31 Mayıs 2010

Herşey Serbest


Maradona'nın takımına turnuva boyunca sevişmeyi serbest bıraktığını duymuşsunuzdur. Pozisyon olarak değil ama bazı kısıtlamaları da var tabi, içki içilmeyecek, tek eşli olacaksınız bıdı bıdı. Bu serbestliğin sağlanmadığı takımlar için nasıl bir kontrol mekanizması var onu da bilemiyorum. Örneğin Capello İngilizlere eşlerinizi getirmeyin, savaşa gidiyoruz demişti. Biz de takımda John Terry varken zaten kimse eşini getirmez demiştik.
Gidilecek ülke Güney Afrika olunca dışarıdan birilerini getirip çiftleşmek de problem olabilir, malum siyahi bayanlar, AIDS, paparazzi korkusu vs. Yani kontrol kendiliğinden de sağlanmış olabilir pekala.
Hayatı boyunca özgürlüğünün peşinden koşmuş, kelimenin tam anlamıyla canı ne isterse yapmış bir adamdan da böyle bir karar beklenirdi zaten. Hani hep tartışılır ya teknik direktörün futbol oynaması şart mı diye. İşte bu tip ayrıntılarda çıkıyor fark ortaya, adam yaşamış, turnuva ortamının ne kadar stresli, zaman zaman sıkıcı olabileceğini biliyor. Hoş birkaç kez sevişmekle o streste kalıcı bir azalma meydana gelir mi tartışılır ama bu özgürlük psikolojisi asıl can alıcı noktadır belki de.
Studs-up ara ara baktığım, fena işler yapmayan bir futbol-karikatür sitesi.
Karikatür oradan ama esprinin sonunu ayamadığımı da itiraf etmem gerek :)

30 Mayıs 2010

GOAL Haziran


GOAL dergisinin haziran sayısı Ege Görgün editörlüğünde hazırlandı.
GOAL Dünya Kupası Duvarı'nı dolduranlardan bazıları: Sevin Okyay, Cem Davran, Bağış Erten, Onur Ünlü, Banu Yelkovan, Uğur Vardan, İbrahim Altınsay, Burcu Esmersoy, Bülent Timurlenk, Kanat Atkaya, Kadir Çöpdemir, Tolga Akyıldız, Ali Ece, Ogan Tarhan, Yasir Kaya...
Yazarlardan Kocaelisporlu yönetmen Onur Ünlü'nün yazısının tamamı Ters Ninja'da yayınlandı, gerçekten okumaya değer, aşırı derecede samimi bir yazı.
Ben de artık yavaş yavaş en sevdiğim organizasyon olan Dünya Kupası ile ilgili birşeyler karalamaya başlamak istiyordum ama bunun üstüne birşey koymak zor gibi görünüyor. Ayrıntının ayrıntısına girip birşeyler çıkarabiliriz belki.

Birleşik Devletler


Milli Takım ABD ile yaptığı hazırlık maçını 2-1 kaybetti. İzlediğim ikinci yarı ABD'nin ataklarını savuşturmamızla geçti, birkaç da uzaktan şut denedik. Yine de genel olarak kötü değildik diyebiliriz. Pas trafiği ve sahaya dağılım konusunda Hiddink etkileri görülmeye başlanmış, umarım devamı da gelir. Bu arada ABD takımı da Rıdvan Dilmen'in dediği gibi vasat bir takım falan değil, öyle olmadığını Dünya Kupası'nda daha bir net görebileceğiz muhtemelen.
ABD deyince aklıma gelen tek adam ve tek olaydır. Roberto Baggio 1994 Dünya Kupası finalinde Taffarel'in koruduğu kaleye topu sokamamış ve bu olayın etkisinden uzun süre kurtulamamıştı.
Blogun doğmaya başladığı günlerde böyle birşey kaçmıştı elimden, vesile olsun.

