21 Ekim 2009

Ne Oldum'a Dönüş Zamanları-2

O günleri yaşayan herkes hasretle anmaya devam ediyor ve belki tek bir maç tek bir satırbaşı haber bile hafızalarımızdan silinmiyor. Bu yüzden o sezonu tekrar yaşayalım modundan çok o günlerde yaşananlar yazılı basında nasıl yer bulmuş buna dikkat çekerek devam etmek istiyorum. Özellikle de kilometre taşı diyebileceğimiz önemli haberler ve maç sonrası yorumları çok keyifli anılar.
Milliyet arşivleri serimize 1992-1993 sezonu ile devam ediyoruz.
Tarih 18 Haziran 1992. Körfez rekor puan farkıyla 1.Lig'e çıkmış ama henüz olacaklardan hiç kimse haberdar değil. O sezon izin verilen yabancı oyuncu sayısı üç. Körfez üç yabancı oyuncu hakkını da Yugoslavlardan yana kullanıyor. Sırp Mişko Mirkoviç, Makedon Stevica Kuzmanovski ve Boşnak Fahrudin Ömeroviç Kocaelispor'la sözleşme imzalıyorlar ki bence Kocaelispor tarihinde dönüm noktası olacak transferlerdir. Bir kaleci bir sağ bek ve bir stoperini yabancı yapan Kocaelispor ne kadar yerinde bir seçim yaptığını sezon başlar başlamaz anlıyor. Hatta bu üç oyuncudan ikisi Türkiye'yi o kadar benimsiyor ki yıllarca gitmiyor ve Türk vatandaşı oluyorlar.


Gelen isimlerin kalitesinin anlaşılması açısından Yugoslavya'nın İtalya 90 Dünya Kupası kadrosuna bakmakta fayda var. Ömeroviç bu kadroda 2.kaleci olarak olsa da yer buluyor. Kadrodaki tanıdık isimlere bakarsak 1990 yılındaki Yugoslavya kadrosunda yer almanın ne kadar zor olduğu konusunda bir fikir sahibi olabiliriz. Suker, Savicevic, Prosinecki, Boksic, Katanec, Saffet Susic, Pancev, Faruk Hadzibegic aynı kadronun parçaları. Yugoslavya dağılmamış olsa bugün futbolda ne kadar söz sahibi olacağı malumunuz. Bakmayın şimdi hem Rusya hem Yugoslavya yapboza döndüler. Dağılmamış bir SSCB ve dağılmamış bir Yugoslavya hayatını sürdürüyor olsaydı  futbol piyasası da bundan fazlasıyla nasibini alırdı.

Tarih 24 Ağustos 1992. Sezon İsmetpaşa'da Kayserispor maçıyla başlıyor. Kayserispor bugün olduğundan çok daha kötü durumda değil aslında. Teknik direktörlüğe Milli Takım'daki görevinden ayrılan Tınaz Tırpan'ı getirmişler ama Tırpan daha ilk maçtan istifaya davet ediliyor. Neden mi?

7-2 sonucu sezonla ilgili beklentileri de otomatik olarak yükseltiyor. Bir sonraki hafta Bakırköyspor maçı var. Gaza gelmişiz bir kere Sefa Sirmen'in açıklama yapmama şansı yok. 10.000 kişiyiz kardeşim koca İstanbul'da stad mı yok? Biz Kadıköy'de oynamak istiyoruz diyor, tabi daha ilk günler pek takan olmuyor. Tarih 26 Ağustos 1992.

Kocaelispor Bakırköy'ü de 4-3 sonucu ile geçiyor. Güvenç Kurtar'ın yediğimden fazlasını atarım taktiği yavaş yavaş oturuyor ki bu taktik Kocaelispor için uzun yıllar bir ekol haline geliyor. Ali Sami Yen stadında 5-4 biten Galatasaray maçı da bunun küçük bir göstergesi. Onu da bulur paylaşırız. Konuyu dağıtmayalım, yeni manşet "Golün adı Kocaeli"

Gelene 7 gidene 4 atan Kocaeli bir Aydın deplasmanında kelimenin tam anlamıyla şaha kalkıyor. Önce mi sonra mı tam bilemiyorum ama bu maçın oynandığı tarihe yakın bir dönemde aynı Aydınspor Fenerbahçe'yi 6-1 yenmeyi başarıyor. Kocaelispor ise o Aydınspor'u Aydın'da 6-0 yeniyor. Ülkemizde nezaket duygusunun en yoğun yaşandığı yer olan Ege'de Aydınlılar Kocaelispor'u alkışlarla uğurluyor. Tarih 19 Ekim 1992.

Planladığımdan daha yavaş ilerliyor olsak da yine devamı geliyor. Sabrın sonu selamet...Umarım...





