31 Ekim 2008

Turgay Biçer Yılmaz Döver



"Futbol Nedir?

Futbolun tanımını yapsak acaba neler söylerdik. Veya şimdiye kadar neler söylendi, neler söylenebilir. Bu hafta futbolu kendimce tanımlamaya çalışıyorum. Belki başka bir haftada ne olmadığını anlatırım. Umarım beğenirsiniz.
Futbol önce bir spordur, cazibesiyle insanı çeken
Futbol insanların yeteneklerini keşfettiği bir maceradır
Bazan da İnsanların dostluklarını perçinlediği bir köprü.
Yeni dostluklar kazandıran bir arkadaş.
Futbol bir sanattır, sanatçılarının elinde biçim bulan
Futbol bir büyüdür herkesi büyüleyen
Futbol bir sevgidir kalpleri birbirine bağlayan
Futbol bir heyecandır, insana coşku veren
Futbol bir erdemdir yaşamı öğreten
Futbol bir tutkudur, olmazı yaptıran
Futbol bir kıskanç arkadaştır bazan paylaşmayan
Futbol bir oyuncaktır kimseyle paylaşılamayacak olan
Futbol bir yaşam biçimidir, insana anlam katan
Futbol bir felsefedir yaşamı anlamlandıran
Futbol sadece futboldur gözle görülen,
Futbol bir arayıştır, bulmak istenilen
Futbol bir intikam ateşidir sönmek bilmeyen
Futbol bir şarkıdır ilham veren
Futbol bir romandır, bir türlü bitmeyen
Futbol bir limandır zaman zaman sığınılan
Futbol bir yemektir iştahla yenen
Futbol bir gizemli gelecektir merak edilen
Futbol, futbol dan de ötedir bazan ufukta şekillenen
Futbol bazan insandır, bir yaşamı olan
Futbol bir bilgidir paylaştıkça çoğalan
Futbol bir başarıdır, emek verilen
Futbol mahallenin güzel kızıdır, sevilisi çok olan
Futbol öyle şeydir ki bazan tanımı belli olmayan"


Türkiye'nin mentor kavramı ile tanışmasını sağlayan en önemli isimlerden biri olan Turgay Biçer Kocaelispor'da Mentor&Danışman olarak görev yapmaya başladı. Yukarıdaki alıntı kendi kaleminden futbolu tanımladığı bir yazısından.

Takımımızda bulunan oyunculara güzellikle adam gibi futbol oynamaları söylendi, olmadı, prim verildi, olmadı, Yılmaz Hoca göreve getirildi, çeşitli hakaret ve judo teknikleri uygulandı, yok o da olmadı. Şimdi  sıra işin bilimsel metodunda. Tabii ki bu işi spor psikolojisi alanında ihtisas yapmış ve tecrübe sahibi birisi ile birlikte yapmak çok daha mantıklı bir hareket. Bu kararın 8 haftada 7 mağlubiyet alındıktan, ortalık karıştıktan, umutlar yavaş yavaş toprağa gömülmeye başlandıktan sonra yapılmış olması da ayrı bir tartışma konusu ama zaten hiçbirimizin yönetimden zamanlı ve akıllı bir hareket beklediği yok. Yapacakları en mantıklı hareket istifa etmek olurdu, onu da yapmayacaklarını söylediler, gerisi artık küçük ayrıntılardan ibaret.

Turgay Biçer, Galatasaray'ın 2000 yılında UEFA Kupası'nı kazanan, Milli Takım'ın 2002 yılında yarı final oynayan ve yine Milli Takım'ın 2003 yılında Konfederasyon Kupası'nda başarılı bir oyun sergileyen ekiplerinde yer aldı. 2002 yılında Şenol Güneş'in yaptığı "Işığı gözümüze değil, önümüze tutun" gibi felsefi yorumlarında kendisinin ne kadar payı var bilinmez ama sadece "Kazanmak Beyinde Başlar" gibi kitap isimlerini bile futbolcular ile paylaşsa bir parça faydalı olacağı kesin.

