31 Ocak 2009

ÇGHB - Gol Sevinci


Keşfedilen ya da ulaşılması zor birşey değil ama belki görmeyen vardır, izlemeyen kalmasın isterim :)

Futbol Katili


Böyle adamlar yüzünden maçlar 0-0 bitiyor. Arkadaşım bir çıkardın, iki çıkardın, uzatma dakikalarında daha önce 50 tane top çıkarıp yorulmuşken bu refleks de neyin nesi? Bir yere kadar kurtaracaksın, bir yerden sonra bırakacaksın artık, gol olunca da savunmaya ellerini açıp daha ne yapayım, Süpermen miyim ulan! diyeceksin. Hem senin klasın sarsılmayacak hem de biz gol görmüş olacağız.
Bir daha olmasın Brad Jones, gözüm üstünde Avustralyalı! 
(Middlesbrough 0 Blackburn 0)

Dünya Sporunun 7 Harikası

İngiltere'de yapılan "Barclays Spor Meydanları" anketi ile İngilizler dünya sporunun en ihtişamlı 7 spor alanını seçmişler. Kendilerine torpil yapmasınlar, objektif bir değerlendirme olsun diye İngiltere'deki spor alanları kapsam dışı bırakılmış. Bu ankete göre çıkan dünya sporunun 7 harikası aşağıdaki gibi. II.Louis Stadı'nı oldum olası sevmem. Süper Kupa maçları her daim orada oynandığı için olabilir ya da zengin zümrenin bulunduğu bir bölgede olduğu için de olabilir ama ondan değildir öyle olsaydı F1 Monaco Grand Prix'sinden de ("x" ve "s" harflerini de birbirine kaynak yaptık, haydi hayırlısı, huzurlarınızda Türkçe'den özür dilerim) nefret etmem gerekirdi halbuki en keyifli yarışlar orada koşulur. Neyse yazılı düşünmeyi fazla uzatmayalım. Monaco haricindeki stadyumlar mantıklı sayılır.
Benim oyum San Siro'ya. Fiziksel özellikleri haricinde de çok büyük anlamlar ifade ediyor. Milan ve Inter gibi iki devin bir stadı paylaşıyor olmaları çok tuhaf bir durum örneğin. Bu takımlar arasında oynanan Derby della Madonnina çok az derbi ile kıyaslanır. Şehir de Milano, daha ne olsun?

7. Melbourne Cricket Ground-Melbourne (%4)
Kapasite:100.000


6. Maracana-Rio de Janeiro (%4)
Kapasite:95.000





5. San Siro-Milano (4%)
Kapasite:85.700



4. Santiago Bernabeu-Madrid (%5)
Kapasite:80.354



3. Bird's Nest-Pekin Olimpiyat Stadyumu-Pekin (%14)
Kapasite:91.000


2. Camp Nou-Barcelona (%15)
Kapasite:98.772





1. Stade Louis II-Monaco (%18)
Kapasite:18.500


29 Ocak 2009

Çılgın Rafa ve Kakasız City





"Maçın ikinci yarısı çılgıncaydı. Maç çılgınca olduğunda bazı şeyleri kontrol edemezsiniz. Neden çılgıncaydı? Çünkü çılgıncaydı."


Benitez, 84.dakikada Mido'nun golüyle 1-1 biten Wigan-Liverpool maçını yorumluyor. Ya yorulmuş ya da ana dilinin İngilizce olmayışının sıkıntılarını yaşamaya hala devam ediyor.

"Kaka, wherever you may be
Have you heard of Man City?
Never go there,
It'll end in tears,
They haven't won a trophy in 33 years."


Manu taraftarlarının ilk kez söylediği rivayet edilen ve yine Wigan-Man City maçında Wigan tribünlerinden City taraftarına hitaben söylenen vecize. Çok paranız da olsa alay konusu olabiliyorsunuz işte. Tezahüratın videosu şimdilik yok ama şu melodi eşliğinde söyleniyor.


Bir Futbol Topu Yeter



Çok net hatırlayamamakla birlikte Paulo Coelho'nun Simyacı kitabında şuna benzer bir söz vardı "Bir insan birşeyi öğrenmek istediği zaman dünyadaki bütün güçler ona o şeyi öğretmek için elinden geleni yapar" Devamı son paragrafta...

Küçükken birçok vazo, cam kırmışlığım vardır. Sokağa çıkmama izin verselerdi vazoları kırmama gerek kalmazdı, benim suçum değil. Evin içindeki bütün toplar çöpe atılıp cezalandırıldığım için birçoğumuzun bulduğu çözüme ben de gitmiştim. Çoraptan top. Güzel de top olurdu iyi sardığınız zaman. Canınız top oynamak istiyorsa topun olmayışı bile sorun değil demek istediğim.
Obama'nın gelmesiyle kapatılmasına karar verilen Guantanamo Kampındaki mahkumların tek eğlencelerinin futbol olduğundan bahsetmiştik. Bir başka örnek de Gazze'den. En kötü şartlarda bile tek bir futbol topu psikolojik savaşı kazanmaya yetiyor. Bombalanmış, yıkık dökük evlerin, paramparça araçların önünde futbol oynayan çocuklar, gençler. Her an üstlerine bir başka bombanın düşebileceğinin bilincindeler. Belki alıştılar belki de artık bizim depreme baktığımız gibi bakıyorlar olaya. Bombaları kontrol etme şansımız yok ama top kontrolümüz gayet iyi.
Noat Samisa'nın bu konuya paralel yazısı da okumaya değer.
Kurtuluş Savaşı ve 2.Dünya Savaşı sırasında yaşandığı rivayet edilen futbol hikayelerine daha bir inanasım var artık.
Diyeceğim o ki "Bir insan futbol oynamak istediği zaman dünyadaki bütün güçler onun futbol oynayabilmesi için elinden geleni yapar"




Protesto Sanatı



Parası ödenmeyen çalışan tepkisi ne olmalı? Şeklinde bir soru sorulsa herkesin yanıtı kendi bulunduğu tarafa göre yön değiştirir. İşin içinde para olduğu için empati ikinci hatta üçüncü plana atılır. Beklesinler canım bizde kimsenin parası kalmaz masalı biz de aile geçindiriyoruz kardeşim söylemi ile çarpışır ama genelde sonuç değişmez.

Birçok takımın kötü dönemleri olmuştur/olacaktır. Bu sorunlar bazı kulüplerde maddi olabildiği gibi bazı kulüplerde de takımın aldığı başarısız sonuçlardan kaynaklanır. Takım kötü gittiği zaman kuşkusuz taraftarlar mutsuz olurlar ve gidişatı düzeltmek için kolları sıvarlar. İlk etapta yavaş yavaş gelen sesler zaman içinde yükselir ve koordineli şekilde toplumsal bir hareket haline gelir. Bu tepkinin tezahürü kültürden kültüre, ülkeden ülkeye farklılık gösterir. Bizde ilk tepki yönetimi veya futbolcuları tribünlerden kibarca uyarmak olur. Örneğin çok kötü gittiğimiz ilk yarı maçlarında artık sabrı kalmayan tribünlerimizden futbolculara doğru  "Sabrımız kalmadı, adam gibi oynayın!" şeklinde tezahüratlar yükselmişti. Ankaragücü maçında oyuncularımız iyice isteksiz ve ruhsuz bir futbol ortaya koymaya başlayınca sinirler daha da gerildi ve tezahürat "Oyna, oyna, oynasana lan!" halini aldı hatta tribünlere tepki veren Bülent Bölükbaşı'nın eşi, dostu, hısım akrabasının kulakları çınlatıldı kimileri tarafından. Son olarak da yönetime para vermemekle eleştirilen Büyükşehir Belediye Başkanı aleyhine bir yürüyüş düzenlendi ve başarısız zamanlarda kulübe sahip çıkmadığı için üzerinde resmi olan bir afiş yapıldı.
Bu tarz tepkiler bizim görmeye alışkın olduğumuz, ülkemiz kültürünün nev-i şahsına münhasır tepki verme şekilleri. Dünyada da farklı ülkelerde farklı tepki verme kültürleri mevcut ve benim görüşüm bu konuda en medeni ülkelerden biri İspanya. Bana çok ters geliyor olsa da bugünlerde İngiltere'den yayılan bir akıma kapılan ve şehirlerdeki otobüslerin üstüne "Tanrı kesinlikle yoktur. Yaşadığınız anın tadına varın." tarzında reklamlar koyulmasına izin veren İspanyollar özgürlüklerin resmen bokunu çıkarmış durumda. Bu kültürün bir yansıması olarak da herkes hakkını her platformda savunuyor.
Futbolda da akla gelen ilk tepkiler İspanyol takımlarının taraftarlarının ve futbolcularının verdiği tepkiler. Barcelona taraftarının beyaz mendil sallayarak teknik direktörlerini istifaya davet etmeleri gerçekten bir klasik. Deportivo karşısına "Çözüm ya da ayrılık" yazan tişörtlerle çıkan ve maç başladığında orta sahada birleşip duran Levanteli futbolcuların tepkisi de  tıpkı topu boş kaleye göndermeyen Deportivolu oyuncuların hareketi gibi takdir edilecek cinstendi.
Son örnek yine İspanya'dan. Yine bir ekonomik kriz ve 4 aydır ödenemeyen ücretler vakası. Kurbanlar İspanya 3.Liginin Granada FC oyuncuları. Melilla karşısına çıkan oyuncular maç başlar başlamaz dizlerinin üstüne çöküyorlar ve başkanları Paco Sanz'a karşı bir başka estetik protesto olayına imza atıyorlar.
İşe yarar mı bilinmez tabi ama takımdan kaçmadan önce elimizden geleni yaptık mesajı buraya kadar bile geldi.
Anlayana...

Video:

26 Ocak 2009

Çapayı Aldık, Hareket Zamanı



İlk yarıdaki kadrosundan 7 oyuncu gitmiş, yerlerine 11 oyuncu gelmiş, ilk yarıda 2 teknik adam eskitmiş, ikinci yarıya yeni bir teknik adamla başlamış, borç batağında yüzen, futbolcularına alacaklarını ödeyemeyen ama yine de ligde kalmak için çabalayan bir takım. Bütün bu olumsuzluklara rağmen alınan skor çok değerli, üstelik yendiğimiz takım dipteki rakiplerimizden biri. Bu galibiyetin ivmesi bizi ligde bırakır mı?
Onu da ben bilmem, futbol bilir.

