30 Aralık 2009

Hoşgeldin 1966!


Hele bir soluklan yeğen, al şu suyu içiver denebilir böyle bir başlık karşısında ama bu yıl bizim için 2010 değil 1966 olacak. Ne demişti Muammer Çelik basın toplantısında;
"Bugün burada toplanmamızın sebebi 1966 ruhunu getirecek olmaktır. Biz göreve gelirken bunu söyledik bu duyguları sizlerle paylaşmak istedik. 8 aydır kimsenin olmaz dediği işi yani lisans sorununu çözdük. Çünkü benim en başından beri çözülür dediğim olay işte buyurun 7 günde çözüldü"
Henüz doğum sancısı aşamasında olan "Bir tuğla da sen koy" kampanyası ile birlikte şehir ve taraftar dinamiği de bu ruha katkıda bulunmaya çalışıyor. Hoş, Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim "Lalezar" Karaosmanoğlu Kocaelispor'u badminton takımı sanıyor ama olsun o olmadan yakalanacak başarı tadından yenmeyecek.
Belki hayal belki değil. Belki Körfez 10 yıl sonra kurumsal bir yapıda, siyasilerden tamamen bağımsız, kendi ayakları üzerinde durabilen bir kulüp olacak. O zaman bugünleri düşüneceğiz, çok kötüydük kurtuluş adımını ilk biz attık diyeceğiz. "Hepimiz Hasan Tahsiniz" diye pankart yaptıracağız, üstünde de bir zümrüdüanka kuşu olacak, neye benziyorsa artık, zamanı gelince buluruz.
İşbu yüzden bu yıl yeniden doğuş yılı, gayrıresmi 1966'dır. Zaten insan kendisini hangi yılda hissediyorsa oradadır, değilse de umrumda değildir.
Herkese iyi yıllar olsun, yeni yılın eskisini unutturacak kadar güzel olması dileğiyle...


Soğuk Şehrin Soğuk Talihi


22 Ekim 2009
Erzurumsporlu futbolcular başbakanın konvoyu geçerken yol kenarına diziliyorlar ve yardım istiyorlar. Hiçbirini tanımam, seviyeleri hakkında hiçbir fikrim yok ama ne durumda olurlarsa olsunlar kaçmıyorlar, ellerinden geleni yapıyorlar.


28 Aralık 2009
Trabzon Karadenizspor maçı başlar başlamaz bir dakika hareketsiz durarak protesto ediyorlar içler acısı hallerini. Para namına hiçbirşey yok. Maçlara kendi imkanları ile gidiyorlar ama pek tabii ki bir yere kadar. Maçtan sonra da bu pankartı açıyorlar; Bizden bu kadar!..
Sanki organizasyonu düzenleme hakkı çoktan bize verilmiş gibi alevlenen Euro 2016'da maçların oynanacağı şehirler tartışmasının üstüne bu iyi geldi. Profesyonel yapıdan uzak Anadolu kulüpleri can çekişiyor. TFF'nin kulüp yönetimleri ile ilgili herhangi bir çalışması da yok. Her kulüp kapanın elinde kalıyor. Sen önce futbol organizasyonunu adam gibi yap, adam gibi yönet ki sıra Euro 2016'lara gelsin.
Turnuva bizde düzenlenmesin mi? Tabii ki düzenlensin ama masada yatan hastalar da unutulup öldürülmesin. Önce mevcut sorunlar çözülsün sonra varsın Trabzon olmasın, Diyarbakır olmasın ya da olsun. Herşeyi hesapladıktan, hazırlandıktan sonra ne fark eder?
Bana kalırsa bu şehirler olmasa da değişen bir şey olmaz ama Erzurumspor, Kocaelispor, Samsunspor, Malatyaspor olmazsa çok şey değişir.



Aşk, Meşk, Futbol, Hayat...