Başkan Serhan Gürkan yaptığı bir açıklamada futbolcuların içinde bulundukları durum altında ezildiklerini söylüyordu -bunu da anlamış değilim, sanki takımı bu duruma sokan kendileri değil, neyse- eğer durum böyle ise Biçer'in en azından psikolojik yıkımı atlatma anlamında ciddi bir yardımcı unsur olması beklenebilir. Dediğim gibi 9.haftadan itibaren ne kadar faydalı olur, ne getirir, ne götürür? Onu da zaman gösterecek.

Olimpiyat oyunlarına katılan sporcularımız psikolojik hazırlıklarını Turgay Biçer ile yaptılar. Onları "gaza getirmek" için Biçer'in soyunma odalarının duvarlarına astığı bazı sözler aşağıdaki gibi. Bizim soyunma odalarına bir tane de "Formaları çıkarın, eteklerle oynayın" yazılsa fena olmaz, zamanı gelince -gelirse- kaldırılabilir.

- Seni buraya getiren yeteneğindir. Burada tutacak olansa karakterin.
- Yetenek maç kazandırır, zeka ve takım ruhu ise şampiyonluk.
- Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir.
- Dinle genç adam, öğretmenler kapıyı açar, içeri kendin girersin,
- İşler zorlaşınca ayakta kalan, güçlülerdir.
- Ya bir yol bul, ya da bir yol yap.
- Hayal gücü, bilgi kadar önemlidir.
- Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan, gölgenden çık.
- Kimse, herkesten daha akıllı değildir.
- Bir rüyan yoksa, nasıl gerçekleşir.

26 Ekim 2008

John Mayer - Say



Take all of your wasted honor
Every little past frustration
Take all of your so-called problems,
Better put 'em in quotations

Say what you need to say

Walking like a one man army
Fighting with the shadows in your head
Living out the same old moment
Knowing you'd be better off instead,
If you could only . . .

Say what you need to say

Have no fear for giving in
Have no fear for giving over
You'd better know that in the end
Its better to say too much
Then never say what you need to say again

Even if your hands are shaking
And your faith is broken
Even as the eyes are closing
Do it with a heart wide open

Say what you need to say


P.S.: Videonun içinde görüntüleri yer alan The Bucket List filmi de izlemeye değer bir "Öleceğinizi bilseydiniz ne yapardınız?" filmi. Jack Nicholson ve Morgan Freeman isimlerinin hakkını veriyorlar.


25 Ekim 2008

Kanlı Canlı Ken'li Ryu'lu

Hayat mı sanatı taklit eder, sanat mı hayatı? Ya da oyunlar hayatın gerçeklerinden yola çıkılarak mı yapılır yoksa GTA oynayan bir genç bazukasını alıp yollara mı fırlar? Çok fazla Winning Eleven, PES oynadığımız bir günün ardından gerçek bir maç izlediğimizde "Aynı Winning'e benziyo lan" dememiz rastlantı mı?
Ceyhun kaynaklı bir Street Fighter canlandırması, çocukluğumuzu yiyenler bunlarmış meğer.

Street Fighter (real Fight) - The funniest movie is here. Find it

Dinsiz-İmansız Korelasyonu

Hala zahmet edip siteye giren varsa teşekkürler ve işinizi kolaylaştırmak için birkaç öneride bulunalım. Dinsizin hakkından imansız gelmek zorunda. Sonuçta biz kapanmayı hak edecek birşey yapmadık, bu durumu yeşil ışığın yanmasını 10 dakika bekleyip yanmayınca kırmızıda geçmek gibi düşünebiliriz, yanmıyor kardeşim ne yapalım yani?
Birincisi RSS'te sorun yok, herhangi bir reader yardımı ile yazılara ulaşmanız mümkün. İkinci yöntem biraz daha zahmetli. İlk olarak bilgisayarınızda "Hosts" isimli dosyayı bulun ve notepad yardımı ile açın. Dosyanın son bölümüne aşağıdaki kalıp şeklinde ulaşmak istediğiniz siteleri ekleyin. Localhost ile başlayan bölüm zaten var, diğer bölümü sizin eklemeniz gerekiyor.

127.0.0.1       localhost
208.117.236.70 youtube.com
208.117.236.70 www.youtube.com

Bu örnek Youtube için geçerli. İlk bölümdeki sayılar siteye ulaşabileceğiniz IP adresini temsil ediyor. Bu bilgilere de whois.domaintools.com sitesinden ulaşabilirsiniz. Buradan aldığınız IP adresini site adı ile birlikte bu kalıpta yazmanız yeterli. Birkaç örnek daha verelim, anlaşılmazsa yorumlarda yardımcı oluruz. Yazdıktan sonra kaydedin ve kapatın, siteler açılacaktır.