Hayatımda ilk defa bir Kocaelispor maçına kelimenin tam anlamıyla nötr gittim. Rakibi az çok biliyoruz. Hacettepe sıralamanın sonlarında olsa da Sivasspor karşısında olduğu gibi zaman zaman iyi maçlar çıkarabilecek potansiyele sahip bir takım, hocası Erdoğan Arıca da yabana atılacak bir isim değil. Üstelik devre arası hazırlık maçlarında da hiç fena sonuçlar almadılar. Dolayısıyla her ne kadar gönlüm başka bir sonuca el vermiyor olsa da bu maçı kesin kazanırız diyemiyordum. Bizim de ne yapacağımız, nasıl oynayacağımız, en önemlisi kimlerle oynayacağımız belli değildi. Yine bir dolu transfer, üstelik neredeyse hiçbirinin adını daha önce duymamıştım. Tek umudum yenilerin iyi çıkma ihtimaliydi ve umudum boşa çıkmadı. Yerli oyuncular hadi neyse de yabancı transferler neye göre yapıldı, nereden izlendi ya da her zamanki gibi kim tavsiye etti? Ondan da haberim yok ama her nasıl olduysa yönetim Süper Lig'e çıktığımız günden beri ilk defa doğru bir iş yapmış. Gelen oyuncular en azından kendilerini Messi zanneden 10 yıl öncesinin ruhsuz ex-yıldızları değiller. Besbelli ki bir amaçları var, kendilerini gösterme çabaları var ve çok kısa süredir birlikte olmalarına rağmen hiç değilse görünürde bir bütünlükleri var. Bütün bunları bir araya getirdiğimde de ligde kalma umutlarımızın bir parça daha arttığını rahatlıkla söyleyebilirim. Mutlaka çok erken, sonuçta aynı oyuncuların ilk maçın ardından heyecanlarını yitirmeleri mümkün, paraları ödenmediği(ödenmeyeceği, ödenemeyeceği) için motivasyonlarını kaybetmeleri de mümkün ama yönetimin aynı hatayı tekrarlamayacağına inanmak istiyorum. Yok tekrarlarsa da aynı hatayı iki kez yapana ne isim verildiğini kendilerine hatırlatmak gerek.
Maçı anlatmaya tribünlerden başlamak lazım. Çok ilginç bir şehirde yaşıyoruz ve çok ilginç bir taraftarımız var. İlginçliğin nedeni Türkiye'de görmeye pek alışkın olmadığımız kayıtsız, şartsız destek. Sıralamanın neresinde olursak olalım, takım ne kadar kötü gidiyor olursa olsun hatta bu maçta olduğu gibi formayı sırtına kimlerin geçireceğini bilelim ya da bilmeyelim o tribünler doluyor. Daha önceki maçlarda olduğu gibi mahşeri bir kalabalık yoktu açıkçası, biraz daha rahat girip biraz daha rahat maç izledik ama yine de maraton ve numaralı tribünlerin tamamı doluydu, deniz tarafı kale arkası alt kısımlardaki küçük boşluklar haricinde doluydu, dağ tarafı pek dolu değildi ama o bölüm lanetli zaten, Barcelona da gelse dolmaz.
Bu kalabalığın özellikle ilk golün ardından verdiği destek de görülmeye değerdi. Her takım için geçerli olacağı üzere takım ve tribünler birbirlerini karşılıklı olarak ateşliyorlar. Takım oynadıkça tribün coşuyor, tribün coştukça takım oynuyor. Bu kadar coşku Taner'in attığı 3.golümüzün ardından patlama noktasına geldi ve kale arka tribünlerine koşan Taner'in üstüne yaklaşık 100 kişi atladı, bir kısmı öpmeyi bir kısmı sırtını sıvazlamayı bir kısmı da saçına başına dokunmayı başardı. O hengameden sağlam çıkıp sahaya döndüğünde sevindim hatta. Bu sezon hafif Lihtenştayn modunda olduğumuz için bu tip sevinçlere hasret kaldık, ne kadar özlediğimizi de bu tip olaylar gerçekleşince ancak anlayabiliyoruz.

Yeni hocamız Erhan Altın uzun yıllardır Güvenç Kurtar'ın yardımcılığını yapıyordu. Onun yanında yetişti diyebiliriz. Kurtar hangi takıma gitse ekibinde yer aldı ve oynadığımız futbola bakınca Güvenç hoca etkilerini görmemiz mümkün oluyor. Kurtar son yıllarda biraz daha gerçekçi bir futbol anlayışına dönüş yaptı. Eski zamanlarında sürekli hücumu düşünen, takımını yediğimizden fazlasını atalım mantığıyla oynatan bir hocaydı. Daha sonraları ise en son görev yaptığı Bursaspor'dan ayrılmasına da neden olan biraz daha defansif bir anlayışa geçti. Erhan Altın da bu anlayışı Kocaelispor'a uyguluyor, iyi de yapıyor. Bana göre en iyi hoca elindeki malzemeyi en iyi değerlendiren hocadır. Çok ciddi bir gol atma sorunu yaşamayan ama açık ara ligin en kötü defansına sahip takımda çözülmesi gereken ilk sorun savunma hattıydı. Erhan Altın gelir gelmez savunmaya yönelik birçok oyuncu transfer etti ve bu yeni transferlerden dördü, stoper olarak Azeri Reşad Sadıgov ve Emrah Kiraz, defansif orta saha olarak da Sloven Luka Zinko ve Hasan Uğur ilk onbirde görev aldılar. Dörtlü savunmanın önünde biri uzun biri kısa olmak üzere iki defansif orta saha, Zinko ve Hasan görev yaptı. Önlerinde hücuma dönük olarak Murat Hacıoğlu, kanatlarda Agbetu ve Uğur Daşdemir, en ileride de Taner Gülleri. Böyle olunca savunmada verdiğimiz açık sayısı çok azaldı. Taner'in yerinde kaçışları ve sürati ile kontra bulma şansımız oldu. Kanat savunmacılarının Agbetu ve Uğur'u desteklemeleri ile kanat etkinliği de sağlandı. Yalnızca Hacıoğlu yerine topu daha iyi saklayabilecek ve daha yerinde paslar atabilecek bir oyuncu olsa daha iyi olur ama bu kadar imkansızlık içinde onu da görmezden gelebiliriz.
İlk gol yine bir Taner klasiğiydi. Attığı iki şutla "bin tane de şut çeksem biri kaleyi bulmaz" diye bağıran Zinko maç boyunca topla yaptığı en iyi hareketi yaptı ve Taner'e ara pasını bıraktı. Taner ilk olarak güzel bir bilek feykiyle Orhan Şam'ı geçti -ki Orhan maç boyunca aynı şekilde bir daha geçilemedi- kanattan süratle girip Agbetu'yu gördü ve artık bizim Nijeryalı diyebileceğimiz Obafemi Martins bozması sempatik Akeem topu boş kaleye yolladı. İkinci golde golü anons eden spiker "Bileeeeer" diyecek biz de "Receeeeep" diye bağıracağız zannettim. Hacıoğlu'nun araya girişi ve Taner'in fırsatçılığı takdire değer olsa da biraz balık esanslı bir goldü. Üçüncü golde yine bir Taner klasiği, önüne bırakılan top ile hızlı bir dribling ve klas bir plase. Bu arada maç boyunca 50 kere ofsayta düştük. Hacettepe'nin ofsayt taktiği çoğu zaman işe yaradı ama yaramadığı iki pozisyonda da golü bulduk. Arıca hocaya ayrıca teşekkürler. Artık yavaş yavaş maçtan çıkmaya hazırlandığımız dakikalarda da Hamza kariyerinin golünü attı. Şanslıyım ki topa Hamza vuruyor diye bakmamazlık etmedim. Haksızlık etmek istemem ama bu tip şutlarına hatta hücuma yönelik hareketlerine pek alışkın olmadığımız Hamza uzaydan vurdu, Recep de bizim gibi izledi. Hamza'yı biraz daha kendine güvenir gördüm. Fuat Yaman, Kayhan Çubuklu, Engin İpekoğlu ve Yılmaz Vural'ın ardından Erhan Altın Kocaelispor formasıyla çalıştığı 5.hoca oldu. Hocalar bir bir değişirken kadro da rahat durmadı, ne gelenin hesabı kaldı ne de gidenin ama Hamza yerinde kalmayı başardı ve üst devre oldu. Bu güvenin kaynağı bu durumun bir sonucu olabilir. 3.golün pasını veren kişinin de Hamza olduğunu hatırlatalım.
Bu sonuçla dipten kurtulmayı başardık. Önümüzdeki hafta Gençlerbirliği maçı daha da önemli bir hal aldı (Bu arada bu maçı Cumartesi 14:00'e alan TFF Allah'ından bul!!!). Önümüzdeki 4-5 maçta daha bu performansı sürdürebilir, kötü oynasak da puan almayı başarabilirsek bloglarımızda paylaşabileceğimiz önemli bir futbol olayını hayata geçirmiş oluruz. Taraftar, takım, hoca hatta bir kez daha saçmalamazlarsa yönetim an itibariyle normale dönmüş durumda. Başka aksilik çıkmasın yeter.
Yenilere ayrıca değinmek istediğim için sona sakladım çünkü neredeyse hepsi şaşırtıcı derecede iyilerdi. Üstelik birlikte sadece bir haftadır antrenman yapıyorlar, uyum, istikrar vs. hak getire. Agbetu ve Zinko Türkçe sadece top demeyi öğrenmişlerdir muhtemelen, o da argo anlamıyla. Çok genç oyuncular, ilk defa
profesyonel bir lig maçına çıkanlar var. Tabii ki Hacettepe maçı tam anlamıyla bir ölçü değil. Tek bir maçta karar vermek de mümkün değil ama  oynayanlarla ilgili bir "ilk intibamız" var.