"İzmit depreminden birkaç yıl sonraydı... Bir üniversite panelinde davetli konuşmacılardandım... Ön sıralardaki genç hocalardan biri (sanırım biraz da arka sıralardaki öğrencilerden alkış alma hevesiyle) müstehzi bir ifadeyle şöyle sordu: "Neden hep aşk meşk konularında yazıyorsunuz? Bunlar kaç kişiyi ilgilendiriyor? İnsanların, memleketin, dünyanın çok daha hayati meseleleri var!" Sessiz bir bekleyiş sardı bütün salonu. Haklısınız, dedim, çok daha hayati meseleler de var. Ama aşkların, ilişkilerin, dostlukların, sevdiklerimizin biz insanlar için hayati önemde olmadığını kim söyleyebilir? Mesela 17 Ağustos sabaha karşı 3 sularına geri dönelim... O dehşet içinde, o korkunç yıkım başladığında tek bir kişi bile politikayı düşünmüş müdür? Tek bir kişi olsun duvarlar üzerine üzerine gelirken kendi kredi kartı borçlarını veya ülkedeki ekonomiyi aklına getirmiş midir? Çevresel sorunlar, toplumsal sorunlar o an kaç kişiyi ilgilendirmiştir acaba? Ama hepimiz biliyoruz: Tam o anda, saat 03.02'de ne çok insan, o dehşet içinde bile, hatta özellikle ve belki sadece aşkı aklına düştü. Ne çok insan o anda sevgilisinin ne halde olduğunu, sevdiklerini, dostlarını, karısını, kocasını, çocuğunu, annesini, babasını düşündü..."
Haşmet Babaoğlu

Biz ne yaptık peki depremden sonra?
İzmit'te staj yapıyordum. Ben İzmitteydim, ailem İzmir'de. Depremden yarım saat kadar sonra babam aradı. Henüz alışmadığımız artçılar gelirken nasıl olduğunu hala anlayamadığım bir şekilde sorun yok, herşey yolunda dedim. İzmir'de bile hissettik dedi. İnanmadı ama bozmadı da. Hepiniz iyiyseniz sorun yok, ben seni almaya geleceğim dedi.
Sonra ben büyüdüm. Okullar okudum, askere gittim, işlere girdim, çıktım. Koalisyonlar geldi, geçti. Kanunlar çıktı, her gelen bir öncekini bozdu, yeniden yaptı. Sınav sistemleri değişti, hayatımı derinden etkiledi evet ama ne annem değişti ne kardeşim ne babam. Sevgililerim oldu, bazıları geçti, biri hep kaldı. Benim inandığım hayata göre nerede olursam olayım ne yaparsam yapayım, örneğin farklı bir sınav sistemi ile farklı bir bölümde hatta farklı bir şehirde okusaydım da onlarla karşılaşacak, sevgili olacaktım, öyle yazılmıştı, kaçamazdım.
Yolda görseniz görünüşüne bakıp ciddiye almayacağınız birisi "İnsanın iki günü doğarken yazılırmış, hiç değişmezmiş; bir evleneceği, iki öleceği gün" demişti bana. Hiç sorgulamadım, inandım.
Kalanlar hiç değişmedi evet ve ben o günden beri aklımı en çok aşkla, meşkle, annemle, babamla ve tabii ki futbolla kurcalıyorum. Diğer konularda hiç uçlara gitmedim, bilmem. İlgilenmiyorum da. Mevsimlik açan çiçekler, sadece ağustos ayı boyunca yaşayan ağustos böcekleri, bir gün ömrü olan kelebekler gibiler benim için ki bu saydıklarım onlardan çok daha değerli şeyler, en azından doğa adına, dünya adına, evren adına.
İyi ki böyle yapmışım ve yapıyorum. Evet bunalıyorum. Bir anlam eksikliği var hayatımda, farkındayım ama bunun nedeni seçtiğim yol değil. Neden kaynaklandığını bilmiyorum ama neden kaynaklanmadığını çok iyi biliyorum.
Eşek kadar adam oldum. Kendime ait bir evde kendi paramla geçiniyorum. Babamla her telefon konuşmamızda bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor hala ve ben biliyorum ki yeni bir depremden daha sağ çıkarsam beni almaya gelecek.
Hangi politika? Hangi zam? Hangi fatura? Hangi küresel ısınma?
Hayat kalp atmaya başlayınca başlar, atması bitince biter. Aşkın, sevginin kalple özdeşliği buradandır.
Kalbinizi sevmek için "Becel" yemekten fazlasını yapın. Yoksa ne kadar çok şeyle ilgilenirseniz ilgilenin, oradaki boşluğu doldurmanız mümkün olmayacak.