208.72.33.133 imeem.com
208.72.33.133 www.imeem.com
72.14.207.191 blogspot.com
72.14.207.191 topcambazi.blogspot.com

Nette Sulh Diyarda Sulh


Hepimizi topladılar, fırında blog kapama yaptılar. Wordpress için de aynı eylem gerçekleşmişti. Birisinin yazdığı belki de küçücük birşeyin cezası blogger kullanan hepimizi erişilmez yaptı. Yazılan suç teşkil edecek bir yazı bile olsa blogspot uzantılı bütün siteleri kapatmak ancak bizim ülkemizde mümkün olur sanırım. Ne güzel laftır "Bilmiyorsan bir boku, git mektebinde oku". Ders kitaplarında hala "Önümüzdeki birkaç yıl içinde ABD tarafından Ay'a yolculuk planlanmaktadır" yazan bir ülkenin modern dünyaya pat diye uyum sağlaması beklenemez. Örümcek kafalar yavaş yavaş emekli olacak, iş göremez hale gelecek ancak ondan sonra aklı selim kararlar görebileceğiz. Blog yazmak çılgınlık boyutuna gelmiş olsa da yazacak birşeyleri olan, sorgulayan, fikir üreten, tecrübelerini paylaşan insanları susturmak başta çok kötü niyetli bir hareket gibi görünüyor ama benim fikrim olayın açıklamasının çok daha basit olduğu yönünde. Ben Diyarbakır 1.Sulh Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararın ne olduğunun farkında bile olmadığını düşünüyorum. Hatta muhtemelen blogspot.com uzantılı tek sitenin o site olduğunu zannediyorlardır. Bir başka tuhaf durum da bizi karşılayan tek açıklamanın sitenin kapalı olduğu olması. Neden kapatılmış? Suçu neymiş? Belli değil. Tabi canım bize ne? Mahkeme ne karar verdiyse doğrudur.
Olaya tepki veren sitelerin sayısı doğal olarak az değil. Güneşin Tam İçinde ve Berezilya.com bu sitelerden iki tanesi. Bizim akıbetimiz youtube'a mı, wordpress'e mi benzeyecek zaman içinde anlarız, şimdilik bekleme modunda devam edelim.
Bu dakikadan sonra bu şekilde doğru gitmeyen şeyleri yazmamaya karar verdim. Zaten doğru giden birşey yok. Doğru giden birşey -herhangi birşey- olursa onu yazarım, ilginç olur. Yoksa siteler kapanmış ne olur bir milyon tane site var, futbol 3 kişilikmiş yeter adam olana çok bile, trafik kazası olmuş birileri telef olmuş ne yapalım ecelleri gelmiş, bilmem kaç tane şehit vermişiz ne olacak ki insandan bol ne var? Zam gelmiş, yan yatmış çamura batmış. Aman boşverin gitsin kaç kere geleceğiz dünyaya?
Fatih Ürek söylüyor, haydi li li li li...


22 Ekim 2008

Düzden Erzurum (25) Tersten Ordu (52)








Kirli ve acı suda yaşamaya alışık balık, tatlı ve temiz suda boğulur.

Cenap Şahabettin








Şşş Semih efendi. Hakem yardımı almayan Fenere ne oldu? Bom.



Fener'in 100.golünü atan Silvestre'yi tebrik ediyor, maçı ciddiyetsiz oynayıp tarihi farkı kaçıran Arsenal'in gençlerini kınıyorum.
Arzu edene Arsenal nasıl yenilir dersi verilir.