Akeem Agbetu

"21 yaşında kısa boylu bir Nijeryalı forvet" dendiğinde aklınıza hangi resim geliyorsa işte Akeem onun ta kendisi. Kıpır kıpır, çok hareketli, süratli, top tekniği çok üst düzey değil ama yaşıtlarının çoğu gibi topla çok fazla oynamak gibi bir derdi de yok. Bazen yalnız kaldığından bazen yeteneklerini biraz daha geliştirmesi gerektiğinden bazen de Cesar ile anlaşamamalarından dolayı hücumda aksadığı anlar oldu ama yine de ilk maçı olmasına rağmen vasatın üzerindeydi. Golünü de attı. Özellikle geri koşup rakibi bozduğu bir çok pozisyon oldu, enerjisi oyundan alınıncaya kadar üst düzeydeydi.
Danimarka'nın Kolding FC takımından gel(miş). 9 kez  Nijerya Ümit Milli Takımı formasını giymiş. Nijerya Ümit Milli Takımı'ndan rastgele 7 adam alınıp yabancı olarak kullanılsa hayır demem. Hem kaliteli hem sempatik adamlar.
Tribünlerle de arası ilk maçtan çok iyiydi. Maç öncesi sempatik bir oyuncu olduğunu anladık, maç içinde golü atınca yine tribünlere oynadı. Hele oyuncu değişikliği sırasında tabelada 80 numaranın yandığını gördükten sonra maratona dönüp kendi kendine alkışı başlatmış olması bizi bitirdi. Karşı tarafa geçince de formasını numaralıdan birisine verdi. Ankaragücü maçında Bülent Bölükbaşı aynı numaralıya el ve kol hareketlerini vermişti. Güle güle Bölükbaşı, seni hiç özlemeyeceğiz!

Emrah Kiraz

O da 21 yaşında, Bursaspor'dan 6 aylığına kiralık ve umuyorum satın alma opsiyonumuz vardır. Kapalı savunmada çok etkili gibi görünüyor. 1.92 boyunun hakkını veriyor. Maç boyunca bir tane bile hava topu sektirmedi. Sadıgov'la sanki çok uzun zamandır birlikte oynuyorlarmış izlenimi verdiler. Yerden gelenleri Azeri topladı havadan gelenleri Emrah. Dikkatimi çeken bir saçmalık da yapmadı maç boyunca. Serbest vuruşları kullanma tekniği de dikkat çekiciydi. Bizim savunma oyuncularımızda görmeye alışkın olduğumuz şekilde şişirme vuruşlar yapmıyor, vuruşları yaparken ayağını açılı kullanıyor ve falsolu toplar gönderiyor. 2.golümüzde Recep'in sektirdiği top Emrah'ın serbest vuruşundan gelmişti. İlk görüşüm gayet güzel, umarım olumsuz anlamda bir değişiklik olmaz.

Reshad Sadıgov

Azeri Sadıgov bir pozisyonda belinin çıkması dışında iyiydi. Yanılmıyorsam çalımı atan oyuncu Sandro'ydu, Sadıgov indirmek zorunda kaldı ve sarı kart gördü. Bu pozisyon dışında araya girişleri çok yerindeydi, Emrah ile birlikte pozisyon veya adam paylaşımı hatası da yapmadılar. Zaten savunmada kalabalıktık biraz da bu nedenle başarılı gözüktüler. Erhan hocanın savunma tercihleri bu yüzden doğru görünüyor. İki stoper de kapandığımız anlarda iş görüyorlar, geriye düşersek ve birebir yakalanırlarsa neler olur? Ben de merak ediyorum. Ama şimdilik iyi, en azından Tolga, Ufuk veya Özgür Bayer'i aramıyoruz. Tutoriç konusunu hiç açmayalım.
Bu arada arkadaşımız Mosheau'ye özenmiş, forma numarası "1".

Luka Zinko

Fotodaki uzun boylu 25 numara Luka Zinko. 1.85 boyunda Slovenya'nın Domzale takımından transfer edildi. Domzale son iki yılın Slovenya şampiyonuymuş(muş) ve Zinko tüm maçlarda 90 dakika forma giymiş. Bizi ilgilendiren bölümlere geçersek ilk olarak bu oyuncu ile diğerleri gibi 6 aylık sözleşme imzalanmamış, 2,5 yıllık imzalanmış. Demek ki birileri kendisine çok güveniyor...dur herhalde. Açıkçası ben net birşey söyleyemiyorum. Hava toplarında iyiydi. Boyu uzun daha önemlisi zamanlaması ve yer tutuşu gayet iyi. Hacettepe'li oyuncular 3-4 kez hava topu süzülürken Zinko'ya faul yaptılar. Amma ve lakin top yere indiği zaman korkulu dakikalar başlıyor. Hiç şut çekmezse çok sevinirim, benim yarim gelişinden belli derler ya topa gelişinde hayır yok. Uzun mesafeli pas atamıyor. İkinci yarı birkaç kez önce Agbetu, oyuna girdikten sonra Patrice müsait durumdaydı, bazılarında göremedi, gördüklerinde de çok kötü paslar attı. Taner'e attığı ara pası iyiydi. Onun dışında topla oynama konusunda zayıf ama hava topu ve rakip bozma konusunda başarılı diyebilirim. Sonuç; biraz daha izlemek lazım.

Uğur Daşdemir


Hepimiz FM hayranıyız. En azından oynamışlığımız vardır, olmadı en azından görmüşlüğümüz vardır (o da yoksa lütfen siteyi terkedin). FM'de altyapıdan bir oyuncu çıkartıp, zaman verip, sabredip, büyük takımların peşinden koşmalarını izlemekten hatta fahiş bir fiyatla satmaktan, satmazsak da Milli Takımda yükselişini izlemekten daha keyifli ne olabilir? Bu senaryo da Uğur için geçerli. Henüz 19 yaşında ve ilk profesyonel maçına çıktı. Buna rağmen sağ kanatta gayet başarılı bulduk. Yerinde kaçtı, yerinde kesti. Gerektiğinde ters toplar da attı ve savunma ve hücumda Serkan Yanık ile beklediğimizden daha iyi anlaştılar. Uzun zamandır alt yapıdan gelen böyle umut verici bir oyuncu görmemiştik. Şans verilmezse göremeyiz tabii, gayet doğal. Tabii ki henüz ilk maçı yorum için erken ama başlangıç gayet iyi, umarım devamı gelir.

Hasan Uğur


Yenilerden beğenmediğim tek isim Hasan. Savunmaya yönelik iki orta sahacıdan biriydi. Erhan Altın biri uzun biri hızlı iki adam ile hem havadan hem yerden gelen topları toplamayı düşünüyor zannettim. Zinko uzun olanıydı, Hasan da hızlı....olması gerekirdi ama değildi. Araya girdiği pozisyonlar oldu ama biraz kuru kalabalık şansı gibiydi. 4.golde Hamza'ya attığı top dışında işe yarar bir pasını da görmedim. Etkisiz bir şutunu hatırlıyorum, o boyla hava topu alma şansı zaten yok. Başka da birşey yok. Görüntü itibariyle fazla cılız duruyor ve inanılmaz panik. Bu kadar.

Gördüklerimiz bunlar. Aşağıdaki de yeni takım fotoğrafımız. Bu kadro bizi ligde bırakmayı başarabilirse -ki buna inanıyoruz, inanmak istiyoruz- adları Körfez tarihinde önemli bir yere sahip olacak.
Umutlandık, vallahi umutlandık...





22 Ocak 2009

Güntekin Onay ve Taraftar Sosyal Anketi



İkinciden başlayalım. Taraftar Sosyal Anketi sonuçlarını hepimizin merak ettiği ciddi bir çalışma gibi görünüyor. Duymayan kalmamıştır ama üstümüze düşeni yapalım. Yalnız çok fazla soru var, uyarayım :)

Güntekin Onay'ın Ntvspor'da yayınlanan ve yüksek derecede anlamlı bulduğum yazısının başlığı yazıyı güzel özetliyor;

Adalet, hukuk, eşitlik üzerine...


Hani bizim ligimizde olmayanlar var ya, hah işte onlar...

Yes Man



Jim Carrey'nin bulunduğu filmler benim için çikolatalı pasta gibidir. Ne kadar kötü olursa olsun, sonuçta çikolatalı. Böyle dedim diye filmi kötü zannetmeyin. Biraz Liar Liar biraz Pay It Forward, yine bolca mimik, bolca komiklik, nihai karar; keyifli ama tadımlık.

Halit Akçatepe bir röportajında "Günümüzde Kemal Sunal'ın rollerini gerçekleştirebilecek tek isim Jim Carrey'dir" demişti. Kendisine bu adam salak galiba dedirtmeden bu kadar çok mimiği başarıyla gerçekleştirebilen çok az oyuncu vardır sanırım. Sanatsal yönden ne kadar doyurucu işler çıkarır bilemem, açıkçası ilgilenmem de. Zaten onun adının geçtiği bir filme gidiyorsam tek beklentim gülmektir. Sinemadan çıktığımda yeterince güldüysem başka birşey de aramam.
Olaya derinden bakanlar filmin, asla umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini, hayatın sürprizlere açık olduğunu, biz istersek hayatımızı rayına oturtabileceğimizi anlattığını söyeleyebilirler, bence ise yapımcıların böyle derin anlamlar ifade etmek gibi bir dertleri yok ama hikayeyi bu tip unsurlar ile desteklemiş olmalarının filmi biraz daha izlemeye değer kıldığı da bir gerçek.
Filme eksi puan verebileceğim iki unsur var. Birincisi Liar Liar filmini bolca hatırlatıyor olması. Hatırlarsınız o filmdeki karakter doğru söyleme hastalığına yakalanıyordu ve başına gelmedik iş kalmıyordu. Bu filmdeki Carl Allen da evet deme hastalığına yakalanıyor (daha doğrusu bunu tercih ediyor ama bir bakıma mecbur da aynı zamanda) ve başına gelmedik iş kalmıyor yalnız bu konuda film boyunca tutarlı değil. Bazen en olmadık yerlerde sanki istisnasız herşeye evet diyormuş gibi görünüyor, bazı yerlerde kibarca ya da durum gereği hayır dediği de oluyor. Hayır dediği için başına gelen bazı olumsuzlukların olduğu bölümlerden bahsetmiyorum, o bölümler zaten filmin anafikrine uyuyor ama zaman zaman anafikrin kaçtığı da oluyor. İkincisi ise filmin yapımcısı Harry Potter'ın da yapımcısı olan David Heyman olduğu için Harry Potter serisine lüzumsuz göndermeler var.
Bazen sanki tek amaç seyirciyi güldürmekmiş gibi abartılı anlar olsa da izlemeye değer bir "komedi" filmi diyebilirim. Özellikle benim gibi bir Jim Carrey hayranıysanız.
Bu adamı bildim bileli aynı hareketler, aynı ifadeler, baydı artık diyorsanız uzak durmanızda fayda var.
Netice itibariyle gülmek isteyenlere tavsiye ettim. 
IMDB
Resmi Site

50 Yıl Önce Paris'te; Lemi Yerli



Karşıyakalılar haricinde çok bilinen bir hikaye olduğunu sanmıyorum. Bundan 57 yıl önce, 1952 yılında Karşıyakalı bir Türk futbolcu, Lemi Yerli'nin Fransa'nın Racing kulübüne transfer olması ve orada yaşadıklarının kısa bir özeti. Racing o dönem Fransa Ligi'nde Paris'i temsil eden kulüplerden biri, belki de yeganesi. Profesyonellikten, endüstriyel futboldan, paradan, puldan çok öte bu hikaye Lemi Yerli ile gerçekleştirdiği sohbetin ardından Cevdet Florat tarafından kaleme alınmış.
Aşağıdaki bölüm Florat'ın Karşıyaka ile özdeşleşmiş isimlerin hayat öykülerini paylaştığı "O Bir Karşıyakalı" kitabından alıntıdır.