29 Mayıs 2010

Abdülhamid'in Saz Heyeti


Hep içinde bulunduğumuz durumun vehametinden bahsediyoruz ya, artık biraz da kanıksamış durumdayız, bağırsak bağıramıyoruz, küfür etsek, deşarj olamıyoruz. Elimizden de pek birşey gelmiyor, atıyoruz içimize.
Amma ve lakin edilebilecek en ağır küfürü edelim rahatlayalım dersek kuşkusuz tercihimiz hakemlik camiası tarafından da kabul görmüş "Abdülhamid'in Saz Heyeti" küfürü olur. Serhan Gürkan'a, İ.Karaosmanoğlu'na kime isterseniz uyarlayın.
Hakem olmaya yeltenen ama bir parça kilolu, çok da sevimli bir adam olduğundan mütevellit asla üst klasmanlara çıkamayacak bir arkadaşımın anlattığı (benim de daha önce başka yerlerden duyduğum) bir anektod. Hakemlik camiasının kabul ettiği en yaratıcı küfür olan bu küfürün gidişatı "‘Abdülhamid’in saz heyeti ananı boğaz Köprüsünün ortasında biiiiiiip" şeklinde tezahür ediyor.
Bir rivayete göre Erman Toroğlu'na Kırıkkale'de böyle bir küfür edilmiş.
Maçı durdurmuş, tribüne çıkmış... “Niye Abdülhamid’in saz heyeti?”
“36 kişi de ondan...”
“Niye Boğaz Köprüsü’nün ortasında?”
“İki kıtadan da duyulsun diye...” demişler.
Bir başka rivayete göre ise bu küfür ilk defa Karşıyakalılar tarafından edilmiş. Hangisi ne kadar doğru bilemiyorum.
Yine bir başka rivayete göre bu saz heyeti 36 değil 850 kişiymiş. Sandallarla boğaza açılırlar, sanatlarını icra ederlermiş ve çok kalabalık oldukları için gerçekten hem Asya hem Avrupa kıtası tarafından dinlenirlermiş.
Muammer Erturan'ın konu ile ilgili bir şiiri de varmış bu arada.

Abdülhamid'in Saz Heyeti

Sıcacık bir gülüş,
keser ayaklarını yerden...
Hah işte! dersin,
işte buydu istediğim...
Canım benim! ..
Çalsın sazlar...
Dokuz sekizlik birşeyler
dokunduruver usta! ..

Ne kıyametler yatar,
ne dayatmalar,
ne bubi tuzakları,
Şeytan'ı bile çileden çıkaracak
ne şeytanlıklar oysa
zulasında...
Potansiyel sömürgedir ya
oldum olası yüreğin,
zokayı yedin gitti kesin...
Gelsin Hüzzam sonra...
Gitsin Saba...

O kadarla kalsa,
öp başına koy...
Asıl can alıcı fasıl
gelir ardından,
kasnaklama makamından bu kez...
Vurmalısından yaylısına.
üflemelisinden püflemelisine;
amatöründen virtüözüne
başlarlar öttürmeye...
De babam de! ..
Sanırsın
Abdülhamid'in saz heyeti sahnede...
Gelmiş geçmiş
en kalabalık heyetiymiş ya
tüm zamanların...
Sanırsın sahne
Boğaziçi köprüsünde...
Neden dersen...
İki kıta birden seyretsin diye...

Komplospor


Bize artık bu foto gider.
Eğitimiydi, düğünüydü derken rutine girebildim tekrar. Her zaman olduğu gibi benim yokluğumu fırsat bilen kozmik güçler çok acayip durumlara vesile oldular ve ben her zamanki gibi olan biteni zamanlıca yazamadım, daha kötüsü tam hızımı almışken yine her zamanki gibi şanssız bir baltalamaya kurban gittim.
Bu süreç içerisinde Kocaelispor'un eski ve yeni başkanları -biri haklı, biri haksız yere olmak üzere- cezaevine gönderildiler.
Ege Görgün, bu kadar kötü günler geçiren bir kulübün iletişimci belki de tek taraftarı olarak Dünya TV'deki programına Kocaelispor forması ile çıktı.
Ve bizler yine korku filmini sonunda ne olacak acaba diyerekten izlemeye devam ediyoruz.
Bu konular çok aşırı canımı sıkıyor, ayrıntılı yorum yapmak, anlatmak falan istemiyorum. İyi değil işte, olamıyor, oldurmuyorlar.
Lost'un kalan son 3 bölümünü de mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalışıyorum, değer veya değmez bilmiyorum ama en azından hala merak ediyorum (by sinekten yağ çıkaran adam)...