K.Erciyes 2-2 Kocaelispor


Maçtan önce formaların, kramponların sezon başı alınıp hiç oynamadan Denizlispor'a dönen İsmail Konuk'un avukatları tarafından haczedilmek istenmesi, yönetici istifaları, hala sonuca ulaşamayan borçların tespiti ve ödeme planının yapılanamaması, zaten asli sorun olarak karşımızda duran lisansların çıkarılamaması vs vs..Sorun yumağı tanımına cuk oturan takımımız sadece romantik bir söylem olsun diye değil gerçekten onur mücadelesine devam ediyor. Serdar'ı çıkarın yaş ortalaması 20, belki 20 bile değil ama azıcık kulaklarını çekmek gerekse de üstündeki sorumluluğu ellerinden geldiğince sırtlamaya çalışan saygıdeğer, genç bir oyuncu grubu yavaş yavaş kavga etmeyi öğreniyor ve biz taraftarlar da bu süreci tedirgin bir şekilde izlemeye devam ediyoruz.
Neresinden başlayacağımı bilemeyeceğim derecede dolu, keyifli bir maçtı. Geçen hafta Gaziantep B.B.'yi yenen takım kendine güvenmeyi öğrenmiş, artık 9.hafta maçlarına çıktığı için henüz tam olarak pişmiş olmasa da alttan ısıtan alevi hissetmeye başlamış genç oyuncular biraz daha "futbol" oynar olmuştu.
Beklentimiz yüksekti desem yalan olur ki açık konuşmam gerekirse Körfezimiz beklentilerin üstünde bir futbol sergiledi. Maçın başında yediğimiz gol moralleri bozmuş olsa da genç takım toparlanmayı başardı. Golü yediğimiz anda Kayseri Erciyesspor'la ilgili kötü anılarımız canlanmadı değil. Süper Lig'e çıktığımız sezon Kayseri'den 6-1'lik bir mağlubiyetle dönmüş ve bu mağlubiyet teknik direktör Fuat Yaman'ın sonu olmuştu. Onun yerine gelen Kayhan Çubuklu ise Kocaelispor'u Süper Lig'e taşımayı başarmıştı (Evet Kayhan Çubuklu, Engin İpekoğlu değil). Bizim için neyin hayır neyin şer olduğunu bilemediğimiz üzere çok hayırlı bir rezalet mağlubiyetti yani.
Golü yedikten sonra gaflet uykusundan uyanan oyuncularımız maçı biraz daha ister oldular. Bunun karşılığı da atılan 2 gol ile alındı. Zaten maçın gidişatı bir futbol maçından çok basketbol maçı gibiydi. İki takım oyunun belli bölümlerinde üstünlük kurdular ve set hücumu yapar gibi rakiplerini rahatsız ettiler. Kontra ataklar da fast break tadındaydı ki kontra atak şeklinde gelişen iki atağımızda ilk yarıda Gökhan Meral'in kaleciyle karşı karşıya auta vurduğu top ve ikinci yarı Serdar'ın direkten dönen topu ile iki golü göz göre göre heba ettik. Emirhan'ın Yunus'un kullandığı kornere altıpas üzerinden yaptığı kafa vuruşunu da sayarsak 5-1'e getirebileceğimiz maçı yediğimiz ikinci korner golü ile 2-2 bitirmek zorunda kaldık.
Yine de süreci gelişim olarak nitelendirebileceğimiz için mutluyum. Futbol sonuç oyunu olsa da oynanan futbol geliştikçe meyveler toplanacaktır. Ligin ilk haftasındaki Bucaspor maçını düşündüğümüzde bugün gelinen nokta ciddi anlamda ilerleme kaydettiğimizi gösteriyor.
Gençlerimiz heyecanlarını yenmeyi ve kondisyonlarını ekonomik kullanmayı da öğrendiklerinde biz bu ligde kalırız ve en azından umutlu olduğumuz gelecek günlerde temizlememiz gereken tek şey borçlar olur. Ocak ayında lisansların çıkacak olduğunu varsayıyor olsak da gün geçtikçe gelişen takımı bozmamak da tercihler arasındaki yerini alabilir, tabii gelişme sürecinin devam etmesi kaydıyla.
Haftaya Ç.Dardanelspor'la İsmetpaşa'da karşılaşacağız. Bir adım daha atmak demek kesinlikle içeride 3 puanı almak demek. Sonuca odaklanmak istemiyor olsak da iyi oyun puan toplamaya yetmiyor ama şahsi fikrim çocuklar onlara olan güvenimizi zedelemesinler, yine ciğerleri yokmuş gibi koşsunlar, tekmeye kafa soksunlar yeter. Gerisi Allah Kerim...

19 Ekim 2009

Romantik Bilim-Kurgu:Suretler


Spoiler uyarısı : Filmle ilgili bazı can alıcı noktalar "Katil kapıcı!" modunda anlatılmıştır. Uyaralım.