19 Ekim 2008

14 Takımlı Komedya; Eyyam, Gasp, Haksızlık, Hırsızlık, Hepsi Bir Arada!

Maçtan önce bütün hafta konuşulanlar aynıydı dolayısıyla beklenmedik bir son desem yalan olur. Evet bekliyorduk. Yılmaz Vural’ın deyimiyle “takdir hakları denilen lanet şey”in hep Fenerbahçe’den yana olmasını bekliyorduk ve beklediğimiz fazlasıyla oldu. Aslında bu da işin kılıfı, sonuçta hakem kişisi Bülent Yıldırım, Selçuk Dereli gibi “Genç hakemlere eyyam yapma kılavuzu” şeklinde  bu işin kitabını yazabilecek yeteneğe sahip isimlerden biri olunca maçı katlettiklerine dair elde avuçta çok fazla matematiksel veri olmayabiliyor. Bu maça özel olarak elimizde veri de var aslında. Fener’in golünün 90+ kaçıncı dakikada geldiği belli değil, 90+5 olmadığı kesin ama bizi asıl isyan ettiren olay bu değil zaten, cehennemin dibine dakikası, bir takım adam gibi oynadıktan (oynatıldıktan, hakem tarafından oynamasına izin verildikten) sonra istersen 150 dakika oynat. Maçtan sonra birilerini arayıp “Abi 170 dakika oynattım, sizinkiler beceriksiz, valla ben de gol atardım ama çok dikkat çeker” diyebilirsin ama bari bir bırak bir müsaade et, bu takıma gönül vermiş binlerce insanın ahını alma, o stada girmek için çalışıp emeğiyle parasını kazanmış, o parayı gönül verdiği kulübünü izlemek için harcamış insanların emeklerini çalıp götürme, mikron seviyesinde Allah inancı olan herhangi bir insan bunu yapamaz zaten. Tamam hiçbir manevi değerin olmasın, küfür yemeye de alışkınsındır, bazen haklı bazen haksız olur, kendini kandırıp nasıl olsa bu da haksız dersin, bir kulağından girer diğerinden çıkar, hiçbir şey yapma, hiç kimseyi takma ama Allah aşkına gram Allah’tan kork! Orada çaldığın emek maçtan sonra formasını almak için Semih’e koşan Serdar Kulbilge’nin emeği değil ki. Futbolcular bugün var, yarın yok ama oraya yıllardır gelen taraftarlar var, bir maça girebilmek için para biriktirmek zorunda kalan insanlar var, bilet parası dışında para harcayacak durumu olmadığı için 90 dakika aç kalan insanlar var, hiçkimseye acımıyorsun bari onlara acı.
Sistemdeki bozukluk herşeyin başı aslında. Çingeneye makam vermişler ilk iş babasını asmış. Yine Yılmaz hocam ne güzel söylemiş, Tanrı mısın? Kimsin sen yahu? Benim tribünden çok net gördüğüm 3 topu elle almayı görmedin, numaralı önündeki yan hakemle ikiniz yoktan faul yapma yarışması yaptınız, ilk yarıda Serhat gole giderken ofsayt diye kestin – alakası yok-, maçı ellerinle bir taraftan bir tarafa vermek için elinden geleni yaptın, muvaffak oldun. Ne oldu? Ne olmuş olabilir? Hakem diye gönderilen ve saha içinde herşeyi yapma hakkı verilen bir adam maça bir tarafı kollamak üzere çıkmış ve sonuçta amacına ulaşmış. Peki bu durumda ne oluyor? Eğer bu hakemin ya da onu yöneten kimselerin bu olaydan şahsi çıkarları yoksa bunun nasıl bir açıklaması olabilir?
Açık seçik söyleyeyim Türkiye Cumhuriyeti’nin futbol organizasyonu anlamını yitirmiştir. 4 takımın maddi-manevi kollandığı bir ligde diğerlerinin ne işi var? Ne yapıyoruz? Neyin savaşını veriyoruz? Benim sesim neden kısıldı ki? Ne parası verdim ben maça girmek için? Sahadaki mücadelenin amacı ne? Niye koşturup duruyor koca adamlar? Sevilla’lı Puerta gibi bir gün birisi düşse kalp krizi geçirse ölse ne için ölmüş olacak? Onların da tek amacı bilmem kaç bin ytl alıp şovun bir parçası olmak mı? Bir başka anlayamadığım Anadolu kulüplerinin yöneticileri. Bir kulübün başkanı olmak herşeyinden sorumlu olmak demektir. Bu kadar insanın temsilciliğini sen yapıyorsun. Senin de bir misyonunun bir vizyonunun olması gerek. Nasıl içine siner bu hakkaniyetsizlik? Nasıl kabullenirsin? Maçtan sonra verdiğin tepkiyi maçtan önce neden veremezsin? Bu kadar kulüp yöneticisi nasıl bir araya gelip ortak bir karar alamazlar? Kör müsünüz, görmüyor musunuz? Yoksa bu tip olaylarda sadece başına gelen mi hassas oluyor? Madem maçtan önce maçın kime verileceği kararı alınıyor bu 14 takım ne iş yapar? 4 takımın kendini eğlediği bir ligden fazlası sunulmuyor bize. Biz de koyun sürüsü gibi izlemeye devam ediyoruz. Aslında 4 de değil 3,5. Medya 3,5 takımı pohpohluyor, medya gazına gelen verileni almaya alışmış sorgulama yeteneğinden nasibini almamış, aidiyet duygusu taşımayan ayrı bir koyun sürüsü 3,5 takım destekçisiyiz diye Türkiye’nin dört bir yanında hiçbir emekleri, ortak noktaları, bağlantıları olmadığı halde birbirine caka satıyor, devran böyle dönüp gidiyor.
Milli Takım’a oyuncu yetişmiyor, Estonya’yı bile yenemiyor. Balına bir 3.lük bir yarı final. Avrupa’da söz sahibi olmak zaten mümkün değil. Beşiktaş gider 8 yer, Galatasaray gider 5 yer, dönerler yine annelerinin liginde birbirlerini yerler. Filler tepişirken de ezilen hep çimenler olur. Aynı senaryoyu Fener’in Arsenal maçında da izleyeceğiz. Arsenal’in üç farktan az atması çok büyük sürpriz olur. Sonra ne olur? Ne olacak ki dönerler Ankara BB’yi yenerler falan filan…
Yılmaz hocamın ağzını öpeyim. Spor yazarlarını zaten geçtim, antrenörlerin bile çoğu bunları söylemeye çekinir hale gelmiş çünkü düzen kabullenilmiş, sorgulama yok, adalet isteyen yok, istemeden de almak yok..
"Bu bize yapılmış bir terbiyesizliktir. Deniliyor ki, 5 dakika en az süredir. Ama uzatma için verilen bir süreyi 1 saniye geçiyorsa bitireceksin. Semih 2 kere faul yapıyor, atmıyorsun. Uğur faul yapıyor, atmıyorsun. Takdir hakkı denilen lanet şeyi hep rakipten yana kullanıyorsun.
Sonra geliyorsun beni saha dışına çıkarıyorsun. Zaten 90+5 olmuş daha ne yapıyorsun yani? Tanrı mısın sen be! Oyuncuma taktik veremeyecek miyim?
Oyuna mı konsantre oluyorsun bana mı anlamadım, sürekli bir uyarı halindeler. Biz kendimizle uğraşıyoruz, siz neden bizle uğraşıyorsunuz? Bu ülkede bir tane hakem yok. Tebrik ediyorum kendilerini, utansınlar! 10 sene oldu bir tanesi gidip Avrupa’da düzgün bir maç yönetemedi. İnsanlarda yürek yoksa böyle oluyor işte. Ben antrenörlük yapsam ne olur yapmasam ne olur. Yıllardır aynı şeyi konuşuyoruz, bu kadar basiretsizlik olmaz. Ne oldu kazandılar da, bir tarafı sevindiriyorsun, diğer taraf ne olursa olsun. Ne ala memleket!
Napıyorsun yani dünyayı mı kurtarıyorsun?"
  