29 Aralık 2009

Aralık Kemeri


Aralık ayında Kemer'de eğitim ayarlayan zihniyete lanet olsun. Dışarı çıktığımızda gördüğümüz üç tane köpek, açık durumda olan birkaç esnaf, saat kulesi önünde top oynayan iki çocuk ve bir cami inşaatı.
Bir yeri insansız durumda iken tahlil etmek -özellikle de ilk defa gittiyseniz- çok daha sağlıklı sonuçlar verir. Örneğin İzmit'te Yürüyüş Yolu'na boşken bakmak lazım, eskiden buradan tren geçerdi "İçinden tren geçen şehir"di burası demek lazım. Güzel bir kız var mı çevrede diye düşünmeden, bisikletli herifin teki üstüme üstüme gelir mi demeden, yoksa burası köpek yürüyüş yolu mu? diye sormadan öylece yürümek lazım.
Kemer'e dönersek güzel ülkemin turizm anlayışının deniz ve güneşten ibaret olduğunun en açık göstergesi gibi sanki. Kemer'in Yerlisi diye bir kavram yok. Güzelim narenciye bahçeleri satılmış, her yeri oteller ve barlar kapatmış. Bana kalırsa kocaman bir hapishane gibi. Otellerdeki herşey dahil olayı da cabası. Otelden çıkmadan ömür boyu yaşamak mümkün. Buraların yaz döneminde Rusya'ya dönüyor olması da Rusların ne kadar sığ bir tatil anlayışına sahip olduklarını gösteriyor tabi, diğer alternatiflere göre daha ekonomik bir seçim olduğumuzu saymazsak. Karşıda görünen güzelim Tahtalı anlatılanlara göre çok fazla tercih sebebi değil. Bu arada Nefes filmi de burada çekilmiş, ben yeni duydum.
Peki bunca şey saydım ben yaz döneminde fırsat bulursam Kemer'e gitmeyecek miyim? Tabii ki gideceğim ama inan olsun bayıldığımdan değil.
İstemem yan cebime koy, hormonal şeyler bunlar bazen fazla kafa yormamak gerek. Benim de tatil anlayışım sığ imiş, evet.

22 Aralık 2009

Elephant Driver


National Geographic okuyucuları 2009 yılının en iyi fotoğraflarını seçmişler. Bu fotoğraf uluslararası oylardan pek itibar görmemiş ama İngilizler kıymetini bilmişler.
Uluslararası alanda seçilenler de pek tabii ki görmeye değer.