"Lemi Yerli, KSK’yi uluslararası alanda temsil etmiş bir sporcudur. Fransız Racing kulübünde futbol oynadı. 1980 yılında federasyon üyeliği sırasında canını dişine takarak KSK’yi mahalli küme bataklığından kurtardı.
KSK tarihinin en değerli insanlarından biridir Lemi Yerli. Ona tüm Karşıyakalılar olarak sevgi, saygı ve vefa borçluyuz. Lemi Yerli 1926 yılında Rıfat Bey ve Suzan Hanım’ın tek çocuğu olarak Karşıyaka’da doğdu. Karşıyaka Cumhuriyet İlk Okulu ve Karşıyaka Ortaokulundan sonra Karşıyaka Lisesi’ni ilk mezunu olarak 1947’de bitirdi. Yüksek Öğrenimini Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu’nda yaptı.
Lemi Yerli, ortaokul son sınıfta futbola başladı. Asım liglerinden KSK’ne seçildi. Ortaokul son sınıfta milli ligde oynamak yasakken kaçak olarak milli ligde oynama imkanı buldu. 1943 ile 1955 yılları arasında devamlı olarak futbol oynadı. Ayrıca bu yıllarda güreş ve yüzme sporlarını da yaptı. 1951-1952 sezonunun şampiyon takımında yer aldı. 1947 yılında KSK’nin Atina yolculuğunda o da vardı. Panathinaikos ve Yunan milli takımı kalecisine “Lastik Adam” adı verilen Niko Pecarapulas’a attığı gol ayakta alkışlanır.
1952-1953 ve 1954 yıllarında futbol yaşamını Fransa’da sürdürdü. “Nasıl oldu da Fransa’da oynadınız” diye soruyorum. “ Vahap Özaltay benim oynadığım Racing takımında oynamıştı. O zamanlar birlikte oynadığı takım arkadaşı Racing Kulübü’ne menajer olmuş. Mektuplaşırlarken iyi bir orta saha oyuncusu istemiş. Vahap Özaltay bana geldi ve “gider misin?” diye sordu. Ben de kabul ettim. Vapur bileti yolladılar. Beni Marsilya’da karşıladılar. Fransa’da kaldığım sürece kulüp yetkilileri ve futbolcular beni bağırlarına bastılar.” Yalnız diyor Lemi Yerli, “ Yalnızca bir olay oldu. Paris’e daha yeni gitmiştim. Bir hazırlık maçı yapmıştık ve akşamına kampa girmiştik. Fransız bir takım arkadaşım ile aynı odada kalmam uygun görülmüştü. Gece yattım. Bir ara kalktım baktım arkadaş takım elbiseleriyle yatakta oturuyor. Nedenini sordum. Cevap veremedi. Daha sonra sordum ve Ermeni asıllı olduğunu öğrendim. “ Türkler bizi astı kesti” söylentileriyle büyümüş ve benim o gece onu keseceğimden çekinmiş, öylece oturuyor.”
Fransa’da yaygın olarak bulunan et domuz eti olduğundan Lemi Yerli de yemek problemi yaşamıştır. “Bir gün menejere bu konudaki sıkıntımı anlattım. O da aşçıyı çağırıp benim için kuzu pirzolası yapmasını istedi. Neyse ben yemeğimi afiyetle yedim. Meğerse beni kandırmış. Ben de domuz etini kuzu pirzolası niyetine yedim.”
Lemi Yerli’li Racing birinci yıl 4., ikinci yıl 5.olur. Racing maçlarını 60 bin kişilik Colombe Stadı’nda oynar. Bu stadın 16 tane antrenman sahası vardır. Lemi Yerli bu tesisten çok etkilenir. Sözleşmesi bittikten sonra Karşıyaka’ya geri döner. Döndükten sonra 1 yıl daha futbol oynar. Daha sonra yedek subaylığını yapmak üzere Polatlı Topçu okuluna gider. Burada enteresan bir anısı vardır. “ Bir gece ben uyuyorum. Üst rütbeli subaylar benim yanlarına gelmemi istemişler. Merak etmeye başladım. “ Acaba bir hata mı yaptım? Diye içim içimi yiyor. Beni komutanların yanına götürdüler. Meğerse Racing takımında beraber oynadığım takımın kalecisi Fransız Ordu takımı ile Türkiye’ye gelmiş ve beni sormuş. Subaylar da beni bulacaklarına dair söz vermişler. Arkadaşlarımla görüştük. Bu arada üst rütbeli subaylar da “ Neden Fransa’da top oynadığını söylemedin ? “ diye bayağı kızdılar bana.”
Lemi Yerli, 1954 yılında evlendi. 1955 yılında ordu milli maçında sakatlanır ve futbolu bırakır. Çiftçi bir ailenin çocuğu olduğundan arazilerinde ziraatla uğraşmaya başlar. Tam 35 yıl hayvancılık ve ziraatçılık yapar. 1980 yılında İbrahim İskeçe başkanlığındaki federasyona seçilir. Karşıyaka’nın mahalli ligden ikinci lige çıkarılmasında büyük rol oynar. Süleyman Özçalışkan, Akın Barhan ve Ertuğrul Dilek’in büyük pay sahibi olduğunu söylüyor Lemi Yerli. Büyük mücadele yapılır. İbrahim İskeçe 3.ligi kaldırmak istemektedir ama planlarında KSK’nin 2.ligde yer alması yoktur. Spor bakanı Talat Asal onun istifasını kabul eder ve yerine Mazhar Zorlu getirilir. Lemi Yerli ve arkadaşlarınca hazırlanan taslak kabul edilir ve KSK için kötü günler geride kalır.
1980 yılında Olimpik Milli Takımı onun başkanlığında İtalya’ya gider ve yapılan maç 3-2 biter. KSK yine bir turnuva için Bursa’ya gider. Terzi İsmail adında fazla konuşmayı sevmeyen koyu Karşıyakalı bir kişi de vardır aralarında. KSK orada F.Bahçe, Bursaspor ve Gençlerbirliği’ni yener ve şampiyon olur. Akşam yemekte KSK’li oyuncuların karşısında G.Birliği takımı vardır. Yemek yeniyor. Terzi İsmail traş olmayı da sevmeyen bir kişidir. G.Birliği başkanı aynı zamanda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Prof.Dr. ‘dur “ Kim bu adam bizi tanıştırırmısınız ?” diye sorar. Sancar Dilekçioğlu atılır. "O bizim Macar hocamız Türkçe bilmez “der.
Lemi Yerli, şimdi kulüpte onur kurulu olarak kendilerine ayrılan mekanda eski sporcu ve idareci arkadaşlarıyla çok güzel zaman geçirdiğini söylüyor. “ Hepimizin arzusu KSK’nin her branşta layık olduğu yere gelmesi.” Diye de ekliyor. “ Bizim devremiz olan 1940-1955 yılları arasında Boyacı Hüseyin Serttaş, Dr.Orhan Alpyörük, Dr.Faik Bey, Hilmi Ziya Apak, İsmail Özerk ve Beliğ Beler zamanında Karşıyaka tarihinin en güzel yıllarını yaşamıştır. Çok değerli sporcular yetişmiştir. “
Çok güzel bir albümü var Lemi Yerli’nin. 1944-1945 yılında çikolatalardan çıkan KSK’li futbolcuların kartlarını gösteriyor. Hem KSK’nin hem de Türkiye’nin yurt dışında en iyi şekilde reklamını yaptı. Yurt dışında ülkemizi temsil eden az sayıdaki sporculardan biri. Bugünkü futbolcular bile cesaret edemezken o gitti, Türkiye’nin reklamını yaptı, hem de topunu oynadı. Kebap istemedi, seccade istemedi. Bir Karşıyakalı olarak ne kadar gururlansak azdır.
Seni Seviyoruz Lemi ağabey."

20 Ocak 2009

Vurdum Başımı Kop'a Doğru



*Everton'ın hiç oyuncu değişikliği yapmadığı maçta, Anfield tribünleri kronometreler 90:33'ü gösterdiğinde kalabalığa kalmayalım birader moduna girmişlerdi.
*Zaman zaman birinin varlığı rakipleri anksiyete krizine sokacak üç isim; Kuyt, Torres ve Keane sahaya ilk onbirde çıktılar. 1+1+1=3 etmeyince Keane ve Torres 66 ve 84.dakikalarda oyundan alındılar. Hesapladım yine 3 etmedi.
*Reina büyük kaleci, İspanyol olduğu ve Casillas'ın gölgesinde kalmaya mahkum olduğu için otursun ağlasın.

*Bu sonuçla Liverpool puanını 47 yaptı ve Manu ile eşitlendi ama bir maçı fazla. Everton ise 36 puanla 6.sırada. Yukarıya 5 aşağıya 5 puan uzaklıkta. Bu yılki Everton EPL'nin Kayserisporu. Hem sıralama hem oyun olarak.