Spormuş, centilmenlikmiş, dostlukmuş, kardeşlikmiş..
Hadi lan ordan!!

17 Ekim 2008

Hafta Sonu Beyaz Cam



18.10.2008

14.30 Inverness - Celtic (Futbol Smart)
14.45 Middlesbrough - Chelsea (Spormax)
15.00 Orduspor - Kasımpaşa (D Spor)
16.00 Bursaspor - Eskişehirspor (Lig Tv)
16.30 W. Bremen - B. Dortmund (24)
17.00 Arsenal - Everton (Spormax)
19.00 Fiorentina - Reggina (Ntv Spor)
19.00 Kocaelispor - Fenerbahçe (Lig Tv)
19.20 Crystal Palace - Barnsley (Futbol Smart)
19.30 M. United - W. Bromwich (Spormax)
20.00 Bordeaux - Toulouse (Kanal A)
21.00 A. Madrid - R. Madrid (Ntv Spor)
21.45 Ajax Amsterdam - Groningen (Futbol Smart)
22.00 Liverpool - Wigan (Spormax) Bant
22.00 O. Lyon - Lille (Kanal A)
23.00 Espanyol - Villarreal (Ntv Spor)
00.20 Botafogo - Santos (Spormax)
01.00 Napoli - Juventus (Ntv Spor) Bant
02.30 Saturn - S. Moskova (Spormax) Bant

