Bugün 9 Eylül, Güzel İzmir'in kurtuluş günü. Hasan Tahsin'in kurşunuyla başlayan bir kurtuluş hikayesi. Yüzlerce kez anlatılmış, dinlenmiştir ama en güzel en çarpıcı anlatım malumunuz "Şu Çılgın Türkler" kitabında olanı. Üzerine birşey koyma şansımız olmadığına göre oradan bir alıntı ile saygı duruşunda bulunalım.
İstanbul'da işgal kuvvetleri komutanları toplantı halindeydi. Türk ilerleyişini gösteren durum haritasına bakan General Charpy, "Süvariler yarın İzmir'e girer" dedi.
"Bu hızla piyadeler de."
"On dört gün içinde iki yüz elli bin kişilik bir orduyu hemen hemen yok edip yol almak, olağanüstü bir olay."
Harington içini çekti:
"Tarihin en büyük çöküntülerinden biri bu. Bunu gerçekleştiren ordu birkaç gün sonra Çanakkale'de tarafsız bölge sınırına dayanacak."
"O zaman ne yapacağız?"
"Hamlet'in dediği gibi: İşte sorun bu."
İsmet Paşa, alınan top sayısının 300'ü, esir sayısının 15.000'i geçtiğini, bu sayının sürekli arttığını açıklamıştı. Fevzi Paşa da Yunan ordusunun can kaybının 100.000 olarak hesaplandığını söyledi.
Bir sessizlik oldu.
M. Kemal Paşa, "Savaşmak istemedik." dedi, "..davamızı görüşme yoluyla çözmek için her yola başvurduk. Yusuf Kemal Bey'i, Fethi Bey'i Avrupa'ya yolladık. Barış istememizi zaafımıza yordular. Sonuç alamadık. Vatanımızı kurtarmak için silaha sarıldık. Bu dehşeti atlattıktan sonra, bir gün Yunanlıların da gerçekleri anlayacaklarını ve dost olacağımızı düşünüyorum. Çünkü bizim insanımız kinci değildir, barışın değerini bilir. Barıştan güzel ne var?"
Halide Edip Hanım, Ruşen Eşref Onaydın ve Binbaşı Kemal Bey otomobille Adala'ya yetişmeye çalışıyorlardı. Binbaşı birden, şoföre, "Dur!" diye bağırdı.
Araba yavaşlayıp durdu. Binbaşının dikkatini esir bir Yunan subayını geriye götüren bir asker çekmişti. Yunan subayı eşeğe binmişti. Asker yayaydı. Asker binbaşıyı görünce selam verdi. Yunan subayı eşekten indi. Hasta suratlı biriydi.
"Kim bu?"
"Bir esir."
"Nereye götürüyorsun?"
"Geriye. Alay karargâhına."
Binbaşı kızdı:
"Ulan sen bunun seyisi misin, hizmet eri misin? Hayvana sen bin, o yürüsün."
Asker, üçünün de yüreğini titreten bir iç temizliğiyle, "Hiç olur mu komutanım.." dedi, "..o şimdi ocağından kopmuş bir gurbet adamı. Misafir. Bana emanet."
Binbaşı gözlerinin dolduğunu belli etmemek için başını çevirip şoföre, "Yürü!" diye bağırdı.
Araba hareket etti. Asker selam durdu. Sonra Yunan subayına eşeğe binmesini işaret etti:
"Haydi bin çorbacı. Akşam karavanasına yetişelim. Aç kalma."
Yola düştüler.
Türkiye bir büyük bayram yerine, Türkler bayram çocuklarına dönmüştü. Bütün İslam ülkelerinde ve sömürgelerde de Türk zaferi kutlanıyordu.
Gandhi çarpıcı bir demeç verdi:
"Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama tutuklamak ve öldürmekle iş bitmiyor. İşte, öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutlarını katillerinin başlarına geçirdiler."
Mehmet Ali Cinnah da Londra'da bir basın toplantısı yaparak şunları söyledi:
"İngiliz hükümeti barış için Mustafa Kemal Paşa'ya yardımcı olabilirdi. Ama olmadı. Tersine savaşı körükledi. Biz Hint Müslümanları, o kazansın diye durmadan dua ettik. Şimdi de kazandığı için Allah'a hamdediyoruz. Kazanan yalnız Mustafa Kemal Paşa değildir, bütün esirler dünyasının zaferidir bu.
Zindabat Mustafa Kemal!
2 yorum:
yine o izmir yürüyüşünden sonra çanakkale önlerine gelince köprünün ingilizler tarafından tutulduğunu gören türk süvarisinin dereden geçerek meydan okuması da zihnimize kazınan görüntülerden ve tabi yüzbaşı fikret'in harbiye nazırı önünde rütbelerini söküp af dilemesi. hala gözümün önündedir o sahne. sabahtan akşama selena, bez bebek, beyaz hoca yayınlayacağınıza bir kez olsun kurtuluş yayınlayın adam olun diyesim geliyor.
trt'de bir dizi vardı, Çanakkale'ydi galiba adı, Hazım Körmükçü oynuyordu, müthiş bir diziydi ya yakın zamanda da yayınlanıyordu ama genel olarak aynen dediğin gibi..
trt bile tarihine sahip çıkmazsa kim çıkacak ulan diyesim var benim de...
Yorum Gönder