi biraz daha farklı. 16 yaşında iken Basel tarafından keşfedildiğinde ailece İsviçre yollarına düşmüşler ama işler istedikleri gibi gitmemiş. ABD'de almışlar soluğu, Ibiseviç Amerikan Rüyası'nın gereği ve geleneği olaraktan lise ve kolej takımlarında oynadığı futbol ile dikkat çekmiş ve Bosna Hersek Ümit Mili takımına çağırılmış. El oğlu Dünya'nın neresinde olursa olsun buluyor vatandaşını. Ümit Milli Takım'da oynarken de o dönemde PSG'nin hocası olan Boşnak Vahid Halilhodziç'in dikkatini çekmiş ve Amerika günlerinden yadigar ABD vatandaşlığı ile tekrar Avrupa'ya, Paris'e dönmüş. Orada yeterince kendini gösteremeyip kiralık gittiği Dijon, akabinde Allemania Aachen ve sonunda hidayete erdiği Hoffenheim ile bugünlere gelmiş. Boşnak Milli Takımı'nda da geçtiğimiz yıldan beri görev yapıyor ve bu yıl başımızı çok ağrıtabilir.

10 Yıllık Meşale


Fotoğraflar 2 Aralık 2007 tarihinde oynanan Kızılyıldız-Hajduk Kula maçından. Tribünde çıkan tartışmada deşifre edilen bir sivil polis Kızılyıldız taraftarlarının saldırısına uğruyor. Kendisini savunmak için silahını çıkarıp havaya iki el ateş ediyor ve yardımcı kuvvetlerin gelmesi ile taraftarların elinden kurtuluyor. Maçtan sonra da ciddi bir şekilde yaralanmış olarak hastaneye kaldırılıyor.
O gün yaşanan olaylarda polise meşale atan Uros Misic adlı bir taraftar tespit edildi ve adam öldürmeye teşebbüs suçu ile 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu olay Sırbistan için bir ilk ve holiganizmin önüne geçebilmek için de atılmış çok önemli bir adım olduğu düşünülüyor.


Sırp seyirciler de bizim gibi çok ateşliler hatta bölgenin içinde bulunduğu durumu düşündüğümüzde çok daha hassas olayların içine girip spora herşeyi karıştırabiliyorlar. Yugoslavya’nın çözülmeye başladığı dönemde de birçok olay yaşanmış ve onlarca insan hayatını kaybetmişti. Olaylı Kızılyıldız-Dinamo Zagreb maçını hatırlarsınız. O dönemde özellikle bu tip farklı etnik grupları bir araya getiren maçlar patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Bu maç ile ilgili izlediğim bir belgeselde o dönem Dinamo Zagreb forması giyen Prosinecki maçı “Çocukluğumda bir arada yaşayan insanların nasıl düşman haline geldiklerini anladığım maç oldu” diyerek yorumluyordu. Aynı düşmanlık şimdi taraftar grupları arasında yaşanmaya devam ediyor ama bu kez farklı etnik gruplarda değiller. Başkent Belgrad’ın en önemli iki takımı Partizan ve Kızılyıldız taraftarları bu tip çatışmalara girmeye devam ediyorlar. İki grup da alabildiğine faşist, birisi tribünde Sırp Kasabı Miloseviç’in resmini pankart olarak açıyor bir diğerinin web sitesine girdiğinizde sizi “Kosova Sırbistan’dır” yazısı karşılıyor.