19.10.2008
13.30 Nec Nijmegen - Vitesse (Futbol Smart)
15.15 Sheffield Wednesday - Sheffield United (Futbol Smart)
16.00 Gençlerbirliği - Beşiktaş (Lig Tv)
16.00 Milan - Sampdoria (Ntv Spor)
18.00 Stoke - Tottenham (Spormax)
18.00 Auxerre - Rennes (Kanal A)
18.00 Valencia - Numancia (Ntv Spor)
18.00 Hamburger - Schalke 04 (24)
19.00 Galatasaray - Trabzonspor (Lig Tv)
19.15 Hibernian - Hearts (Futbol Smart) Bant
20.00 Karşıyaka - Adanaspor (D Spor)
20.00 Palmeiras - Sao Paolo (Spormax)
21.20 River Plate - Boca Juniors (Ntv Spor)
21.30 Roma - İnter (Ntv)
22.00 Valenciennes - Marsilya (Kanal A)
22.30 CSKA Moskova - Amkar (Spormax) Bant
00.30 A. Bilbao - Barcelona (Ntv Spor) Bant

20.10.2008
20.00 Ç. Rizespor - Altay (D Spor)
22.00 Newcastle - M. City (Spormax)
Kaynak : TD

15 Ekim 2008

Get up, Stand up, Don't Give up the Fight!


Uzun zamandır Kocaelisporumuz ile ilgili yazmadım çünkü yazasım yok. Yazasım değil, konuşasım hatta düşünesim yok. Her takımın kötü gittiği bir dönem olabilir, sportif başarılar kazanılır, maçlar kaybedilir, hayat devam eder. İşin asıl can sıkıcı yönü futbol dışı unsurlar. 40 bin YTL gibi Süper Lig'de oynayan bir kulüp için komik sayılacak bir borca haciz geliyor. Haczedilen ise geçtiğimiz yıl 5 yıl bekleyip binbir zorlukla kazanılan ve manevi olarak değer biçilemeyecek Bank Asya 1.Lig Şampiyonluk Kupası. Bir kulüp için daha utanç verici ne olabilir merak ediyorum. Yöneticilerin bir çoğu bu rakamı cebinden ödeyebilecek yeterliliğe sahip, o zaman neden ve nasıl ödenmez? Ortada hukuki bir anlaşmazlık, bir sorumsuzluk varsa ve bu borç kıyıda köşede kalıp kimsenin dikkatini çekmediyse bu nasıl mümkün olabilir? Bu tip borçlardan çok fazla varsa ve borçları ödemek için avukatların haciz işlemlerini başlatması bekleniyorsa bu nasıl bir aymazlıktır? Anlamak mümkün değil. Geçtiğimiz yıl da buna benzer olaylar yaşanmıştı. Lisans borçlarının ödenmediği için maçlara çıkılamayacağı söylentileri dolaşırken ödemenin son gün Karaosmanoğlu'nun yardımları ile yapıldığını öğrendik. Kartal maçı öncesi formalara bile haciz geldi ki güncel örnekten de anladığımız kadarıyla avukatlar bel altından vurup, yöneticilerin canını acıtmak istiyorlar. Haczedilenler hep kulüp için hassas öğeler oluyor ama haksızlar da diyemeyiz çünkü ortada bir borç var ve ödenmeli.
Geçtiğimiz seçimde hem takımı 5 yıl sonra Süper Lig'e taşımayı başardığı hem de rakip Sinan Sipahi Süper Lig'e yükseldikten sonra piyasaya çıktığı için Serhan Gürkan'ın daha mantıklı bir tercih olduğunu düşünüyordum. Sezon başında da transferler ve Engin hoca eleştirilirken takımın yeni olduğunu, zaman içinde düzenin oturacağını savunuyordum ama bugün gelinen noktada anlıyorum ki savunduğum hiçbirşey gerçekleşmedi, sorunların üzerine yeni sorunlar eklendi ve aynı tas aynı hamam devam ediyor. Yönetimin yaptığı tek makul hareket Yılmaz Vural'ı takımın başına getirmek oldu ki açıkçası bu konuda da ciddi şüphelerim vardı ama yine yanıldım diyebilirim. Bursa ve Eskişehir maçları kaybedilmiş olmasına rağmen takımın gösterdiği mücadele en azından ehvel-i şer seviyesine gelmemizi sağladı ve bu ivme ile devam edildiği takdirde umutlarımızı yeniden yeşertme "ihtimalimiz" var en azından. Ben senin ligde kalabilme ihtimalini sevdim diyerek gideceğimiz Fenerbahçe maçında da sezonun en iyi oyununu, daha önemlisi en iyi sonucunu bekliyoruz. Bu tip beklentilerimiz bu yıl çok artmış ve bugüne kadar hepsi boşa çıkmış olsa da taraftar psikolojimiz başka bir düşünce içinde olmamıza izin vermiyor. Henüz nakavt olmadığımıza göre kalkıp silkinip, hafif su takviyesi ile güçlü de bir rakibe karşı dövüşmeye devam etmeliyiz.
Bu şarkımız da Körfezimizin futbolcuları ve taraftarlarımız için. Çevremde sıkça duyduğum "Abi bu maçı Fener'e bir şekilde kazandırırlar, şampiyonluktan o kadar uzaklaşmasına izin vermezler" söylemlerine çanak tutacak şekilde yapılabilecek olası hakem "hatalarına" karşı "Stand up for your rights!" bölümü de maçtan sonra yöneticilerimiz için anlamlı olabilir.