Bruce Willis'in adının geçtiği her filmi merak edenlerdenim. Bu aralar eskisi kadar sık göremiyoruz kendisini. Daha mı seçici davranıyor yoksa yaşı ilerlediği için eskisi kadar revaçta değil mi orasını bilemiyorum ama yaşlanmış hali bile -belki de göz aşinalığımızdan- hareketli sahnelerdeki "bu adam bunu yapar" düşüncemizi değiştirmiyor. Yine bol hareket, kavga-dövüş, kaçma-kovalama, kan-revan aromalı bir film ile karşımızda. Bir çizgi roman uyarlaması olan film 2054 yılında geçiyor ve hikayeye göre o zamanlarda artık herkesin kendisini temsil eden bir robotu var. Bu teknoloji bizim ülkemize gelmiş olsa "İnsanoğlu çakma olmuş neyleyim" tarzında arabesk parçaların yapılacak olacağı muhtemel bu teknoloji ile herkes dış görünüşünü, ses tonunu, boyunu posunu belirleyebiliyor. Yatıyorsunuz bir makineye sadece beyin gücünüzle bu robotu hareket ettiriyorsunuz ve o robotun başına ne geliyorsa aynı duyguları hissediyorsunuz. Filmi izlerken aklıma gelen saçma sorulardan biri olan tuvalete nasıl gideceğiz peki? sorusu da film içinde yanıtlanmış. Robota kal geliyor, avel avel bakıyor sonra WC'den dönen kişi ay pardon WC'deydim diyor ve devran dönmeye devam ediyor.
Muhabbeti başka birşeye sardırmadan devam edelim. Bu filmde Bruce Abimiz genel haline uygun bir şekilde Cüneyt Arkın modunda bir FBI Ajanı. Yaşı kemale ermiş, saçı sakalı kadayıf olmuş bu abi herkesin çakma olduğu bu dünyada suçlu kovalıyor ama işi bugün olduğu kadar zor değil. Çünkü suret teknolojisi ile suç oranı %99 azalmış. Zaten FBI'ın elinde suretleri kontrol etme şansı da var. İki kişi bir otel odasında suç işleyecek oluyor, onları takip eden kameralardan görülüyorlar ve gerçek sahipleri ile bağlantıları kesiliyor, hop suç engellenmiş oluyor. Kaldı ki suretler ölmüyorlar da, en fazla arızalı bölümleri onarılıyor o kadar. Gerçek sahipleri de ecelleri gelinceye kadar yaşamaya devam ediyorlar.
O zaman bu nasıl film? Kimse ölmüyorsa Bruce Abi Dünya'yı nasıl kurtarıyor? sorularına yazdığımızdan çark ederek yanıt verelim. Suret adı verilen bu robotları gerçek sahipleri ile birlikte öldüren bir teknolojinin icadı ile işler karışıyor. Hayalet Avcıları'nda hayaletleri avlayan cihaza benzer bir silah suretlere sözüm ona virüs yolluyor ve bu virüsü alan suretin devreleri yanıyor, gerçek sahibin bağlı olduğu alet de bir şekilde etkileniyor ve o alete yatan kişinin de son yatışı oluyor. İşte tam burada Bruce Abi devreye giriyor. Artık suretsiz gerçek hal ile dışarı çıkmanın psikolojik bir travma halini aldığı günlerde ajan Tom Greer suretle mi doğduk ulan diyor ve kendi işini kendi görmek için suçluları kendi bedeniyle sobeleme çabasına giriyor.
Suret teknolojisini bulan firmanın adı VSI. VSI bu teknolojiyi aslında bedensel engelleri bulunan insanlar normal bir hayat sürebilsinler diye buluyor ama bulunan her teknolojinin boku çıkar ilkesinden yola çıkılarak işler hikayedeki boyuta geliyor. Kariyeri Apple'ın kurucularından Steve Jobs ile paralellik gösteren Canter isimli amca bey teknolojiyi hem bulan hem yok etmek isteyen kişi ki buradan da "Bu virüsleri de Microsoft yazıyo zaten olum" geyiğine bir gönderme yapılmış gibi duruyor.
Genel mantık hoşunuza gittiyse izlemeye değer bir film diyebilirim. Hikaye ilginç, oyunculuk en azından vasat, efektler gayet güzel. Hele Dünyadaki tüm suretlerin devre dışı kaldığı bir sahne var ki sadece onun için bile izlenebilir derim. 
İşin romantizm boyutu ise Greer ajanının suret teknolojisine karşı muhalif bir düşüncede oluşundan kaynaklanıyor. Eşi ile tartışmaları, yaşanan ikilemler hep bunun üstüne ve gayet de haklı gibi görünüyor.
Bu filmi tavsiye ettikten sonra sırada Nefes var. Fragmanı kadar güzelse onunla ilgili de birkaç kelam edeceğiz gibi görünüyor.