20 Mayıs 2010

Irak-86


Hikaye FourFourTwo'dan.
Maradona'nın efsaneleştiği 1986 Meksika Dünya Kupası'nda Irak, Meksika, Belçika ve Paraguay'la aynı grupta yer alıyor. O dönemin Irak kadrosu altın jenerasyon olarak anılıyor. Aynı zamanda Irak-İran savaşının da devam ettiği bir dönem ve Saddam da altın yıllarını yaşıyor.
Saddam'ın büyük oğlu Uday Milli Takım sorumlusu rolünü benimsemiş. Mantığı ve bakış açısı belli tabii ki. Korku kültürünü alabildiğine yaşayan ve yaşatmaya çalışan Uday turnuva öncesi hazırlık maçlarında Irak'ın İngiltere, Brezilya gibi takımlarla karşılaşmasını istemiyor. Korkusu ise Iraklı futbolcuların diğer futbolcularla dostluk kurabilecek olmaları. Utanmasa Dünya Kupası'na da göndermeyecek takımı aynı korkudan ama çok önemli bir propaganda şansı mutlaka, Dünya Kupası'nı kaçırmak istemediği gibi Irak'ın başarılı olmasının da şart olduğunu düşünüyor.
Irak bu takımlar yerine Brezilya'nın amatör takımlarıyla hazırlık maçı oynuyor. Flamengo ile yaptıkları maçtan önce soyunma odasında motivasyon toplantısı yapan isim yine Uday ve diyor ki "Brezilyalı oyunculardan ne farkınız var ki? Onlar da Adidas giyiyor, siz de." Iraklı oyuncular inanılmaz gaza geliyor(!) ve maçı 3-1 kaybediyorlar.
Turnuvada mutlak başarı bekleyen Uday'ın hayalleri suya düşüyor. Irak Meksika ve Paraguay'a 1-0, Belçika'ya 2-1 yenilerek erken havlu atıyor. Can korkusuyla fena da direnmiyorlar anlaşılan. 1986 yılındaki statüye göre kupada 24 takım çekişiyor ve ikinci tura çıkacak 16 takımın 4'ü en iyi 3.lerden oluşuyor. Belçika da bu takımlardan birisi ve Jean-Marie Pfaff'lı, Eric Gerets'li, Enzo Scifo'lu kadrosuyla yarı finale kadar yürüyor ama Maradona'nın 2 gol attığı maçta Arjantin'e 2-0 ile boyun eğiyor.
Turnuvayı tek gol, 3 mağlubiyet ile kapatan Iraklı oyuncuları Irak'ta elinde ustura ile Uday bekliyor ve tüm takımın saçları sıfıra vuruluyor. Dönemin forvet oyuncusu Ahmad-Rahim Hamad 2007 yılında yaptığı bir röportajda "Saçlarım örnek aldığım futbolcu Kevin Keegan modeliydi, turnuvadan sonra onlara veda ettim." diyor ama görünen o ki saçlarımla yırttığıma şükrettim demeyi unutuyor.

Meşhur Azteca Stadyumu'nda oynanan Meksika-Irak maçının bir videosu da mevcut. Mavililer Irak, gol 6:40'da.
Hakikaten iyi direnmişler.

Penaltı Noktası Kazma Rehberi

Öznemiz Memedimiz Orelyomuz. Yazık garibim kırk yılda bir penaltı kullanmış...Gerçi bunu da "kullandı" sayılmayabilir.
Kötü kullanılan penaltılar gördük de böylesine pek sık rastlanmaz. Bilica'yı falan geçiniz efendim, kazdı da ne oldu? Penaltı kaçmış olsa da asıl neden kazı değil, vuranın beceriksizliği.
Buyurun görün, layığıyla kazınan penaltı noktası nelere kadirdir? Yoksa Oorelyo kaçırmaz biliriz.