2010 Asya Yolcuları


2010 Dünya Kupası elemeleri Asya kıtası 1.Grup maçında Avustralya Katar'ı 4-0 mağlup etti. Katar'ın başında 2002 Dünya Kupası'nda Senegal mucizesinin mimarı olan Bruno Metsu bulunuyor. Metsu maçtan önce iddialı açıklamalarda bulunmuştu. Avustralya'nın kendilerini küçümseyecek olmasının avantaj olduğunu, bu maçın 2002 yılındaki Fransa-Senegal maçına benzediğini, Avustralya'ya saygı duyduklarını ama bu maçı kazanabilecek kadar iyi olduklarını söylüyordu.
"Eğer istediğimiz gerçekleşmez ise tek sorumlusu benim, grubun favorileri tabii ki Avustralya ve Japonya ama şu anda (maçtan önce) grubun lideri Katar, Japonya da değil Avustralya da. Katar fazla oyuncusu olmayan küçük bir ülke, Dünya Kupası'na katılmak Katar için büyük bir rüya olur."
Katar'ın çok fazla oyuncusu olmadığı doğru. Bu sorunu kısmen de olsa devşirme oyuncular ile çözme gayretindeler. Brezilya asıllı Fabio Montezine ve Marcone Amaral, Senegal asıllı Abdulla Koni, Mohamed Saqr, Qasem Burhan ve Uruguay asıllı Sebastian Quintana Katar'ın kadrosundan yer alan yabancı kökenli isimler. Ayrıca Mısır'ın Al-Ahly takımında forma giyen Hussain Yasser dışındaki tüm oyuncular Katar Ligi takımlarında forma giyiyorlar. Katar ilk iki maçında Özbekistan'ı 3-0 yenmiş, Bahreyn ile 1-1 berabere kalmıştı ama bu maçta amaçlarına ulaşamadılar. Avustralya Brisbane'de oynanan maçı Tim Cahill, Joshua Kennedy ve Brett Emerton'un iki golü ile rahat kazandı. Petkovic yedek kaleci olarak maçı kenardan izledi. Gruptaki diğer maçta Japonya Özbekistan ile 1-1 berabere kaldı. Bu sonuçlarla iki maçını da kazanan Avustralya 1.Grubun yeni lideri oldu, 2.sırada Japonya var ve grubun bu şekilde sonuçlanması muhtemel. 2.Grupta ise ikişer maçta topladıkları 4 puan ile Kuzey ve Güney Kore ile Suudi Arabistan başı çekiyor. Oynadığı tek maçta Suudi Arabistan ile berabere kalan İran'ın 1 puanı var ama post yazılırken devam eden maçta Kuzey Kore karşısında 70.dakikada 2-0 önde durumdalar, muhtemelen onlar da 4 puan yapacaklar. Son sırada ise üç maçını da kaybeden Birleşik Arap Emirlikleri bulunuyor. Görüldüğü üzere bu grup biraz daha karışık. Asya elemelerindeki iki grubun ilk iki sırasındaki takımlar Dünya Kupası'na direk katılacak. İki grubun üçüncülerinin oynayacağı iç ve dış sahadaki iki eleme maçının ardından turu geçen takım Yeni Zelanda ile karşılaşacak ve bu elemenin galibi de Dünya Kupası vizesi alacak.