06 Ekim 2009

Ne Oldum'a Dönüş Zamanları

Bugünümüzden hayır olmadığı aşikar, gelecek ile ilgili öngörüde bulunabilecek herhangi bir materyale de sahip değiliz. Geriye zamanlardan sadece geçmiş kaldığına ve övgü duyduğumuz bir geçmişimiz olduğuna göre, Milliyet gazetesi de arşivlerini internet üzerinden paylaşma güzelliğini yaptığına göre buyrun rekor puan farkıyla 2.ligden 1.lige çıktığımız 1991-1992 sezonuna geri dönelim. 2.lig bölümünü geçelim, kupada Fenerbahçe ile oynadığımız ve eleyerek çeyrek finale çıktığımız maçtan başlayalım.
En baştan belirtmem gereken şey Fenerbahçe'nin Kocaeli'de bir dolu taraftarı olmasına rağmen çok antipatik görüldüğüdür. Dolayısıyla Fenerbahçe ile oynanan maçlar diğer ikisine oranla biraz daha önemsenir. En azından benim çevremde böyle bir hava hakim.
Tarih 30 Ocak 1992. Kupada Kocaelispor ile Fenerbahçe eşleşmiş. Statü tek maçlık eleminasyon. Maç İzmit'te oynanacak ama Fenerbahçe maçı İstanbul'a aldırmak istiyor. Bugünkü -hala kısmi ve adil olmamakla birlikte- kurumsal yapıdan uzak TFF konu ile ilgili ne düşünüyor ne yapıyor bilemiyorum ama Fenerbahçe kulübü bu isteğini yüksek sesle dile getirebiliyor. Dönemin başkanı Sefa Sirmen daha sonra çok daha cesur çok daha Mourinhovari hale gelecek olan beyanat döneminin marşına basıyor ve "Taraftarımıza ihanet etmeyiz" diyor.

Artık maçın İsmetpaşa Stadı'nda oynanacağı kesinleşiyor. Maçın oynanacağı tarih 3 Şubat 1992 ama o gün öyle bir kar yağıyor ki zaten bozuk olan zemin iyice patates tarlasına dönüyor. Maçın hakemi Bülent Yavuz çıkıyor sahaya sınavı yarına erteledim çalıştıysanız zaten unutmazsınız, çalışmayanlar da çalışsın gelsin diyor. Fenerbahçe İstanbul'a, tribünlerdekiler evlerine, Kocaelispor da henüz KEV Sefa Sirmen Tesisleri'nin olmadığı günlerde derme çatma antrenman sahalarına geri dönüyor. Fenerbahçe teknik direktörü Venglos'un  "Bu sahada futbol oynanmaz, önemli olan futboldur" açıklaması olacakları sezmiş olabileceği ihtimalini düşündürüyor.
4 Şubat geliyor, çatıyor. Daha fazla ertelemeye hiç kimsenin tahammülü yok. Maç oynanıyor ve Kocaelispor Tanju'lu Fenerbahçe'yi Saffet'in golüyle 1-0 yenip çeyrek finale yükseliyor. Yalan yok zemin de yardım ediyor. Hem Milliyet hem Kocaeli gazetesinden okuyabileceğiniz üzere Tanju zemine takılıyor ama Saffet takılmıyor ve 2.Ligde fırtınalar estiren, bir sonraki sezon da 1.Ligi sallayacak takım ilk sinyalleri bu maçla birlikte veriyor.

Her ne kadar müteşekkir bir şekilde anıyor olsak da dönemin Milliyet gazetesine dokundurmadan geçme şansımız da yok. Fenerbahçe'nin elenmesini hazmedemiyorlar. Manşetin hemen üstündeki yazıda Şenes Erzik federasyonuna verip veriştiriyorlar. "İşte Futbol Federasyonunun, bu federasyonun hakemlerinin yeni marifeti" diyerek başlıyor "Burada ancak çamur banyosu yapılır ama bu ayıp futbolcuların değil Erzik ile işbirlikçilerinin" diyerek bitiriyorlar yazıyı. Bir diğer yazıda ise Kocaelispor'un golünün ofsayt tartışmalı olduğunu yazıyorlar. Günümüzde de dozajı azalmış olmakla birlikte süregiden medya baskısı o günlerde hat safhada. Bir de maliyet hesabı yapıyorlar. Her ne kadar aşağıdaki hesap 950 milyon lira ediyor olsa da Saffet'in maliyetinin bir açıklaması var.

Sabah tadı veren bir başka gazete ise maçı aşağıdaki şekilde aktarıyor. Kocaeli gazeteleri için ise şimdi pek olmadığı üzere Kocaelisporluluk ön planda.