Kızılyıldız taraftar grubunun adı “Delije”. Andırdığı üzere “Delice” kelimesinden geliyor. 15.Yüzyılda topraklar Osmanlı egemenliğinde iken savaşçı delikanlılar bu isimle anılırlarmış ve Kızılyıldız taraftarı da kendilerine bu ismi uygun görmüşler. Aslında taraftar gruplarının isimleri bile yaşanan veya yaşanabilecek şiddeti tarif edecek nitelikte. Bir tarafta Partizan’ın “Mezar kazıcıları” diğer tarafta Kızılyıldız’ın savaşçı delikanlıları “Deliceler”. Yakın zamanda yaşanmış, fanatizmin boyutlarını ortaya koyan bir örnek var.
Delije liderlerinden Padja isimli bir taraftar yaşanan olayı kendisinin gerçekleştirdiğini itiraf etmişti. Şu anda Manu forması giyen Nemanja Vidic o dönem Kızılyıldız’ın kaptanıydı. Partizan kaptanı ile birlikte moda ile ilgili bir fotoğraf çektirdiler. Bu olayın ardından Vidic’in aracı park halinde iken parçalanmış bir halde bulundu. Padja olay yerine ceketine sakladığı bir silah ile gitmiş ve bu fotoğraf çekiminden dolayı aracı paramparça etmiş. Bu olay oyuncuların saha dışı ilişkilerinin bile taraftarlar tarafından kabullenilmediğinin bir kanıtı.
Delije grubu son lig maçında 90 dakika boyunca Uros Misic’in adını bağırmış ve verilen cezayı protesto etmiş ama tabii ki ceza değişmeyecek. Bizden çok da farklı olmayarak nefretle beslenen bir spor kültürüne sahip Sırbistan topraklarında olayların önüne geçmek de tek bir ceza ile sağlanamayacak gibi görünüyor.

Good Bye Lenin


Yönetmeni Wolfgang Becker olan 2003 yapımı duygusal komedi tadında bir yapıt.

İsmine bakıp da aldanmayın hemen. Berlin duvarı yıkılma süreci Almanyasını ve bu süreçte Batı ve Doğu Almanya'yı çok iyi özetliyor Wolfgang Becker.

Siyasi bir film olmamakla birlikte 120 dakika boyunca kendini keyifle izlettiriyor. Müzikler gerçekten çok iyi hazırlanmış. Neredeyse tüm Almanya'nın izlediği bir film olan Good Bye Lenin, "Acaba ne izlesem?" diyenlerin aklında bulunması gereken bir film.

http://www.sonyclassics.com/goodbye/flash.html
http://www.imdb.com/title/tt0301357/



Black

An unending darkness...
A world of shadows...
A ray of light that found its way...
A teacher's dream...
A student's miracle...
A valiant journey...
From ignorance to knowledge...
From darkness to light...
An extraordinary story of an ordinary life...

2005 Hindistan yapımı filmin yönetmenliğini Sanjay Leela Bhansali yapıyor. Amitabh Bachchan (Debraj Sahai) ve Rani Mukherjee (Michelle Mcnally)'nin başrollerini paylaştığı, iki yaşından itibaren kör ve sağır olan bir kız çocuğunun hayatını, bir yaşamın nasıl kazanılıp ve yeniden nasıl kaybedildiğini anlatan bir film. Kısacası sıradan bir yaşamın sıradışı bir öyküsü...

http://www.black-thefilm.com/main.htm
http://www.imdb.com/title/tt0375611/

Knowing


Knowing ABD’de Mart 2009’da vizyona girecek, buraya da o tarihe yakın bir zamanda düşer herhalde. Nicolas abimiz oynuyor.
1959 yılında bir öğretmen öğrencilerine 50 yıl sonra Dünya’nın nasıl olacağını düşündüklerini çizmesini ister. Elemanlar ev, robot, uçan araba çiziverir birşeyler ama bu öğrencilerden biri Nostradamus çıkar. Çizmez, sadece bazı rakamlar yazar. Bu resimler bir kapsüle koyulur ve 50 yıl sonra 2009 yılında açılır. Nicolas abimizin oğluna da bu aklıevvelin yazdığı rakamlar olan kağıt çıkar. Bozulur oğlan bu ne böyle, zaten bizde şans olsa kız doğardık der. Nicolas kıllanır, ver hele bakalım belki bir anlamı vardır der. Zaten anlamı olmasa film olmaz. Nicolas Akıl Oyunları tadında çözer rakamları. Rakamlar Dünya’da olmuş, olan, olacak felaketleri belirtmektedir. Depremler, yangınlar, tsunamiler vs. Şifreyi çözen Nicolas der ki; Yarın Dünya’nın bir yerinde 81 kişi Hakk-ın rahmetine kavuşacak. Nicolas Dünya’da bir yer der ama tahmin edin ne olur? Aynı eyalette bir uçak düşer. Olaylar bununla bitmez ama fragman bu kadar. Evet filmimiz kısmen ilginç sayılabilecek senaryosuna karşın tam bir Hollywood klişesi. Yine de olsun severim Nicolas Cage’i, delikanlı adamdır.

