"İzmit depreminden birkaç yıl sonraydı... Bir üniversite panelinde davetli konuşmacılardandım... Ön sıralardaki genç hocalardan biri (sanırım biraz da arka sıralardaki öğrencilerden alkış alma hevesiyle) müstehzi bir ifadeyle şöyle sordu: "Neden hep aşk meşk konularında yazıyorsunuz? Bunlar kaç kişiyi ilgilendiriyor? İnsanların, memleketin, dünyanın çok daha hayati meseleleri var!" Sessiz bir bekleyiş sardı bütün salonu. Haklısınız, dedim, çok daha hayati meseleler de var. Ama aşkların, ilişkilerin, dostlukların, sevdiklerimizin biz insanlar için hayati önemde olmadığını kim söyleyebilir? Mesela 17 Ağustos sabaha karşı 3 sularına geri dönelim... O dehşet içinde, o korkunç yıkım başladığında tek bir kişi bile politikayı düşünmüş müdür? Tek bir kişi olsun duvarlar üzerine üzerine gelirken kendi kredi kartı borçlarını veya ülkedeki ekonomiyi aklına getirmiş midir? Çevresel sorunlar, toplumsal sorunlar o an kaç kişiyi ilgilendirmiştir acaba? Ama hepimiz biliyoruz: Tam o anda, saat 03.02'de ne çok insan, o dehşet içinde bile, hatta özellikle ve belki sadece aşkı aklına düştü. Ne çok insan o anda sevgilisinin ne halde olduğunu, sevdiklerini, dostlarını, karısını, kocasını, çocuğunu, annesini, babasını düşündü..."
Haşmet Babaoğlu
Biz ne yaptık peki depremden sonra?
İzmit'te staj yapıyordum. Ben İzmitteydim, ailem İzmir'de. Depremden yarım saat kadar sonra babam aradı. Henüz alışmadığımız artçılar gelirken nasıl olduğunu hala anlayamadığım bir şekilde sorun yok, herşey yolunda dedim. İzmir'de bile hissettik dedi. İnanmadı ama bozmadı da. Hepiniz iyiyseniz sorun yok, ben seni almaya geleceğim dedi.
Sonra ben büyüdüm. Okullar okudum, askere gittim, işlere girdim, çıktım. Koalisyonlar geldi, geçti. Kanunlar çıktı, her gelen bir öncekini bozdu, yeniden yaptı. Sınav sistemleri değişti, hayatımı derinden etkiledi evet ama ne annem değişti ne kardeşim ne babam. Sevgililerim oldu, bazıları geçti, biri hep kaldı. Benim inandığım hayata göre nerede olursam olayım ne yaparsam yapayım, örneğin farklı bir sınav sistemi ile farklı bir bölümde hatta farklı bir şehirde okusaydım da onlarla karşılaşacak, sevgili olacaktım, öyle yazılmıştı, kaçamazdım.
Yolda görseniz görünüşüne bakıp ciddiye almayacağınız birisi "İnsanın iki günü doğarken yazılırmış, hiç değişmezmiş; bir evleneceği, iki öleceği gün" demişti bana. Hiç sorgulamadım, inandım.
Kalanlar hiç değişmedi evet ve ben o günden beri aklımı en çok aşkla, meşkle, annemle, babamla ve tabii ki futbolla kurcalıyorum. Diğer konularda hiç uçlara gitmedim, bilmem. İlgilenmiyorum da. Mevsimlik açan çiçekler, sadece ağustos ayı boyunca yaşayan ağustos böcekleri, bir gün ömrü olan kelebekler gibiler benim için ki bu saydıklarım onlardan çok daha değerli şeyler, en azından doğa adına, dünya adına, evren adına.
İyi ki böyle yapmışım ve yapıyorum. Evet bunalıyorum. Bir anlam eksikliği var hayatımda, farkındayım ama bunun nedeni seçtiğim yol değil. Neden kaynaklandığını bilmiyorum ama neden kaynaklanmadığını çok iyi biliyorum.
Eşek kadar adam oldum. Kendime ait bir evde kendi paramla geçiniyorum. Babamla her telefon konuşmamızda bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor hala ve ben biliyorum ki yeni bir depremden daha sağ çıkarsam beni almaya gelecek.
Hangi politika? Hangi zam? Hangi fatura? Hangi küresel ısınma?
Hayat kalp atmaya başlayınca başlar, atması bitince biter. Aşkın, sevginin kalple özdeşliği buradandır.
Kalbinizi sevmek için "Becel" yemekten fazlasını yapın. Yoksa ne kadar çok şeyle ilgilenirseniz ilgilenin, oradaki boşluğu doldurmanız mümkün olmayacak.
2 yorum:
yazını sabah okudum ama şimdi yazabiliyorum.
sabah evden çıkarken biraz babamla tartışıp, işe gelirken yolda pişman olmuştum. o kadar iyilerki bize karşı. kimse kimseye bu böyle davranmaz aileden başka. böyle bir sevgi daha olamaz. başka bir sevgi bu. hep derler ya anne-baba olunca anlarsınız diye, öyle galiba.
yutkunamıyorum ya, niye yazıyorsun birader iyi ki yazmıyorsun bloga yaz dedik. ağzıma sıçtın resmen şu postla
zamanlama güzel uymuş o zaman Gökmencim..Beter ol yapma bi daha :)
Yorum Gönder