Nihayetinde Kocaelispor turu geçiyor. Golü atan Saffet kahraman ilan ediliyor ve Sefa Sirmen'in bastığı marştan devam ediyor "Real Madrid de gelse yenerdik!"

Saffet'in fotoğraftaki rahatlığına ve takım elbisesinden yadigar gri pamuk çoraplarına da zoom yapmak boynumuzun borcu. Bir yandan da"yorgunluk kahvesini" yudumlamayı ihmal etmiyor. Normal insan Facebook profiline koymaz bu fotoyu ama Saffet Sancaklı pek bir erkek, tarzından ödün vermiyor.

Çeyrek finalde Gençlerbirliği'ni de eleyen Kocaelispor yarı finalde Bursaspor'a 1-0 yenilerek eleniyor. Maçın hakemi Oğuz Sarvan İsmetpaşa'da Erol'a kırmızı kart gösteriyor ve maç sonunda "istenmeyen olaylar" yaşanıyor. Medya Fenerbahçe'den kalan hesabı ödetiyor. "Kocaeli eski kötü alışkanlıklarına bir yenisini ekledi"

Bir Federasyon Kupası hikayesi Street Fighter modunda sona eriyor. Körfez bir sonraki yıla gümbür gümbür girmeye hazırlanıyor.
Ve tabii ki devamı geliyor...

05 Ekim 2009

Ne Goller Sevdim Zaten Olmadılar

Pozisyon geçtikten sonra bir ölüm sessizliği, eller kafalarda, ağızı kapatmış ya da baş eller arasında. Hele bir de skor dengede ya da takımınız gerideyse sormayın gitsin. Hele hele bir de son dakikalar ise direk Sadri Alışık moduna girip "Bu da mı gol değil hakim bey?" diyesiniz gelir. Pozisyon gol olsa hem sevinçten çılgına dönersiniz hem de halk arasında "jeneriklik" dediğimiz tarzda bir golü canlı kanlı izleme şerefine nail olmuş olursunuz. TV'de, internet sitelerinde binlerce kez görürsünüz tekrarını, artık gına gelir, anlamını yitirir. Yıllar sonra tekrar hatırlanır. Facebook'ta gerekli gereksiz videolara bakarken "Oktay'ın Belçika'ya attığı o müthiş gol" diye bir video görürsünüz, dayanamaz izlersiniz. Vay be! dersiniz hala 1273. izleyişinizde halbuki o top direkten dönmüş olsa pozisyonu unutmanız uzun sürmez.
Evet gol futbolun meyvesidir ve nankör bir spor dalı olduğunun en önemli göstergesi. Atarsanız kahramansınız, atamazsanız yoksunuz.
The Offside bu kategoriye giren tarihteki en önemli (ya da en güzel) 12 gol pozisyonunu belirlemiş. Biri anlamsız geldi ben sıralamaya sadık kalarak ilk 11 yaptım.İyi seyirler.

Franck Ribery Bayern-Juventus 2009 Şampiyonlar Ligi


Henüz geçtiğimiz hafta oynanan Ş.Ligi grup maçından bir kesit. Ribery Juventus savunmasını perşembe pazarına domates almaya yolluyor. Buffon önde, giriyor topun altına ama mesafe yeterli değil ve Ş.Ligi tarihine geçecek bir gol tarihin tozlu sayfalarına gömülüp gidiyor.

Pele Brezilya-Uruguay 1970 Dünya Kupası



Pozisyona giren isim Pele olduğu için eminim çoğumuz bu görüntüye aşinayızdır. Hiçbirşey yapmadan kaleci geçilir mi? Evet geçilir ama o şaşkınlıkla Pele bile olsanız topu auta vurabilirsiniz.

Diego Maradona Arjantin-İngiltere 1980

Diego'nun videonun başında kaçırdığı gol gerçekten efsane olabilecek bir gol ama videonun tamamını izlerseniz Arjantin'in bu maçı nasıl kaybettiğini anlayabilirsiniz. İşin aslı ben anlayamadım da siz belki anlarsınız diye böyle diyorum. Bu kadar hakim olduğun, bu kadar pozisyona girdiğin maçı nasıl verirsin arkadaşım? Koskoca Arjantin'sin bir de, adından utan! Yazıyı direk çalıntı metin ile bitireyim. Diego Meksika 1986 Dünya Kupası'nda İngiltere'ye atacağı golün antrenmanını yapıyor. 6 yıl bilenme süresinin ardından futbol tarihinin en güzel gollerinden birini (belki de en güzelini) atıyor ve kafiyeli olsun diye demiyorum akabinde yatıyor.