Daha iyi görüntü kalitesi için buraya.


http://view.break.com/574090 - Watch more free videos

22 Eylül 2008

Lig TV'ye 1, Ergün'e 2, Denizli'ye 3


Bu Melih Şendil para için neler yapar tahmin bile edemiyorum. Ekmek kapısı spikerliktir eyvallah, ona taraf tut denmiştir, ona da eyvallah ama insan bu kadar kıçını yırtmaz ki be kardeşim. Kendisine ilk Antalya-Beşiktaş maçında sinir olmuştum. Beşiktaş 3-2 öne geçtiğinde onun bağırdığı kadar, Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçındaki spiker bağırmadı. Bağırdığı kadar primi var sanırım. Lig TV'de sadece dört takımın maçlarının yayınlanması olayı da başka bir komedi, deveye niye boynun eğri demişler "Nerem doğru ki?" demiş.
Bu adamlarda adalet duygusu, tarafsızlık, eşitlik gibi ilkeler olmadığı gibi ticari zeka da yok. İzmit'in nüfusu ne kadar? Bursa'nın, Gaziantep'in, Antalya'nın, Eskişehir'in? Bu taraftarların hepsinin iki haftada bir deplasman yapacak halleri mi var? Araştırdın mı? Getirisi nedir biliyor musun? Değil Süper Lig takımlarının, 3.Ligdeki Göztepe'nin bütün maçlarını şifreli kanaldan yayınla bakalım kaç tane decoder satıyorsun? Madem gözünüzde paradan başka hiçbirşey yok ve kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez diyen federasyon da buna çanak tutuyor bari yaptığınız işi adam gibi yapın. Bazı konularda konuşabilse deve bile güler halimize.
Bu yılki yorumcular da tadından yenmiyor. Önce Oktay'ı dinledik. Bugün de Ergün'ü. Bir pozisyonda "Güzel pozisyondu yaa!" dedi. Sen kime yorum yapıyorsun avarel? gs tv'den mi izliyoruz maçı? Hayır ordan yayınlansa umrumda olmaz, basarım mute tuşuna izlerim. Kimler izliyor bu maçı farkında mısın? Ama suç sende değil seni oraya oturtanda tabi. Senin suçun da ağzından çıkanı kulağının duymaması. Futbolcu iken efendi bir adamdı Ergün, severdik, sayardık, çirkef yapmazdı ama insan yirmi yılda kazandığı saygıyı bir akşamda yok eder mi? Ediyor işte.
Bir başka komedi de Mustafa Denizli. Gaziantep maçından önce yorum yapıyor. Türk televizyonlarında çok fazla yabancı maç yayınlanıyormuş, bu maçlar yayınlandığı için insanlar Süper Lig'i izlemez olmuşlar, RTÜK bu konuya el atsınmışmış. Denizli, senin üç takımdan ibaret, adaletten yoksun, binbir hinliğin döndüğü çakma yıldızlarla dolu ligini kim ne yapsın? Herkes desteklediği takım varsa onu izliyor işte, bu maçlarda da kalite diye birşey zaten yok, laf ola beri gele. Bu adam ya İran'da çok fazla kaldı oradaki düzene alıştı, ya başına güneş geçti ya da Lig TV parayla adam bağlamayı çok iyi beceriyor bu adama bu lafları ettiriyorlar. Hatırlarsınız geçen yıl da Şansal efendi böyle kelamlar ediyordu sonra elli tane ligi kendileri aldılar yayınlıyorlar. Bu kanalın neresinden tutsanız elinizde kalır. Ah güzel ülkemin daha ciddi sorunları olmasaydı da şu futbol hadisesine birileri el atabilseydi. Avrupa liglerindeki adaleti, rekabeti, kaliteyi bizim görme şansımız yok, torunlarımız görürse şanslıyız.

Kafana sağlık Amigo Orhan!

Related Posts with Thumbnails