Liverpool ve Everton biri ligde biri FA Cup'ta olmak üzere bir haftada iki kez karşı karşıya gelecekti ve bu maçların lig ayağı, 209.derbi maçı 1-1'lik sonuçla tamamlandı. İlk yarıyı izleyemedim ama özet görüntülerden gördüğümüz üzere ikinci yarı gibi dengeli bir mücadele olmuş, Torres ise dikkat çeken isimlerin başında gelmiş. Maçtan önce Everton'ın kolay teslim olmayacağı zaten öngörülüyordu ama sonuca dengeyi getirmeyi ancak 86.dakikada başarabildiler. Liverpool adına skora giden isim her zamanki gibi Steven Gerrard oldu. Anlam veremiyorum, bir oyuncunun bu kadar istikrarlı şut atabiliyor olması gerçekten her türlü övgüye değer ama ya ona her maçta bu fırsatları veren savunmacılara ne demeli? Liverpool kalabalık geldiği zaman, Torres, Keane, Babel, Benayoun, Kuyt, Riera, Xabi Alonso gibi isimlerden bir ya da birkaçı illa ki boşta kalıyor olabilir ama bu saydığım isimlerden tutulacak adam tercihi yapılacak olsa ve top kaleye 25-30 metre uzaklıktaysa bir numaraya Gerrard, iki numaraya Alonso konur. Gerrard ve Lampard'ın sürekli övülmelerini ve mevkilerinin en iyilerinden ikisi olarak gösterilmelerini haklı kılan en önemli unsurlardan biri efektivitesi çok yüksek şut tercihleri. Öyle de düzgün ve sert vuruyorlar ki aklıma Commodore 64 zamanında oynadığımız E.Hughes Soccer oyunu geliyor. Günümüz oyunlarında bu tip goller atmak kolay değil. Neden değil? Çünkü gerçekçi değil. Atabilen 4-5 isim var, belki onlarla deneyince oluyordur, hiç denemedim, bilemiyorum. Liverpool, bu gol gelinceye kadar biri ilk yarıda Torres'in direkten dışarı çıkan topu olmak üzere birçok tehlikeli pozisyon bulmayı başardı ama Moyes'in savunmacıları biraz da şansları yardımıyla bu atakları geçiştirmeyi başardılar. Everton da boş durmadı. Kart cezalısı Fellaini'nin eksikliğinde Pienaar, Arteta, Tim Cahill, Leon Osman ve Phil Neville'den kurulu beşli orta saha hücumda tek başına koşuşturan Anichebe'yi destekleme gayretindeydi. Zaman zaman etkili de oldular. Özellikle Reina'nın çelmeyi başardığı Cahill'in kafa vuruşu gerçekten görülmeye değer iki hareketti. Pienaar biraz daha ileriye dönük oynadı ama Liverpool kanatlara vize vermediği için istediği kadar etkili olamadı.
Mikel Arteta'nın sert kestiği topa kafasını koyan, hava topu uzmanı Cahill Liverpool'un umutlarını suya düşüren isim oldu. Bu pozisyonda Arteta'nın kestiği topun kalitesi kadar Cahill'in pozisyon alma yeteneğine de dikkatinizi çekerim. Cahill adam adama markaj altında iken bir anda Skrtel'den ayrılıyor ve orada bulunduğu anda atış yapılsa ofsayt pozisyonuna düşeceği bir bölgeye kaçıyor. Belki de bu yüzden Skrtel gaflet uykusuna yatınca da tekrar geriye doğru çıkıp demarke vaziyetin kralını yakalıyor ve geriye sadece solundan gelen topun açısını değiştirmek kalıyor. Zaten sempatik bulduğum bir isimdi, yeniden takdir ettim. Bravo Tim, devam koçum.

Liverpool: Reina, Aurelio, Hyypia, Skrtel, Carragher, Riera, Gerrard (captain), Alonso, Kuyt, Torres, Keane. Subs - Benayoun, Babel, Leiva, Dossena, Cavalieri, Arbeloa, Mascherano

Everton: Howard, Baines, Lescott, Jagielka, Hibbert, Pienaar, Cahill, Neville (captain), Arteta, Osman, Anichebe. Subs - Van der Meyde, Rodwell, Castillo, Nash, Jutkiewicz, Kissock, Gosling

Referee:
Howard Webb

19 Ocak 2009

Hocanın Dediğini Yap, Yaptığını Yapma!





"Bu olay her zaman para ile ilgili değil.

Bu, dünyanın en iyi takımında en iyi oyuncularla oynamak, kupalar kazanmak ve başarılı olmakla ilgili!"

5 yıllığına 125 Milyon pound karşılığında LA Galaxy'ye imza atıp MLS'ye giden çelişkiler yumağı Beckham Kaka'nın City'ye transfer söylentilerini yorumluyor.

14 Ocak 2009

Bitik Adam

#Dikkat : İstemeden de olsa spoiler verilmiş olabilir ve filmin sıfır spoiler ile izlenmesi tavsiye olunur.



Evet, çok geç kalınmış bir Issız Adam yazısı, yine de film hakkında konuşulacak o kadar çok argüman bırakıyor ki beynimize, 10 sene sonra ilk kez izlemiş olsam yine yazar, anlatırdım.

Bence filmin adı yanlış belirlenmiş. Bu adama ıssız az kalır, evet ıssız ama bitik, yitik, çökük gibi kelimeler daha iyi tanımlıyor bence halini. Hali çok mu kötü gerçekten? Aslında değil, filmi eleştirebileceğim bir nokta bu, belli bir bölüme kadar fazla Amerikanvari geliyor. Tipik Amerikalı erkek hali. Üç Maymun Oscar'a aday olacak 9 film arasına girmeyi başarmış, bu filmlerden 5 tanesi Oscar Ödül Töreninde "nominees" diye anons edilecek. Nuri Bilge Ceylan'ı orada görmek muhteşem olur. Diyeceğim o ki Issız Adam Oscar'a aday falan olamaz, onlar için fazla normal bir durum diye düşünüyorum. Bizim gibi duygusal insanlar olmadıklarını da düşünürsek bu film biz Türkler için yapılmış diyebiliriz. Böyle olmuş da kötü mü olmuş? Hayır, süper olmuş, aslında süper de olmamış. Yazıyı yazarken bile kararsızlığım sürüyor görüldüğü üzere ama bunun nedeni filmi beğenmemiş olmam değil. Zaten beğendim, beğenmedim diye bir yorum da yapamıyorum. Tek sorguladığım Eyy Çağan Irmak insanları bu kadar üzmeye ne hakkın var? Hiç duygusal olamıyorsun diye kız arkadaşından her Allahın günü fırça yiyen benim bile içim ezildi. Anlatılan olayların muhteşem gözlemler olduğunu söylemek zor ama muhteşem bir ayna olduğunu söylemem gerek. Tabii ki her film için geçerli olacağı üzere herkese değil. Ben film eleştirmeni falan da değilim, köküne kadar öznel yorum yapıyorum. Bu duyguyu en son Şener Şen ve Türkan Şoray'ın başrollerini paylaştığı İkinci Bahar dizisinde yaşamıştım. Her taraftan duygu yağıyordu. Dizinin senaristi Sulhi Dölek duygularımızı kaşıdıkça kaşıyordu ki kendisi bugün hala özlemle andığımız Süper Baba dizisinin de senaristidir. Çağan Irmak, Sulhi Dölek'in bugünlerdeki temsilcisi görevini üstlendi sanırım. Süper Baba'da Sulhi Bey'e Yeni Türkü katalizör görevi üstleniyordu, bu filmde ise Ayla Dikmen, Semiramis Pekkan, Hümeyra, Nil Burak gibi popüler Türk müziğinin bir dönemine damga vurmuş isimler Çağan Irmak için bu görevi üstleniyor. İzleyin veya izlemeyin gibi bir tavsiye vermek durumunda değilim, kimsenin merak ettiğini de zannetmiyorum :) zaten baştan izlememiş olanları uyardım ama bunca şey yazıp bağlamadan da olmaz. Tek diyeceğim anneniz 400, kız arkadaşınız 1000 km uzağınızda ise iz-le-me-yin.
En zoru da film bitiminde erkekliğe bok sürmemek. Film sonunda hakikaten etkilenmeyenler bir yana etkilenen er kişiler yeni bir film çekmeye başlıyor "Etkilenmeyen Adam". Kimsenin ne düşündüğü umrumda değil diyecek kadar oturtamadım daha karakterimi. Çaktırsam ömür boyu dillerinden kurtulamam.
Ahali (bir kısmı) : Tipik Türk filmi abi ya.
Ben : Hiç baba ya tipik Türk filmi, cık cık cık.
İçimdeki ses : Bok tipik Türk filmi!

Gelen mailleri paylaşma kolaycılığına hiç kaçmadım ama konuya tam uyacak şekilde gelen birşeyi paylaşmamak da olmaz. 13 Eylül 1986 En çok satan plaklar listesi.


Ve filmden bir "geberin faniler!" şarkısı (izleyince etkili oluyor kategorisinde)

Gökmen'in benden önce aynı şarkıyı aynı şekilde paylaşmış olması benim ondan önce aynı şeyi düşünmemiş olduğum anlamına gelmez.
Belki de gelir.

13 Ocak 2009

Pele? Peter?

Gazetelerde yer alan küçük ilanlara oldum olası bayılmışımdır. Bu ilanların doğasından olsa gerek sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde tuhaf örnekleri mevcut. İlanı veren arkadaşımızın eline imzalı bir top geçmiş ama "Pele" mi yoksa "Peter" adındaki elemanın teki mi imzalamış emin değil. Fiyatı 75$ olduğuna göre hepimiz biliyoruz aslında yanıtı. Yine de "532'li hattım satılıktır" tadında vermiş ilanı, ya tutarsa?
"Eski futbol uzmanları ve taraftarların gelmiş geçmiş en iyi futbolcu olarak tanıdıkları dünyaca ünlü Brezilyalı eski futbolcu Pele ya da ismi Peter olan biri tarafından imzalanmış topum var. 75 dolar"

Crazy Night For Him!