Rivaldo Barcelona-Deportivo 2002

Aslında bu pozisyon bir parça farklı çünkü gol ile sonuçlanıyor ama Saviola bile golü attığına pişman oluyor. Golün ardından Rivaldo'ya dönüp kaleye doğru kaktırsana be abicim der gibi bakıyor. Samimi olmak gerekirse bu çocuk hep böyle saftirik bakıyor. Ne Brezilyalı Ronaldo'nun cin bakışları var ne Zidane'ın karizması ne de Portekizli Ronaldo'nun Tecavüzcü Coşkunvari clark çekişi. İlk gördüğümde de bu adam olmaz demiştim.

Suker Hırvatistan-Danimarka Euro 96

Bizim de bulunduğumuz grubun 2.maçları. Biz ilk maçta korner pozisyonunda cümbür cemaat ileri çıktığımız için son dakikada Vlaovic'ten yediğimiz kontra atak golüyle moralsiz başlamışız. Alpay fair-play dersi vermiş (kime verdiyse). 2.maçta da Couto'ya yenik düşmüş Portekiz'e de yenilmişiz. Diğer maçta ise Yugoslavya'dan henüz ayrılmış Hırvatistan bizden aldığı moralle Euro 92 şampiyonu Danimarka'yı yerle bir etmiş. Suker'in Suker olduğu zamanlar. Kalede efsane var ama kime ne? 59 metre falan dinlemiyor yolluyor füzeyi ama Schmechiel'ın da "Şımaykıl" olduğu zamanlar. Yemezler diyor. Yine de Suker'in attığı Hırvatistan'ın 3.golünde düellodan mağlup ayrılıyor. "Suker çok akıllı vuruyor", e gol oluyor.

David Ginola Tottenham-Leeds

David "Blendax" Ginola sürüyor, gidiyor. Hasan Şaş'ı anımsatıyor. Bal yapmayan arı misali yeteneklerini sergiliyor ama direk onay vermiyor.

George Best İngiltere-Kuzey İrlanda 1971


Kaleci topu 3 kere zıplatmadığına göre gol sayılması gereken bir pozisyon ama "filelere giden top gol olarak değer kazanmıyor" diyor Tansu Polatkan.

Michel Platini Juventus-Argentinos Juniors
1985 Kıtalararası Kupa

Büyük başkanın yeşil sahalarda olduğu günler. İyi vuruyor, gol oluyor ama 1985 yılında aktif ofsayt, pasif ofsayt diye birşey yok. Erman Toroğlu bile TV'ye çıkmamış daha kim anlatacak, açıklayacak? Mümkün değil. Gol sayılmıyor, Platini uzanıyor çimenlere açıyor bir küçük, rakısını yudumluyor.

Kevin Keegan  Southampton-Man Utd 1981

Gerçekten verilmemiş en güzel gol. Yahu hakem kardeşim (daha doğrusu abiciğim, amcacığım ya da dedeciğim) sende hiç mi futbol aşkı yok? Ver bu golü bırak yansın hakemliğin. Otur izle yıllarca. Bir başka pasif ofsayt hikayesi.

Zinedine Zidane Real Madrid-Real Valladolid

Ronaldo topu çok güzel aktarıyor. Zidane astronomik bir ifade olduğu şekliyle "kendi ekseni etrafında" çok güzel dönüyor, hoş ekseni biraz kayıyor ama olsun. Sonuç; tribünlerde günün şanslısı maçtan arkadaşlarına anlatabileceği iki hikaye ile evine dönüyor.

Antonio Cassano ve Francesco Totti Roma 2005

Cassano ve Totti topu orta sahadan alarak 6 verkaç yapıyorlar. Hangi takım olduğunu anlayamadığım rakip takım oyuncuları çok zekiler 7.sine izin vermiyorlar. Gerçekten telepatik bir iletişim denebilir.

04 Ekim 2009

Bugün Seka Park’a Dev Ekran Kuralım!


Benim artık elim, beynim varmıyor. Özgür Kocaeli gazetesi yazarı İsmet Çiğit mevcut durumu çok güzel özetlemiş. "Kocaelispor neden bu halde olmamalı?" sorusunun bütün yanıtları bu yazıda gizli. Körfez'e sırtını dönmesine rağmen tekrar seçilen bir Belediye Başkanı, şehrin içine sıçıp değerleriyle hiçbir şekilde ilgilenmeyen patroncuklar ve bitkisel hayata doğru yol alan çoluk çocuğun elinde maskara olmuş bir kulüp.
Yazasım yok ama bugünkü maçta Altay'a da 1-0 mağlup olduk. Maç içinde 9 kişi kaldık ki kırmızı kartlardan bir tanesi hafta içi 300 YTL primi ödenmediği için antrenmana çıkmayan (Bkz.Cin olmadan adam çarpmak) Emirhan Önder tarafından görüldü. Paranoyak olmakla ilgisi yok böyle bir kırmızı kart görmek için ya kötü niyetli olmak ya da zihinsel özürlü olmak lazım.
Kısacası Titanik benzetmesi bu kez tam anlamıyla oturuyor. Çünkü bir kez daha düşersek bu şartlarda yükselmek mümkün olmayacak.
Bank Asya'ya şükreder olduk. Hayır değil, hiç değil...