19 Mayıs 2010

Ne Oldum'a Dönüş Zamanları-4


1992-1993 sezonunu bu sefer daha bir özlemle anmaya devam edelim. Sezonun ilk yarısının panoramasında hakim renk yeşil-siyah.
O zaman kaçırdığımız şeyin ne kadar değerli olduğunu bugünlerde daha net anlama şansımız oldu. Gazetelerde "Kocaeli 5.Büyük" başlıklarının atıldığı dönemler belki de şampiyon olmamız -olabilmemiz- halinde modern Türk futbolunda birçok taşı yerinden oynatacak, yeni bakış açılarına çok daha önce kavuşmamızı sağlayacaktı. Biraz bizim beceriksizliğimizden -ki 2.ligden yükseldiğimiz ilk sezondu- biraz da bugünlerde çok daha belirgin olduğu için artık ciddi şekilde tepki görmeye başlayan "derin futbol" un etkilerini bertaraf edemeyişimizden dolayı 4.lükle yetinmek zorunda kalmıştık.
Bursaspor'un başarısından kendisine de pay çıkarmaya çalışıp bu olayı sözüm ona "Sivasspor Vizyonu" ile ilişkilendirmeye çalışan Bülent Uygun efendinin de bir parçası olduğu o kadro sezonun bitmesine yakın haftalarda frene basıp hayallerimizi yerle bir etmişti. Uygun, o dönemleri unutmuş ya da dediğim şekilde sezonun sonlarına doğru inzivaya çekilmiş olduğu için bu başarıdan hiç bahsetmiyor. Utanma duygusunun ya da Sivas'ta teknik direktör olarak daha büyük bir sorumluluk almış olmasının sonucu da olabilir. Mutluyum ki balonu çabuk patladı, yine ona inanacak birileri çıkar dolayısıyla pek umutlu değilim ama umarım bir daha hiç bir yerde görünmez.
Öyle sanıyorum ki Sivasspor'dan çıkarılacak tek ders iki sene üst sıralara oynamış olmanın hiçbirşeyi garanti etmeyeceği, kalıcı başarıların istikrar ile sağlanabileceğidir. Süper Lig'e çıktıktan sonra saçmalama rekorlarını alt üst eden kulübümüz için de güzel bir ders niteliği taşır bu durum.
İlk yarı gol krallığında 16 golle başı çeken Saffet'in sezonu 18 golle tamamlamış olması frenlemeye en güzel örneklerden biridir. Kalan 15 maçta ne yaptın be kardeşim?

18 Mayıs 2010

Dün Gece Messi'ni Öptüm de Yattım


Sayılarla ifade etmek gerekirse;
Şampiyonlar Ligi'nde 4'ü Arsenal'e olmak üzere 11 maçta 8, La Liga'da 35 maçta 34, toplamda  46 maçta 42 gol.
La Liga gollerinin dağılımı;
Sağ ayağıyla 8,
Sol ayağıyla 23,
Kafayla 3 gol.
Kaleyi bulan şut yüzdesi %22.
La Liga'da asist sayısı 9.
Yaptığımız yorumlardaki bir başka klişe, "Bu takım, takım oyunu oynamıyor, X'i çıkar elde var sıfır".
O "X"ler bir araya gelince takım olunuyor zaten, buna Barcelona da dahil.