Memo artık sağlam bir NBA Avrupalısı. Alışma dönemini çoktan aşan iki oyuncumuz da harikalar yaratıyorlar. Geçen yıl Hido'nun aldığı MIP ödülünün ardından bu kez Memo bizleri tam 43 sayı ile selamladı. Hepimiz biliyoruz ki 40 sayı barajını geçmek kolay iş değil, sadece yıldızlara özgü bir sayı bu. Memo da bunu başaran oyunculardan biri oldu. 13/19 iç saha, 3/4 üç sayı, 14/15 de serbest atış yüzdesi ile oynayan Memo'nun 9 ribaundu 3 de asisti var.
Bu kadar üst düzey bir performans sergileyince bütün ilgi Memo'nun üstüne toplanmış doğal olarak. Maçın ardından, "Kaçırmayacağım akşamlardan biri olduğunu hissettim. Bana boş atış fırsatı verdiler, ben de bana verdikleri bu fırsatları değerlendirdim." diyen Memo'ya bir övgü de "Harika oynadı. Üçlük çizgisindeki birisine ikili sıkıştırma yapmak kolay iş değil" diyen Pacers koçu Jim O'Brien'dan gelmiş.
Memo'nun maç boyunca kullandığı atışların dağılımı ise aşağıdaki gibi.


ESPN'den maçın görüntüleri de burada.

12 Ocak 2009

Roma 2-2 Milan


*Vucinic:2 Pato:2 başlığını birkaç yerde daha görünce değiştirdim. Başlığı düşünmeden yazma tembelliğimden dolayı da kendime kızdım. Yuh olsun bana.

Roma gitmedi, Milan gidemedi. Roma'nın yılbaşı ağacı taktiği Milan'ı durdurmayı başardı. Hücumda tek kalan Vucinic ilk golü spiker klişesiyle "kariyerinin en rahat gollerinden biri" şeklinde attı. Ucuz bir gol diyemeyiz ama tek yapması gereken topu, hamle zamanlaması hatası yapan Jankulovski'nin yanından geçirmekti, top geçtikten sonra altıpas önünde ben de olsam gol yapardım. İkinci golü ise usta işiydi, bel mesafesinde falsolu gelen topu tek vuruşta Abbiati'nin uzağına bırakıverdi. Gollerin dışında De Rossi, Riise, Baptista, Perrotta ve oyuna girdikten sonra Aquilani kaleyi uzaktan yokladılar ama bazıları Abbiati'de eridi, bir kısmı da reklam panolarını üzmekten öteye geçemedi. Maç boyunca oyun disiplinini terk etmediler diyebileceğimiz Roma'lı oyuncular uzatmalarda savunmalarında öyle iki boşluk bıraktılar ki, maç 4-2 bitmediyse birinin sorumlusu Pato, diğerininki Seedorf'tur. Bu kalitede oyuncular bile böyle fırsatları harcayabiliyorlar. İlk pozisyonda Pato, bomboş durumdaki Seedorf yerine dili dışarı çıkmış Beckham'ı tercih etti, pozisyon öldü, ikincisinde ise ceza sahasına gelen topta üç Milanlı oyuncu bomboş durumdaydı, Seedorf yetişemeyeceği topa gereksiz bir kafa vuruşu yapıp topu Doni'ye armağan etti. Bu pozisyonda Roma'lı savunmacıların ne iş yaptığını anlamak mümkün değil, sadece "savunma" oyuncusu oldukları için orada duruyorlardı ama sanırım tam olarak neyi savunduklarını unuttular.
Milan ise 4-4-2 ye benzer ama oynaması kadar anlaması da zor bir kurguyla sahadaydı. Maldini ve Favalli'den oluşan savunma göbeğine soldan Jankulovski destek oldu. Zambrotta sağ bek gibi görünse de çoğunlukla sağ kanadın orta sahaya yakın bölümündeydi, orada Beckham'ın olduğu bölümlerde de biraz daha içe kat ederek oynadı. Seedorf ve Pirlo'nun top kapma konusunda cimri davrandıkları orta saha kanatlarda yine top kapma özürlü iki yıldız Beckham ve Ronaldinho ile birleşince Milan top bize geçse de hücum etsek mantığı ile oynama zorunda kaldı. Bu mantıkta aksayan nokta topun nasıl olacak da Milan'a geçeceği idi, bu sorunu da hücumu çok fazla düşünmedikleri için Roma'lı oyuncular çözmüş oldu. Kaptıkları topları kaleye götürme konusunda pek istekli olmayan Roma'lıların akılları başlarına Milan 2-1 öne geçince geldi. Durum 2-2 olunca da vitesi tekrar boşa aldılar. Milan hücumu ise Kakapato A.Ş. himayesindeydi. İlk gol bu ikilinin çalışmasıyla geldi, ikinci golde ise Pato sürat ve tekniğinin ne kadar üst düzey olduğunu bir kez daha kanıtladı ama bu yeteneğini maç boyunca sahaya yansıttı diyemeyiz.
Ve Beckham. İlk maçına onbirde başladı ve 89 dakika sahada kaldı. Tipik Beckham futbolundan çok farklı oynamadı aslında. Pozisyon bulduğunda kesti ama Kaka ve Pato'dan oluşan Milan hücumunda topu kafasıyla kaleye mermileyecek bir oyuncu olmadığı için genelde Roma'lılar eritti bu ortaları. Inzaghi veya Sheva'nın oynadığı maçlarda bu ortalar daha çok can yakacaktır. Her zamanki gibi ikili mücadelelerden kaçındı, ya topu 5 metre geriye sürükleyip savunmaya döndü ya da kendisini yere bırakarak faul aldı. Zambrotta ile çok fazla işbirliği yapmadılar ya da yapamadılar. Doğal bir sonuç olarak uyumsuzluktan söz etmek mümkün ama bu kadar kısa süre kalacak bir oyuncunun da uyum sağlamasını beklemek pek mantıklı değil. Herşeye rağmen kariyeri boyunca üst düzey futbol oynamış bir oyuncu olduğu her halinden belliydi. Çok etkili olamamış olsa da sırıtmadı hatta bu maç için Ronaldinho'dan daha iyi olduğunu bile söyleyebiliriz. Sosyal kişiliğini de her zamanki gibi gözümüze soktu. Pato'nun golünden sonra ilk tebrik ondan geldi, çocukcağızın sırtına atlamayı da ihmal etmedi. Bu oyunla Capello'nun gözüne girebilir mi? Tartışılır. Capello "Banane len Beckham'ın rekorundan" demiş olsa da hem Real günlerinin hatırına hem de bir İtalyan kulübüne gelmiş olmasından dolayı son bir babalık yapacağı söylentilerinin gerçekleşme ihtimali bir hayli yüksek. 

10 Ocak 2009

Brazzaville 16 Ocak'ta Ghetto'da


Ege Görgün'ün "Sinemasız kalmayın çünkü sinema hayatı “eşsiz” kılar." dediği kültürel bombardıman sitesi tersninja.com 5 çifte Brazzaville konser bileti hediye ediyor. Konser 16 Ocak'ta Ghetto'da gerçekleşecek. İstanbul'da olanlar şanslarını deneyebilirler.
Brazzaville 14 Ocak tarihinde de Ankara'da Dib Sahne'de bir konser verecek. Brazzaville ile ilgili tersninja'da yer alan açıklama şöyle;
"İçinde barındırdığı bossa nova, rock, dub ve caz tınıları ile dinleyenlere Akdeniz ve Pasifik atmosferini yaşatan Dünyaca ünlü grup Brazzaville 12. Uluslararası Caz Festivali için 2005′te ve sonrasında 2008’de Türkiye’ye gelmişti. Grup bünyesindeki çok sayıda farklı ülkenin vatandaşı müzisyenleriyle büyük bir aileye benziyor.
1997 yılının sonlarında Los Angeles’ta başlayan Brazzaville macerası, 2003 yılında grubun kurucusu David Brown’un Barcelona’ya taşınması ile yeni bir boyut kazandı. Grup kültürel ve müzikal anlamda zenginleşti. Bugüne dek 7 albüm yayınlayan grubun müziğinde, David Brown’un gençliğinde bir gezgin olarak dolaştığı tüm ülkelerde edindiği tecrübeler ve çeşitliliğin izlerini görmek mümkün.
Uzun yıllar Beck’in saksafoncusu olma görevini de üstlenen Brown, LA’da 3 albüm yayınladı ve bundan sonraki albümlerini Barcelona’da grubun Avrupalı versiyonu haliyle kaydetti.
Barcelona’dan David Brown ve Ramon Aragall, Los Angeles’dan Kenny Lyon ve Sibirya’dan Oleg the Magnificent‘dan oluşan grup 16 Ocak gecesi 21st Century Girl adlı son albümlerinden parçalar seslendirecek.
Davetiye kazanamayan talihsiz ninjalar için içimiz kan ağlayarak şu bilgiyi verelim. Bilet fiyatları 30 ve 25 YeTaLe."
Brazzaville benim daha önce duyduğum bir grup değil açıkçası ama Myspace ve youtube'da kendileri ile ilgili yaptığım küçük araştırmanın ardından müzik zevkime gayet cuk oturan bir grup olduğunu söyleyebilirim. Aşağıdaki videoda grubun solisti ve aynı zamanda gitaristi David Brown İstanbul Boğazı'nda arz-ı endam ediyor. İstanbul'u anlattığı Bosphorus parçası video ile birleşince müthiş birşey çıkmış ortaya.

Bosphorus

She was married to the Bosphorus
She threw her ring in then she blew a kiss
To the Ottomans and Byzantines
Lying beneath the sea

She wore a pink and yellow summer dress
She kept her hair just like a poetess
She traveled all the way to Germany
The trains and the cold, dark sea

The amber glow of a morning cigarette
On the Istiklal Cadessi
The vapor trails and the tiny minerettes
All the domes in silhouette



Pek müstesna bulduğum bir başka parçaları The Clouds in Camarillo. Bu şarkı da Rusça/İngilizce karışımı.

Futboğa Güreşi

İspanyollar normal değil demiştim. Bu da futbol/boğa güreşi karışımı bir....şey. Pek manalı değil, top büyük, boğa küçük, görüntü tuhaf.

09 Ocak 2009

Dün Gece Rüyamda...