Bugün Seka Park’a dev ekran kuralım

Tarih, 11 Mayıs 2008 Pazar…
Pırıl pırıl bir gündü... Üstelik çok heyecanlıydık. Büyük tesadüfler olmuş, dualarımız kabul edilmiş, Kocaelispor Bank Asya Liginde son haftaya lider olarak girmişti.
Son maçımızı İzmir’de Altay ile oynayacaktık. Kazanırsak, başka hiçbir maçın sonucuna bakmadan şampiyon olacaktık. 5 yıllık özlem bitecekti. Bu garip, bu unutulmuş, ihmal edilmiş, kendi yerlileri dışlanmış kent, yeniden onurunu kazanacaktı.
Büyükşehir Belediyesi, bir iyilik, güzellik yaptı. O gün, Seka Park’ta Uçurtma Tepesi yakınlarına dev ekran bir televizyon koydu. Binlerce kişi, açık havada büyük bir heyecanla İzmit Atatürk Stadındaki Altay-Kocaeli maçını izledi.
Taner Gülleri golünü attı. Kocaelispor şampiyon oldu. Seka Park’taki büyük coşku, dalga dalga kente yayıldı. İzmit Lisesi’nin önünde, Fethiye Caddesi’nde, İnönü Caddesi’nde bayraklar sallanıyor, gençler, yaşlılar, kadınlar erkekler şampiyonluğu kutluyordu.
Dev ekranda kupa töreni vardı. Serhan Gürkan ile İbrahim Karaosmanoğlu, şampiyonluk kupasını Kaptan Serdar Topraktepe’nin elinden almış, futbolculara bile vermiyorlardı.
Güzel gündü. Anılarda kalan, çok güzel bir gün.
………
Şimdi bugün, Kocaelispor takımı yine İzmir’de. Yine Altay ile oynuyor. Maç bu kez Alsancak Stadında. Büyükşehir Belediyesi’nden bir hizmet bekliyorum.
Bugün, Seka Park’a, Uçurtma Tepesi’ne yine dev ekranlı bir televizyon kursunlar.
Hatta sabah erken kalkıp, hızlı hareket edebilirlerse, öğleden önce televizyon ekranını yerleştirsinler. Halk gelsin, önce AKP’nin Ankara’daki kurultayını izlesin.
Katılmadığım görüşleri, beğenmediğim icraat ve tavırları olmasına rağmen, ben Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye için düzgün bir lider olduğuna inananlardanım. Pek çok konuda cesaretle doğruyu yaptığına inanıyorum. AKP’nin bugünkü kongresi de görkemli olacak, eminim Başbakan çok önemli mesajlar verecektir.
Seka Park’ta oturup, seyredelim. Güzel sözlerinde Başbakan’ı alkışlayalım.
………
Ama asıl olay, akşama. Saat 19.00’da Altay-Kocaeli maçı başlayacak. D Smart canlı yayınlayacak.
11 Mayıs 2008’de Kocaelispor, İzmir’de Altay önüne ligin lideri olarak çıkmıştı. Bu akşam aynı Kocaelispor, aynı ligin sonuncusu olarak Altay önüne çıkacak.
Futbol otoritesi değilim. Ama bir öngörümü paylaşmak istiyorum. Bu akşam Altay, Kocaelispor ile kedi-fare misali oynayacak. Bizim takımın formasını taşıyan 17-18 yaşındaki isimsiz çocuklar çok koşacaklar, çok çalışacaklar, ellerinden geleni yapacaklar. Dilemiyorum, bir mucizenin yaşanmasını, aksinin olmasını çok isterim. Ama futbolun gerçekleri var.
Bu akşam Altay bize 3 atacak, bir sayacaktır. Maçı izlerken ezileceğiz, utanacağız. Bu kent, bu kentin takımı neden bu hale geldi diye kahredeceğiz. Bakın, İddaa diye bir oyun var. Bahis oyunu. Bu akşamki maçta, Altay’ın galibiyetine 1.20 veriyor. Bu çok düşük bir oran. Altay’ın Kocaelispor’a karşı çok favori olduğunu gösteriyor. Aynı İddaa’da Kocaelispor’un galibiyetine verilen olan 7.50. Bu bahis oyununu hazırlayanlar, Kocaelispor’un bu akşam Altay’ı yenmesine mucize gözüyle bakıyor.
11 Mayıs 2008’de, yine bir İzmir’de Altay maçının ardından, şampiyonluk coşkusunu yaşamış, Seka Park’tan, şarkılar, türkülerle şehre yayılmıştık. Bu akşam çok büyük olasılıkla, takımımızın çaresizliğini, güçsüzlüğünü görecek, ağır bir yenilginin acısıyla evlerimize dağılacağız.