Başkalık


Son iki posttan da görüldüğü üzere bu yıl en çok takdir ettiğim iki takım Bursaspor ve Bucaspor. Biri inanılmaz bir iş başararak Süper Lig Şampiyonu oldu, bir diğeri ise kısıtlı imkanlarıyla Süper Lig'e yükselmeyi başardı, dolayısıyla çok ilginç bir takdir durumu olmadığının farkındayım ama bizim içinde bulunduğumuz ahval ve şerait içinde bize yol gösterebilecek çok güzel iki örnek oldular.
Bu iki takımı da yakından takip etme şansım olmadı ama ilk fırsat bulduğumda iki takımın da bu noktalara gelinceye kadar yaşadıkları süreci irdelemek niyetindeyim.
Buca'da 10 yıl yaşadığım için Bucaspor'un altyapıya verdiği öneme, yaptığı yatırımlara ve nasıl bir temel üzerine inşa edildiğine biraz daha yakından şahit olma şansım oldu ama bir yerde yaşamak, bulunduğunuz yerle ilgilenmeyince çok da fazla anlam ifade etmiyor.
Bu iki takımı diğer takımlardan ayırıp başarılı kılan nüansları bazı haberlerde, kulüplerle ilgili kişilerin yaptıkları açıklamalarda yakalamak mümkün.
İlk örneğim Bucaspor Başkanı Dr.Mehmet Bektur.
Biz Türk futbolseverler olarak genelde "bir şekilde" parayı bulmuş, %90'ı bu paranın varlığı ile ilgili bir sosyal çevreye sahip, külhanbeyi tipli başkanlara alışkın olduğumuz için "Dr." sıfatı çok ilginç görünüyor. Bektur yaptıklarıyla da doktorluk sıfatının hakkını sonuna kadar veriyor. Mehmet Batdal'a yaptıkları 2 yıllık sözleşme uzatma teklifi ile ilgili açıklaması belki de bir Türk futbolcuya hitaben yapılan en ince, en insani açıklama.
Bu açıklamayı okuyunca aklıma Tugay Kerimoğlu'nun Glasgow Rangers'a transferi geldi. Tugay "Transfer teklifini neden kabul ettin?" sorusuna "Beni İstanbul'dan almak için özel bir uçakla geldiler. Oraya gittiğimde de bana gösterilen ilgi ve değer beni çok etkiledi" demişti.
Tüm dinamikleriyle Türk Futbolu olarak bu noktaya gelmemiz çok zor görünüyor olsa da buna benzer örneklerin yaşanmaya başlamış olması buruk bir umut doğuruyor insanın içinde.
"Büyük" takımların ve onların mantığını benimsemiş takımların (Bkz.Diyarbakırspor) başkanlarına, yöneticilerine, teknik direktörlerine (Bkz.Bülent Uygun, Tolunay Kafkas, Yılmaz Vural), onların yaptıkları açıklamalara, genel olarak hayata ve futbola bakış açılarına bir bakın, bir düşünün ve ardından aşağıdaki açıklamayı okuyun.

"Galatasaray'a transferi gündemde olan Mehmet Batdal ile görüşen sarı-lacivertli kulübün yöneticileri, genç futbolcuya 1 yılı opsiyonlu 2 yıllık sözleşme teklif etti.

Kulüp başkanı Dr. Mehmet Bektur, oyuncuya çarşamba akşamına kadar süre verdiklerini belirterek, ''Mehmet Batdal'ın kulübümüzde kalmasından yanayız. Yaptığımız ücret teklifi ile Galatasaray'ın önerdiği rakamın arasında çok büyük bir fark bulunmadığını o da gördü. Bizden bugün tedavisini sürdürmek ve bazı temaslarda bulunmak üzere İstanbul'a gitmek için izin istedi. Bu ince davranışı için teşekkür ediyoruz. Mehmet Batdal iki gün içinde son kararını verecek'' dedi."

Futbol alemimizin geneli bu mantıkta olsa, kulüpler bu şekilde yönetilse, Arap kültüründen en azından futbolda kurtulsak ne olur?
Evet, bence de çok sıkıcı olur, deplasmanlar olaysız geçtikten, yolda adam dövemedikten, rakibe ana avrat sövmedikten, sahaya elimize ne geçerse atmadıktan, deplasman otobüsünü taşlamadıktan sonra futbolun ne anlamı var ki?
Tüm bunları yazarken iğneyi kendime batırmayacak da değilim, hatta bazen hassas olduğum konularda (özellikle Körfezimize haksızlık yapıldığına inandığımda) ben de kantarın topuzunu fena halde kaçırıyorum ama kendim için de dahil olmak üzere "değişim" inancımı koruyorum ve şu an ütopya gibi görünüyor olsa da böyle bir Türk Futbol Alemi hayal ediyorum.
Bir gün gelir de biz model olarak İtalyalıktan kurtulup Almanyalığa doğru gider miyiz?
İşte onu bilmiyorum.