Mekan-ı Hayal


Her yılbaşının klasik geyiğidir. Büyük ikramiye size çıksa ne yaparsınız?
Böyle şeylerden medet ummayacak hatta böyle bir ihtimalin hayalini bile kurmayacak kadar kötümser birisi olmama rağmen eş-dostun aklımı çelmesiyle kendimi tutamadığım zamanlar oluyor.
En büyük hayalim ise geçtiğimiz sezonki transferlerimizden biri olan Maurice "Brave Heart" Ross'un da vermiş olduğu gazla bir spor-bar açmak. Hatırlanacağı (büyük ihtimalle hatırlanmayacağı) üzere Ross Norveç'te futbol oynadığı dönemde İskoç Bar Kültürü'nü özlediği için bir spor bar açmıştı. İzmit'te de açmasını bekledik ama maalesef buradaki ömrü pek uzun olmadı. Hoş olsaydı da İbrahim Karaosmanoğlu'ndan alkol ruhsatı alamayacağı için süt-bar açmak zorunda kalacaktı. Benim nasıl açacağımı sormayın, bir torpil bulurum.
Fotoğraftaki cafenin Hindistan'da olduğuna inanamıyor insan hatta bir tane de yok. Xtreme Sports Bar adında bir spor-bar zinciri ki eminim Amerika ya da Avrupa'da çok daha gelişmiş versiyonları mevcuttur. Bu cafenin tek özelliği hayal kurulabilecek kapasitede olması. Fotoğraf tam anlamıyla fikir vermiyor olsa da maliyeti 1 Milyon lira civarı. Ne kadar da hayal kurulabilecek kapasitede değil mi? Ama biz şu anda en az 7,5, vergi kesintileri ile 6 Milyon Lirayı cebe indirmiş olarak hesap yapıyoruz, o zaman makul sayılır, evet.
Bir spor bar içinde neler barındırır ya da barındırmalı da ayrı bir tartışma konusu olabilir. Benim açacağım barda (açacağım???) pek tabii ki maç yayınları ve Playstation, Bilardo, Langırt gibi ufak tefek çerez renklendiriciler olacak. İşler yolunda giderse bunu daha büyük bir tesis haline getirip kalitelisinden bir halı saha, bowling, spor salonu ve hatta belki havuz ekleyebilirim, bilmiyorum. En önemlisi ise (nasıl unuttum!) gerçek boyunda balmumu bir Maradona heykeli olmalı ki bu konuda maliyetten asla kaçmam (bir ki ile daha bağlayayım Madam Tussaud müzelerinin bile hiçbirinde yok).
Yazıya tekrar dünyaya dönüp devam edersek bu tip cafelerin sporu (daha doğrusu futbolu) bu kadar seven bir ülkede yaygın olmaması çok ilginç geliyor bana. Güneydeki tatil beldelerimizde İngiliz turistleri kandırmak için maçların yayınlandığı zamanlar doğan geçici spor-bar havalı yerleri saymıyorum. İzmit'te zaten yok, İzmir'de de bilmiyorum. İstanbul'da olabilir, ben bilmiyorumdur ama yaygın olmadığı aşikar. Bizim maç izleme kültürümüz sigara dumanından yeni kurtulmuş kıraathaneler ile sınırlı.
Yeri gelmişken küçücük bir dip not ekleyeyim. Kıraat Arapça okumak anlamına geliyor (İslam dininde daha geniş anlamlar da ifade ediyor). Kıraathaneler ise Osmanlı zamanında kitap, o dönemin şartlarında olduğu kadarıyla gazete, dergi vs. okumak için yapılan yerler. İşin aslı okumak değil dinlemek için yapılan yerler çünkü o dönemde okuma-yazma bilenlerin oranı çok düşük, Hoca'nın hikayesinde olduğu gibi okuyanlar okuyamayanlara anlatıyor. Devran dönüyor ve kıraathane adındaki yerler okeyhane, yer yer batakhaneye dönüşüyor, en çok okunan gazete de "Şok" oluyor.

2010 yılı itibariyle bu zinciri başlatacağım. 1 Ocak'a kadar da isim düşüneyim. Para geldikten sonra da hazırlıklara başlarım.
Evdeki hesabın çarşıya uyup uymadığı ile ilgilenmeyince hayat ne güzel Ya Rab!

21 Aralık 2009

Dişdöken Chucky


























































Saffet Sancaklı'nın da hastası olduğu adam Chucky abi bu işin de faili pekala olabilir.
Massimo Tartaglia'nin Facebook'taki hayran kitlesi büyüye dursun bu Berlusconi adamının başına bir haller geleceği çok belliydi. Gazetede gözüme çarpan bir haberde hatunun biri "Hepimizi teker teker kucağına oturttu, okşadı" diyordu mesela. Tamam bizim başbakanlarımız da biz dahil herkese yapıyorlar bunu ama çaktırmadan yapıyorlar. Sen ne testesteron manyağı adammışsın öyle! Üstelik Milan da bu durumdayken yapıyorsun bunları.
İtalya'da bu olayın düzmece olduğuna dair söylentiler de çıkmış ortaya hatta Silvio'nun oy oranında artma gözlenmiş. Kemal Derviş bir ara "Bize en çok benzeyen ülke İtalya, rol model olarak onları almalıyız" demişti.
Aferin bak gider ayak doğru bir laf etmiş en azından.
Reha Erus Roma (RER).