Biz Körfezlilerin müdavimi olduğumuz bir mekandır korfez.org. Körfezlinin halinden Körfezli anlar. Hele bu zor günlerde bazen sert tartışmalar yaşanıyor olsa da olmazsa olmazdır, önce maillere bakılır, sonra oraya.
Aşağıdaki yazı bu akşam sitenin büyüklerinden, sevdiğimiz, saydığımız abimiz Raca (Kerem abi) tarafından yazıldı. Bundan daha güzel bir rüya olamaz, bundan da güzel ifade edilemez.

"Dün gece rüyamda yıl 2019,

GAZETEDEKİ YORUM;
(LA GAZETTA DELLA SPORT)İtalya

Kocaelisporlular süper lig tarihinde üst,üste 5.kez şampiyon olurken tarihinde 5 lig şampiyonluğunun yanı sıra, ayrıca 7 kupa şampiyonluğunu ve cumhurbaşkanlığı ile birlikte 2 UEFA ve geçen yıl finalde kaybedilen ŞAMPİYONLAR ligi ikincilik madalyalarının da altın varaklı camekan aynasının yanına koyarken artık yer kalmadığını gördüler...
Bu yüzden Kocaelispor tarihinde dünyada örneği olmayan ve sıkı, sıkıya bağlı bir hiyerarşi ile 3 yılda bir gelen klüp başkanlarından 34 yaşındaki X bey açıklama yaparak,5 ay içinde bir zamanlar Fevziye camisinin orada bulunan eski klüp binasının yeniden inşa edilerek müze haline dönüştürüleceğini söyledi ve kupaları orada sergileyeceklermiş,İLGİNÇ!!!
Yine bir başarı örneği yöneticilik olarak,ders olsun dünyaya;
Bilindiği üzere, körfezin 2008 deki çöküşleri hodri meydan taraftarları tarafından TÜZÜK değişikliğine gidilerek 3 yılda bir değişecek ve asla işadamı olmayan, okumuş yönetici başkan konusundaki diretmelerinin HİYERARŞİSİ döneminde alınmış bir karardı.
ASLA DEĞİŞTİRİLEMEZ 41. madde
Dünya şaşkın;
Kocaeli kentinin spordaki bu başarısını araştırırken ,basket , voleybol,atletizm ve buz hokeyi ile yüzme şampiyonluklarınızdaki PATLAMADAN çok etkilenmişe benziyorlar.
Cuma akşamı yani 4 gün sonra Kocaelispor basket takımı, Avrupa şampiyonluğu için,BARCA ile oynayacak,,,
İşte işin en ilginç yanı burada,çünkü o maçtan sadece 5 gün sonra, ROMA olimpiyat stadında bizim ülkemizde şampiyonlar ligi finali var,,,
Yine iki takım,barca ve körfez burada ŞAMPİYONLAR liginin en büyüğü olmak için DEV bir maça çıkacak..
Tesadüf gibi,ROMA da kıyametler kopacak 10 gün içerisinde
Tüm dünya bu sempatik klübün çoşkulu topluluğu olan HODRİ MEYDAN'ın şovlarını merak ediyor.
Neyse bu o büyük takımların ayrı katogorilerdeki iki ayrı final maçları, bizi sportif tarafı ilgilendirir,ama asıl merak edilen KOCAELİ ISTAKOZLARI!!!!
La gazetta della sport muhabirleri olarak Kocaelisporun PİLOT TAKIMI OLAN ve tüm dünyaya sporcu yetiştiren ISTAKOZLAR kim????
ISTAKOZLAR,adını yüz yıllar önce astakoz olarak almış bir uygarlık,Istakozların yumurtlamaya geldiği bir diyar,körfezin en ucu şimdiki başiskale tarafı deniliyor.
Fakat orada artık ISTAKOZLAR yok,körfezi kirletmişler sadece KOCAELİ ISTAKOZLARI diye bilinen alt yapısıyla ünlü bir kent var
KOCAELİ
Sonra rüya birden hareketlendi,basket maçını kazanarak BARCALILARLA alay ettik,rüya bu ya birden kendimi ROMA olimpiyat stadında buldum,dakika doksan genç santrafor uçarak kafa atıyor kaleye,gggooolllllll...
ŞAMPİYONLAR LİGİ ŞAMPİYONU...
sonra kafam acıyor,meğerse kafayı duvara vurmuşum.
Derken,RÜYA BİTTİ!!!
Sabah olmuştu maalesef...
Bu sabah daha keyiflidim ama:))))
şimdide yazdım hatırladıklarımla:)))

Ama OLSUN,en büyüğünü isteyen TOPLULUK olduğumuzu bir kez daha hatırladım!"


Özel istek; Luciano Pavarotti & Bryan Adams - O Sole Mio


Öptüm ellerinden!

Kısır Döngü #2 / Google'ın Götürdüğü Yere Git

Blog yazmaya başlayınca başıma daha sık gelir oldu ama mazisi okulun henüz devam ettiği çok daha eskilere, dial-up bağlantı ile internete girilen, 14 inç CRT monitörlü Pentium 200 MMX işlemcili makineler kullanılan, Altavista mı daha iyi? Google mı? tartışmalarının yapıldığı, okey.gen.tr adresinden kız düşürülmeye çalışılan zamanlara rastlar. Özellikle bir ödev için araştırma yaparken Google'a "yarı iletken teknolojisi" yazıp ABD'de oluşan bir hortum sonrası kurbağaların bir yerden başka bir yere taşınma hikayelerine ulaşmam en ilginç örneklerden biridir.
TV'de Servet'i gördüm. Altay maçında -yine, yeni, yeniden- sakatlanmış. Bu adamı sakat görünce gülüyorum artık. "İnsan değil galiba, yakında onu bu şekilde görürsek şaşırmayalım" diyerek her tarafı bandajlı, sadece gözleri görünen birinin resmini koyacaktım. Postun altyapısı hazırdı, iş sadece resmi bulmaya kalmıştı. Google'a bandajla ilgili birçok şey yazıp görsellerde aradım, bir halta yaramadı. Son olarak "heryer bandaj" yazdım. Bandajlı birkaç şey çıktı ama benim ilgimi aşağıdaki foto çekti.

İlker Ender'in blogunda yer alan, Everest'in tepesinde 5350 metrede çekilen "Şampiyon Denizlispor" fotoğrafı. Bu saatten sonra neyleyim bandajı, mandajı..
Geçmiş olsun Servet ama Google'a rağmen hala insan değilsin bana kalırsa...

Edit : Pardon, gördüğüm fotoğraf o değildi, buydu.

Bloga girince gördüm diğer fotoyu, doğru. Hemen yukarıdaki fotoyu da İzmir/Göztepe'de bir Renault Flash fotoğrafı sandım, Buenos Aires çıktı. Bu da bir örnek olabilir pekala.

Bir Hayalim Yok


İsrail ve Filistin'in 2018 yılında Dünya Kupası'nı birlikte düzenlemeye talip oldukları haberi 2008 Temmuz ayının başlarında gazete ve bloglarda yer almıştı. Suların durulduğu, fırtına öncesi sessizliğin hakim olduğu bir dönemde ilginç bir haberdi. Ben de burada paylaşmıştım. Demek ki bazı konularda önyargılı olmakta fayda var. Proje ile ilgili açılan web sitesinde hiçbirşey olmamış gibi bir hava hakim, doğal olarak artık ciddiye alınacak bir yanı da yok. Dünya Kupası yarı final maçını oynatmayı planladıkları Gazze bugünlerde cehenneme dönmüş durumda. Sitede yer alan "Futbol fanatiklerinin Gazze'ye ulaşabilmeleri için yapılacak havaalanı ve yollar hiç şüphe yok ki Gazze'nin çehresini değiştirecek en önemli lokomotif olacaktır" sözü de ironik durumun bir özeti olmuş.

08 Ocak 2009

Zenginin Malı...


Four Four Two'dan EPL'de oynayan en zengin futbolcular listesi. Tek istisna Beckham'ın medya ekibi "Bir adam nasıl pazarlanır?" dersi veriyor resmen. 5-10 yıl sonra üniversitelerde ders olarak okutulmaya başlanırsa şaşırmayın. Hakkında yazılan birçok tez olduğuna adım gibi eminim. Sayılar Pound dilinden.

David Beckham

LA Galaxy 125


Michael Owen

Newcastle United 40


Wayne Rooney

Manchester United 35


Rio Ferdinand

Manchester United 28


Robbie Fowler

unattached 28


Sol Campbell

Portsmouth 28


Ryan Giggs

Manchester United 23


Michael Ballack

Chelsea 20


Frank Lampard

Chelsea 20


Steven Gerrard

Liverpool 19


Cristiano Ronaldo

Manchester United 18


John Terry

Chelsea 17


Didier Drogba

Chelsea 15


Nicolas Anelka

Chelsea 14


Damien Duff

Newcastle United 14


Dimitar Berbatov

Manchester United 13


Ashley and Cheryl Cole

Chelsea 13


Fernando Torres

Liverpool 13


Emile Heskey

Wigan Athletic 12


Gary Neville

Manchester United 11.75



07 Ocak 2009

Akşam Pazarı, Walcott=450.000 €


Mirror kaynaklı habere göre Arsenal Walcott'ı sadece 450.000 € karşılığında kaybedebilir. FIFA'nın yetiştirme bedeli kuralına göre yıllık yaklaşık 85.000 € bedel ödeyen herhangi bir kulüp yasal olarak Walcott'ı transfer etme hakkına sahip oluyor. 2010 yılı sonuna kadar sözleşmesi bulunan 19 yaşındaki Theo'nun bedeli toplamda 450.000 € civarına karşılık geliyor. Aslında 2006 yılında Arsenal'e transfer olduğu kulübü Southampton da aynı risk ile karşı karşıyaydı. Southampton Başkanı Rupert Lowe "Walcott gibi adam satılır mı, şaşırdın mı bey amca?" sorularına bu kurala gönderme yaparak yanıt veriyordu. Walcott transfer olduğunda 16 yaşındaydı ve profesyonel kontratı yoktu. O dönem ki kontratı gereği yine 450.000 € karşılığında serbest kalabilirdi. Başkan Rupert Lowe da "Eğer Arsenal'e satmasaydık böyle bir risk ile karşı karşıya kalacaktık, bazen iş bitirici olmak gerek" diyerek yanıt veriyordu sorulara. Adam da haklı, tam profesyonel sözleşmesi olmayan 16 yaşındaki bir oyuncuyu 5 milyon pound peşin, Milli olma vs. gibi gerekli şartlar oluşunca da toplamda 12 milyon pound karşılığında satmış olmak bir yönetici başarısı olarak kabul edilebilir. O dönem yaptığı sözleşmeyi yaşı dolduktan sonra gerektiği şekilde yenilemeyen Arsenal, böyle bir yasal boşluk bırakarak başta Real Madrid, Chelsea ve Manchester City olmak üzere birçok üst düzey kulübün iştahını kabartmış oldu. Walcott'ın çekip gideceği pek ihtimal dahili değil mutlaka ama hayat ve futbol nelere gebe değil ki?