17 Mayıs 2010

Devrim


Layığıyla yazamadığımız blogumuzda bu duruma da yer ayırmamak olmaz.
Bütün komplo teorilerimizin çöktüğü, bütün genel geçer kurallarımızın yıkıldığı bir akşam yaşadık.
Ne dedik?
Al gülüm ver gülüm olur, Trabzon kupayı aldı, Fenerbahçe de ligi alacak dedik. Trabzonspor'da Onur, Giray, Egemen ve Cale dışındaki oyuncular bizi doğrulayacak gibi oynamış olmalarına rağmen, yanıldık...
Anadolu'dan bir daha şampiyon çıkmaz, yapmazlar, etmezler, Digiturk istemez, medya istemez, G.Saray, F.Bahçe, Beşiktaş ve tabii ki Trabzon istemez ve bir şekilde engellerler dedik. Bursaspor için Levent Kızıl faktörü olmasına rağmen, yanıldık...
Ertuğrul Sağlam vizyon kaybı yaşadı, Beşiktaş'tan ayrıldıktan sonra sıradan bir Anadolu takımında görev yapmaya başlamanın ne anlamı var ki? dedik, yanıldık...
1992-1993 sezonunda biz şampiyonluğa giderken son haftalar inanılmaz bir düşüş yaşamıştık. Sonradan gayrıresmi olarak kendilerinin de doğruladığı şekilde oyuncularımızın akıllarının çelindiğini, "Seneye sizi alacağız, maçlara fazla asılmayın, sakatlanmayın" diyen kulüplerin bizi sabote ettiğini öğrendik, aynı şey Bursaspor'un da başına gelir dedik, yanıldık...
Herşeyi geçtim yine bizim başımıza çokça geldiği şekilde hakemler engeller, federasyon izin vermez dedik, yine yanıldık...
Kocaelispor olarak yıllar boyunca birbirine ısınamamış, hatta açıkça birbirini sevmeyen iki taraftar grubuyuz ama Sezar'ın hakkını Sezar'a vermenin zamanıdır.
Bu arada an itibariyle TV'de futbol programlarını izliyorum. Hala daha Bursaspor'un şampiyonluğundan çok Fenerbahçe'nin nasıl ve neden şampiyon olamadığı konuşuluyor.
Bazı şeyleri değiştirmek imkansıza yakın derecede zor evet ama görüyoruz ki bazı şeyler değiştirmek gerçekten imkansız.
Her ne kadar önümüzdeki sene Manchester United-Bursaspor, Kocaelispor-Beykozspor maçlarını görecek olmak bizi derinden yaralayacak olsa da bu başarıyı takdir etmek bütün Anadolu takımı taraftarlarının görevidir diye düşünüyorum.
Tebrikler Bursaspor, yine inanmayarak söylüyor olsam da darısı başımıza.

05 Mayıs 2010

Buca Büyürken...