İlk Yarı Biter Biz Yeni Başlarken


















İlk yarıyı Çaykur Rizespor beraberliği ile kapattık. Seyircisiz oynadığımız Mersin maçını kazandıktan sonra görece güçlü kabul edeceğimiz bir takımdan, üstelik deplasmanda bir puan almış olmamız sevindirici. Tabii bu durumun sevindirici olduğunu yazmak hiç sevindirici değil hatta bendeniz için bir zul ama bu ahval ve şerait içinde sinekten yağ çıkarmamız gerekiyor maalesef.
Maçı izleyemediğimiz için herhangi birşey yazma şansımız yok. Rivayete göre gençlerimiz gayet iyi oynamışlar ve galibiyeti kaçıran taraf bizmişiz. Muhtemelen Kayseri Erciyes maçının bir kopyası olmuştur ki malumunuz gençlerimiz geçen bunca zamana rağmen özellikle son vuruş konusunda bir arpa boyu yol alabilmiş değiller. Bazen acaba haksızlık mı yapıyorum diye düşündüğüm oluyor ama Kaptan Serdar'ın performansını görünce diğerlerinden biraz daha fazlasını beklemek haksızlık olmamalı. Tecrübe kuşkusuz çok önemli bir faktör ama tek geçerli faktör değil ve bir genç oyuncu gençliğin vermesinin gerekli olduğu enerjiden bile mahrumsa daha başarılı olacağı başka sektörlerde şansını denemeye başlayabilir.
2.Yarı siyahtan beyaza dönmemiz biraz zor olsa da en azından grinin açık tonlarına geçiş yapacağız. Gerek Muammer Çelik'in başkan seçilmesiyle umutlanan camia, gerekse lisansların çıkıp daha iyi oyuncuların transfer edilecek olması bir ışık görmemiz için yeterli sebepler. Bazılarımız play-off hayalleri kurmaya başlamış olsa da ve gönlümüzden geçen pek tabii ki bu olsa da bir parça gerçekçi olursak bu yılı bir sonraki yıla Bank Asya Ligi'nde kalmış olarak devretmek yeterli olacak. Sonuçta Osman Bey Efendi başkan olarak devam etseydi bir değil iki yıl kaybetmiş olacaktık ki o da düşer düşmez çıkarsak.
Kötü günler geride kaldığına -en azından öyle olduğuna inandığımıza- göre artık çözülecek lisans sorunlarına ve ikinci yarı toplayacağımız puanlara konsantre olmaya başlayabiliriz. Kara göründü diye bağırasım geldi şimdi :)
Gençlere karşı yaptığım negatif eleştirileri bir de istatistikle destekleyeyim. Attığımız 12 golün 7'si Kaptan Serdar'dan, 2 tanesi Onur Alkan, 1 gol Uğur Daşdemir, 1 gol Gökhan Meral, 1 golde Harun Eren'den. Özellikle Gökhan Meral'in bu sayıyı çok yukarılara taşıma şansı vardı ama beceremedi. İlk günlerdeki toyluklarına hak veriyorum, 17 maç profesyonel bir futbolcu olmak yeterli bir zaman olmayabilir de ama bu fırsatı yakalamışsanız ve kendinizi göstermek için en fazla 34, bir ihtimal 17 maç hakkınız varsa yükselen bir ivme göstermek zorundasınız yoksa şu andan itibaren yüksek ihtimalle olacağı gibi kuru bir teşekkür, bir miktar da cep harçlığı ile uğurlanırsınız.
Gidişat nasıl olacak merakla bekliyoruz. Sonuçta genç oyunculardan işimize yarar denip kalacaklar da olacak ve onlar hakkındaki en sağlıklı kararı teknik ekip verecek. Umuyorum en doğru kararı verirler. İkinci yarı bir de teknik adam hataları ile uğraşmayız. Eldeki imkansızlıklar nedeniyle ne kadar ekmek o kadar köfte edebiyatı yapmak zorunda kaldığımız için Cihat Arslan'ın varlığı hiç sorgulanmadı ama önümüzdeki günlerde onun da sorumluluğu bir kat daha artmış olacak. Umarım biz de dahil herkes elinden geleni yapar ve kayıp yıl dediğimiz bu yılı en azından bir sonraki yıl oynayacak takımın şablonu oturmuş şekilde tamamlarız. 2011 yılına da çok farklı hayallerle "Efsane geri döndü korksun herkes" diyerek devam ederiz.
Bunların gerçekleşmesi için gerekli olan tek malzeme iyi niyetli ve zeki insanlardan oluşan bir yönetim ve arkalarında kale gibi sağlam duracak bir camia.
Kısacası an itibariyle herşey mevcut. Biraz zamanı da kattık mı biz bu "Yeşil Dev"i geri döndürürüz.
Çoktan başlamıştı ama şimdi daha gerçekçi olarak ve yüksek sesle söyleyebiliriz ki Kurtuluş Savaşı başlamıştır.
Gazamız mübarek ola!