Denilson


Betis'e dünyanın en pahalı futbolcusu sıfatıyla transfer olmuştu. Bir dönem hakkını da verdi aslında. Brezilya Milli Takımı'nda da yedek kaldığı zamanlar çoğunlukta olsa da yer buluyordu ve faydalıydı. Hatta o oyuna girerken güzel birşeyler göreceğiz diye sevindiğim zamanları hatırlıyorum. Sonra çöküş dönemi başladı. NTV'de onunla ilgili bir program izlemiştim. Betis'ten ayrılış hikayesini anlatıyordu, pişmandı ve bir daha eskisi gibi olamadı. Bordeaux günleri bir iyi bir kötü gittiği için uzun sürmedi. BAE'ne Al-Nasr kulübüne gitti. Gözden de gönülden de uzaklaştı, oradan da FC Dallas'a geçti, Beckham kadar ses getirmedi tabii ama MLS için en azından isim olarak çok önemli bir transferdi. Son olarak da Ronaldo misali ülkesine, Palmeiras'a döndü. Geçtiğimiz yıl Luxemburgo yönetimindeki Palmeiras'ta 27 maçta 3 gol atmayı başardı. Bize de yabancı değil, adı bir dönem Manisaspor'la, son olarak da Trabzonspor'la anıldı. Geçmişte yaptıklarının kredisi hala tam anlamıyla tükenmemiş olacak ki bu kez bir EPL kulübü çaldı kapısını. Bolton menejeri Gary Megson gel bir bakalım eskilerden eser var mı demiş ve kendisini denemek üzere İngiltere'ye davet etmiş. 31 yaşında eskisi gibi olması zor olsa da kalbimizde yeri olan oyunculardan biridir, bir Yusuf Şimşek vakası haberi de oradan gelirse şaşırmamak gerek.

Hoş Geldin Beş Gittin


Kocaelisporlular için özel bir isimdir Kaan Dobra. Yabancı oyuncular arasında Kocaelispor'a en uzun süre hizmet edenlerden biridir. Bana sorsanız Mirkoviç, Mosheau ve Stingaciu ile birlikte Dobra'yı da ekler kareası tamamlarım. Üstelik Türk oyuncular bile oturma yeri tercihlerini İstanbul'dan yana kullanırken, Dobra İzmit'e uyum sağlamayı başarmıştır. Ege Görgün ile yaptığı röportajında bu tercihinin İstanbul trafiğinden kaynaklanıyor olduğunu söylemiş olsa da bunu göze alıp İzmit'te oturmamayı tercih eden birçok futbolcu var.  Onu ailesi ile birlikte herhangi bir marketten alışveriş yaparken görebilirsiniz. Bu şehirde Romano adlı bir restoranı vardır. Evi onun evinin bulunduğu yere yakın olanlar Dobra'yı sık sık şehir içi minibüslerinde gördüklerini söylerler, o kadar da mütevazidir. Zaten futbolculuk döneminden de hatırlayacaksınız, mülayim, naif, kendi halinde bir adamdır. Bildiğim kadarıyla kariyerinde kırmızı kartı yok. Bu karakter özelliklerinden dolayı hocalığı kıvırır mı kıvıramaz mı diye merak içindeydim ama bu merakım bir süre daha benimle yaşamaya devam edecek çünkü takımın başına resmen geçti mi geçmedi mi, kesinleşti mi, ne oldu diye birbirimize sorarken Dobra'nın istifa haberi geldi. İstifa demek bile komik geliyor aslında.
Taner Gülleri, TV 41'e yaptığı açıklamasında Kaan Dobra'nın başa geçmiş olmasının takım üzerinde çok iyi bir etki bıraktığını söylüyordu, zaten içimizden biri, futbolu da yakın zamanda bırakmış olduğu için halimizi en iyi o anlıyor, onunla birlikte bir aile havası yakaladık diyordu. Bu açıklamayı duyduğumda neyse, buna da şükür, en azından bazı şeyler normalleşmeye başladı diye düşündüm ama bu durumun tuhaflaşması da uzun sürmedi.
Bu seferlik farklı bir durum var. Başkan Serhan Gürkan, neredeyse her yaptığı yanlış olduğu için yalancı çobana döndü. Davids olayıyla başlayan güvensizlik ortamı ile bugünlere kadar geldik. Kaan Dobra istifa edince de yine bütün tepki Başkan'ın üzerinde yoğunlaştı ama bu istifanın altında bir anlaşamama durumu olabilir. Başkan Kaan Dobra'ya biz yeni bir hoca buluncaya kadar takımı çalıştırmaya sen devam et, yeni hoca geldiğinde onunla birlikte ekipte kalırsın demiş. Takım Antalya'da kampta iken de basın mensupları Dobra'ya Engin Korukır ile anlaşıldığını söylemişler. Asıl sorun burada başlıyor. Eğer Dobra Gürkan'ın sözlerini doğru anladıysa başka bir hoca ile anlaşılmış olmasına neden bozuluyor? Ayrıca eğer Dobra'nın görevi geçici ise Taner neden bu açıklamaları yapıyor? Futbolculara hiçbir açıklama yapılmamış mı?
Artık yönetim öyle vahim bir hal aldı ki takımın malzemecisinden futbolcularına kadar tüm mensuplarının yönetim ile arasında, ne iletişim, ne sevgi, ne saygı, ne güven, ne inanç hiçbir değer kalmamış. Dağın tepesinden düşmeye başlayan kartopu çığ haline geldi ve kurtuluş için bir mucize bekler hale geldik. Mevcut Başkan'dan herhangi bir ümidimiz kalmadığı için de her zamanki gibi siyasete yüklenme zamanı, ya Karaosmanoğlu ya da Sirmen bu kulübü ipten alacak.
Dilim varmıyor ama ya da alamayacak...

06 Ocak 2009

Real Soccer 2009

O telefon iPhone olsa da bir telefonda oynanabilen en iyi futbol oyunu, Real Soccer 2009.

Aynı Dil Değil ama Aynı Duygular


Nemanja Vidic'in Alex Ferguson ile ilgili açıklamalarını okuyunca aklıma Mevlana'nın "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir" sözü geldi. Bizim de özellikle Milli Takımımızla ilgili ciddi bir tartışma konusudur yıllardır. Bizim oyuncularımız duygusaldır, bundan dolayı Milli Takımda yabancı hoca olmamalıdır, olursa aşı tutmaz. Hiddink nereye gitse başarılı olur, burada olamaz. Mourinho'yu getirsen yemez, Terim gibi çakmak çakmak bakmadıktan, koçlarım, aslanlarım demedikten sonra neyleyim ben öyle hocayı.
Özellikle EPL gibi pasaportların ikinci planda kaldığı liglerde resmi dil tarzanca olabiliyor. İngiltere bu konuda diğer ülkelere oranla biraz daha şanslı mutlaka ama anlıyoruz ki orada da zaman zaman bir aksan problemi yaşanabiliyor. Sırp stoper Nemanja Vidic'in de Ferguson'un İskoç aksanı ile başı dertte. Aslında dertte demek yanlış olur, Vidic'in açıklaması şu şekilde;
"Fergie çok fazla konuşmuyor. Bize rakibe karşı üstünlüklerimizi ve kusurlarımızı gösteriyor, onları yenebilmemiz için neler yapmamız gerektiğini söylüyor. Bu açıklamayı kısa ve öz yapıyor ve ana fikri vurguluyor. Sezon içinde çok fazla maç oynuyoruz ve uzun konuşmalar veya analizler için yeterli zamanımız yok. O büyük bir usta ve oyuncuları nasıl motive edeceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle başarılı oluyoruz. Başlarda onu anlama konusunda ciddi sıkıntılarım vardı. O çok uzun yıllardır burada görev yapıyor ama İskoç aksanını korumayı başarmış. Onun ne dediğini başta yabancı oyuncular olmak üzere çoğu kişi anlamıyor ama sonuç olarak mesajı karşı tarafa iletmeyi başarıyor."

05 Ocak 2009

Recreativo Linense:1 Saladillo Algesiras:2


Başlık skoru değil sahada kalan oyuncu sayılarını gösteriyor. İspanya'da Cadiz 1.Bölgesel Lig karşılaşmasında maçın hakemi Jose Manuel Barro Escandon toplam 19 kırmızı kart göstermiş. Maçın başlarında 10 kişi kalan Linense 54.dakikada 1-0 önde iken Francis ve Aguilar adlı oyuncular arasında bir tartışma çıkmış, olay büyümüş hatta taraftarlar da tartışmaya müdahil olmuşlar. Bu olayın üstüne hakem Escandon tüm oyuncuların soyunma odasına gitmelerini istemiş. Sonrasında ise bu olayla ilgili olarak iki takımın da dokuzar oyuncusuna kırmızı kart gösterdiği ve bu nedenle maçın iptal olduğu haberi gelmiş. Maç raporuna da  "dokuzar oyuncu daha atılmıştır" yazmış.
Maçtan sonra açıklama yapan Linense hocası Sebastian Naranjo kartların haksız olduğunu söylemiş.
"Francis ve Aguilar tartıştılar ama bu bir kavga değildi. Diğer oyuncular ve taraftarlar da işlerin daha kötüye gitmesini engellemek ve aralarını düzeltmek için oradaydılar. Hakem olayı ne zannetti, anlamadım!" dediyse de sonuç değişmemiş ve maç iptal olmuş. Eğer Naranjo hoca haklıysa bu hakem despotluğuyla Bünyamin Gezer'in İspanya şubesi gibi görünüyor. Maçla ilgili prosedürün nasıl işleyeceği konusunda ise bir bilgi yok.

Related Posts with Thumbnails