Bir zamanlar Dardanel'in desteğiyle Çanakkale Dardanelspor'un yaptığı gibi basamakları birer birer çıkan Bucaspor son haftalarda aldığı kötü sonuçlardan dolayı işini bir parça zora sokmuş durumda. Futbol kültürü kendisinden kat be kat fazla olan Adanaspor belki de bunun etkisiyle Buca ile aynı hizaya geldi. Bu arada adı geçen Dardanelspor da geçtiğimiz hafta bizim gibi Bank Asya'ya el salladı. Altay, Konya ve Karşıyaka'nın play-off'u garantilediği ligde son hafta Buca'da battı çıktı derdi olmayan Erciyes ile oynayacak Bucaspor veya Adana'da bir puan alıp ligi plaka koduyla bitirmek isteyen Karabükspor ile oynayacak olan Adanaspor direk çıkacak, diğer takım da çok daha meşakkatli bir sürece daha dahil olacak. O yüzden bana kalırsa bu haftanın en banko maçı Bucaspor, Adanaspor da son mermisini kullanacağı için Karabük'ün bu fanteziyi önümüzdeki yıllarda bir kez daha denemesi gerekebilir.
Bu yıl play-off sistemi ilk kez tek devrelik lig usülü oynanacak. Hem şans faktörünün azalmış olması hem de göreceli olarak ligi üst sırada bitiren takımın avantajına olması açısından mantıklı bir uygulama. Play-off maçlarının nerede oynanacağı ise henüz açıklanmadı, en azından ben duymadım. Maçların burada, İzmit'te oynanacağına dair söylentiler dolaşıyor olsa da "Cenaze evinde düğün olmaz" vecizesinden hareketle pek tavsiye etmiyorum. Kimseyle uğraşacak halimiz kalmamış olsa da özellikle Karşıyaka'nın maçlarında sıkıntı yaşanabilir.
Bizimle birlikte bir alt lige gelecek üçüncü takım da bu haftaki maçlardan sonra belli olacak. Adaylardan biri Rize ile oynayacağız ve bir türlü alamadığımız Büyükşehir Belediyesi desteğine sahada cevap vermek için Rize'yi yenip küme düşürmek istiyoruz nitekim B.B.Başkanı Karaosmanoğlu aslen Rizeli. Karaosmanoğlu'nun AKP temsilcisi olmasından dolayı oluşan Başbakan antipatisi de bir başka etken. Bunlar genel kanı tabii ki, biz düştükten sonra kim gitmiş kim kalmış şahsen benim hiç umrumda değil.
Düşme yolundaki diğer adaylar ise Süper Lig'den beraber geldiğimiz ve serbest düşüş konusunda rekor denemesinde bulunduğumuz Hacettepe ve yine bir dönem Kürşat Tüzmen'in desteği ile gündeme gelen Mersin.
Asıl gelmek istediğim konu ise daha önce uzun uzadıya anlattığımız ve altyapı çalışmaları ile dikkat çekip bugün geldiği noktayı daha ilerilere taşıması sürpriz olmayacak olan Bucaspor.
Yılların efsaneleri Karşıyaka, Altay ve hatta bir türlü belini doğrultamamış olsa da Göztepe'nin arasında sıyrılıp Süper Lig'in gişelerini görmeyi başaran Bucaspor'un U-15 takımı Danimarka'da Nike sponsorluğunda düzenlenen Manchester United Premier Cup'ta finalde Porto'yu penaltılarla yenip Avrupa Şampiyonu olmayı başardı.
Her ne kadar turnuvaya katılan takımlar arasında PSV ve Porto dışında üst düzey bir kulüp olmasa da bahsettiğimiz takımın imkanları diğerlerine oranla çok daha sınırlı olan Bucaspor olduğunu unutmayalım. Ayrıca alt yapısından tarihleri boyunca kayda değer oyuncular yetiştiren Kızılyıldız, Slavia Prag, Dinamo Zagreb ve İskandinav takımlarını da sayarsak bu yetenekli gençlerin başarısı daha net anlaşılabilir.
Bu hızla ve bu başarıyla devam ederlerse Bucaspor'un da bu takımlardan pek farkı kalmayabilir nitekim Bucaspor'u Bank Asya'ya çıkaran önemli isimlerden biri olan Ozan İpek'in Bursaspor'da yaptıklarını bu yıl net bir şekilde izleme imkanı bulduk.
Turnuvaya katılan tüm takımların listesi ve turnuva sonunda oluşan sıralama ise şu şekilde;
1. Bucaspor
2. FC Do Porto
3. FC Bravo
4. Brøndby IF
5. FC Zurich
6. Rommen SK
7. AGF
8. Vasas Academy
9. Red Star Belgrade
10. PSV Eindhoven
11. Slavia Prag
12. Brommapojkarne
13. NK Dinamo
14. Legia Warzawa
15. Konoplev YP
16. Tubruk Netanva
17. Sint-Truiden VV
18. FC Nitra
19. Academy Tyrol
20. HJK Helsinki
Belki de uzun zamandır görmediğim ve için için haset duyduğumdan, akıllı işler yapan, akıllı ve dürüst yönetilen kulüpleri seviyorum. Tarihe baktığımızda çok daha üstün göründüğümüz Bucaspor bunları yaparken biz hala altyapıdaki oyuncuların çoğunun torpilli olduğundan bahsediyoruz. Bu da kötü yönetimlerin bir kulübü ne kadar batırabileceğini, ne kadar çürüdüğümüzü ve küllerimizden doğmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha gözümüze sokuyor.
Bucalı gençlere tebrikler, umarım bizden de birileri bu durumdan haberdar olur ve -inanmadan söylüyor olsam da- feyz almayı başarır.

Related Posts with Thumbnails