……..
Ama olsun… Bunu da birlikte yaşayalım. Birlikte paylaşalım. Seka Park’ta uçurtma tepesine kocaman bir dev ekran kuralım.
En ön tarafa, büyük adamlar için, popolarını hiç acıtmayacak, 90 dakika onları hiç rahatsız etmeyecek, lüks, yumuşak koltukları dizelim. Sayısı da hayli fazla olsun.
Kurultayın sonucu nasıl olsa belli. Kurultaya katılacak ilimizin AKP’li büyükleri, saat 15.00 gibi Ankara’dan yola çıksınlar. 19.00’daki maça yetişirler.
En ön koltukta, orta sırada Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu ile, Sanayi ve Ticaret Bakanımız Sayın Nihat Ergün otursunlar.
Yanlarına Vali Bey’i oturtalım. Sonra bu üçlü heyetin iki yanına, sakallı yeni imajıyla Mustafa Koç’u (Tüpraş ve Ford Otosan’ın patronudur), kardeşi Ali Koç’u (O da Tüpraş ve Ford Otosan’ın ikinci patronu ve Fenerbahçe sevdalısıdır) yerleştirelim.
Ön sıra koltuklara konulacak daha çok adam var. Yeniköy’ü parselleyen Hayat Kimya’nın sahibi Kiğılı kardeşleri koyalım. Alikahya’yı bitiren Kibar Holding’in sahibi baba-oğulu çağıralım.
Sabahtan bir mesaj gönderip, Dubai Port’un sahibi Arap Şeyhini davet edelim. Helikopterle Seka Park’a insin. Ya da Cengiz Topel’den, Büyükşehir’in denize inen uçağı ile alalım, Seka Park’a getirelim.
Ford’un Amerikalı patronunu, Pirelli’nin İtalyan patronunu çağıralım. Hynudai’nin Koreli ortağı gelsin. Bunların hepsi, dünyanın dev takımlarına oluk gibi para akıtan sponsor firmaların temsilcileridir.
Mutlaka Güler Sabancı da gelsin. Bu kentteki en büyük fabrikaların sahibidir.
Sonra, ön sıradaki koltukların bir ucuna Sefa Sirmen’i, öbür ucuna Hikmet Erenkaya’yı koyalım (Uzak otursunlar ki, maç izlerken tatsızlık olsun, kavga çıksın istemem).
Serhan Gürkan gelsin, vali ile başkanın ayaklarının dibine, çimenlerin üzerine otursun.
Sanayi Odası Başkanı gelsin. O Yeniköy’de sahili doldurup, üzerine tersaneler kurduran, yan tarafındaki arazide liman yapan Sanayi Odası Başkanı. Hatta limandaki İzmirli ortağı Lusian Arkas’ı da davet etsin.
Ön sıraları, bu muhterem zevat doldursun. Arkaya vatandaş yerleşsin. Yenidoğan, Serdar, M.Alipaşa, Derince, Bekirdere’den taraftarlar. Hodri Meydan liderlerini, siyasetçiler biraz görsün. Hodri Meydan da “En büyük Başkan bizim başkan” diye arkadan bağırsın.
Görelim Kocaelispor markası ne hale gelmiş. Bu büyük kentin, bu zengin kentin takımı ne hallere düşmüş. Düşünelim; bu Kocaeli kenti nasıl bu kadar sahipsiz, bu kadar onursuz bırakılmış.
Dev ekran kurulursa, ben de Seka Park’a gelirim. Ama sakın bana önlerden yer ayırmayın. Rıhtım kenarında, ya da uzun iskelenin en ucunda olurum. Nasıl olsa ekran büyük, görürüm. Yakarım sigaramı, efkardan kurarım bir de çilingir soframı. Tabii, Seka Park’ta bulamazsınız. Biramı yanımda getiririm. Benim yüreğim, beynim Kocaelispor’un bu onursuzluğunu, sahipsizliğini kaldırmıyor. Maçın sonlarına doğru kalkarım yerimden, gelirim dev ekran televizyon ile en ön sıradaki koltukların arasına…
Ağlayarak bağırırım:
“-Eserinizi gördünüz mü? Siz koca adamlar, Kocaeli kentine bu onursuzluğu yakıştırıyorsanız, hepinize yazıklar olsun” diye bağırırım.
Sonra, önlerinde yere tükürür, çekip giderim.
Ama koyun. Bugün mutlaka Seka Park’a dev ekran kurun. Önce AKP ne kadar büyük onu izleyelim. Sonra Kocaelispor ne kadar küçük, bunu görelim.
Kimbilir belki utanan birileri çıkar.

İsmet ÇİĞİT

Yazının aslı.

Related Posts with Thumbnails