16 Aralık 2009

Hasta Yaşayacak mı Doktor?!



















Ameliyathanelerde nabzı gösteren cihazlar olur ya, hoş ben nabzı gösteriyorlar sanıyorum belki başka bir şekilde ifade ediliyordur ne bileyim. Kocaelispor olarak o cihaza bağlı bir hasta gibiydik, hala daha kısmen de olsa öyleyiz ya neyse. O cihazla ilgili en dramatik görüntü düz bir çizgi ve aralıksız devam eden dııııııtttt sesidir, ne anlama geldiği malum.
O düz çizgiyi henüz görmemiştik ama nabzımız öyle bir yavaşlamıştı ki arası çok uzun olan sinyalleri beklemek sabır ister olmuştu ve tabii ki makineye bağlıydık, çek fişi bitir işi durumuna gelmiş bir takımın taraftarları olarak biz de manevi olarak can çekişiyorduk. Zamansızlıktan muzdarip ben bir de Körfezim bu halde olunca ister istemez elimi eteğimi çekmiştim bu diyarlardan ama "gerçek" taraftar böyle olmazdı öyle değil mi? Gerçek taraftar en kötü gününde takımının yanında olurdu ama yok ben o gerçeklikten biraz uzağım. Kulüp içinde dönen oyunları da çok iyi bildiğim için Körfez benim için "Maskeli Körfez" haline gelmişti. Ben de küstüm, aslında tam da küsmedim, maçlara gittim, gidemediğim yayınlanan maçları izledim ama yazamadım, elim varmadı, beceremedim. Döneyim yine evet biraz da küstüm ama ben böyleyim, küserim, babama bile küstüm vakt-i zamanında.
Herkes ağaçlara dalmışken ormanı göstermek istedim, onu da beceremedim, buna da neyse.
Yeni başkanımız Muammer Çelik. Özellikle Süper Lig'e çıktığımız sene futbolcularla olan muhteşem diyaloğuyla sevmiştik kendisini. Aslında kullanmayı hiç sevmediğim sinerji kelimesinin o günlerde takımda hayat bulmasının asıl sorumlusuydu, çok da güzel başardı ama Serhan Gürkan efendi Kayhan Çubuklu'ya yaptığı vefasızlığı ona da yaptı. O oldu, bu oldu vs vs vs. Sonuçta gitti. Bugün geri gelmiş ve başkan olmuş olması sevindirici.....gibi görünüyor ama bu saatten sonra değil o babam başkan olsa umutlanmadan önce 10'a kadar sayarım, hatta 100'e, belki 1000'e...Yani o cihaz hastamız iyileşme sürecinde diyor olsa da bekleyenler tarafındayım.
Yarı umutlu, yarı umutsuz bir ısınma yazısı olsun, umalım zaman bulalım, heyecanımız olsun. İşten, güçten fırsat olsun, kendi dengimizi bulalım, bir de keyfimiz yerinde olsun. Korkmam işte o zaman...

Related Posts with Thumbnails