Bir Adadan Bir Başkasına


Diego Tristan tekniğine hayran olduğum forvetlerden biridir. Biriydi. Galatasaray'ın UEFA Kupasını kazandığı yıl karşılaştığı Mallorca'da dikkat çekip Deportivo'da tavan yapmıştı ve Roy Makaay ile birlikte muhteşem bir ikili olmuşlar, leblebi gibi gol atıyorlardı. O dönemde İspanya Milli Takımı'nda da görev yapan Tristan Hem La Liga'da hem de abonesi oldukları Şampiyonlar Ligi'nde çok klas gollere imza atıyordu ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gerçeği çıktı karşısına. Muhteşem Deportivo kariyerinin ardından döndüğü Mallorca adasında fazla kalamadı. Onun ardından bir yarımadaya İtalya'ya yol aldı. Bir yıl kaldığı Livorno hesabı 21 maçta atılan sadece 1 gol olarak kesildi. Livorno küme düştü. Sezon sonu sen sağ ben selamet denilerek kapı önüne koyuldu ve futbolcu kaderi; Geçmişinizde ne yapmış olursanız olun bugününüz kadar futbolcusunuz. Böylesi bir forvet transfer dönemi bittiğinde kulüpsüz kalmıştı. Tatilini bölen isim ise Gianfranco Zola oldu. Yeni adası İngiltere. West Ham ile anlaştığım için çok mutluyum diyen 32'lik İspanyol, dünyanın bir çok ülkesinde çok büyük paralar karşılığı oynama şansı olduğunu ama hala üst düzey futbol oynayabileceğini kanıtlamak için West Ham'in teklifini kabul ettiğini söylemiş. Keşke gerçekten kanıtlayabilse de o klas plaseleri yeniden izleyebilsek.

Bu da eskiyi yad olsun.

12 Ekim 2008

Futbola Fransız


Fransa Domenech ile kan kaybetmeye devam ediyor. Romanya'yı Romanya'da yenememiş olmaları sürpriz bir sonuç değil aslında. Beklenen patlamayı kime karşı yapacakları ya da yapıp yapamayacakları hala merak konusu. Romanya'dan son dakikada buldukları gol ile bir puanı koparmayı başardılar. Onları yenen Avusturya Faroe Adaları'nı yenemedi. Sırbistan'ın Litvanya'yı mağlup etmesi ile de 7.Grup iyice karıştı. Gecenin bir başka önemli maçında Almanya Rusya'yı 2-1 mağlup etti. Maç, Zenit'in Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı Juventus ve Real Madrid maçlarının bir kopyası gibiydi. Golleri yedikten sonra açılan Ruslar özellikle Arshavin ile tehlikeli ataklar geliştirdiler ama bir türlü 2.golü atamadılar. Pavlyuchenko'nun eksikliğini hissettiklerini de söyleyebiliriz. Bu sonuçla Almanya 3 maçta 7 puana ulaştı, Rusya'nın ise 2 maçta 3 puanı var ve Finlandiya ile karşılaşacak. Gecenin sonuçları ve puan durumları aşağıdaki gibi.

Sonuçlar
Estonia 0:3 (0:2) Spain
Romania 2:2 (2:1) France
Greece 3:0 (2:0) Moldova
Turkey 2:1 (0:1) Bosnia-Herzegovina
Slovenia 2:0 (0:0) Northern Ireland
Germany 2:1 (2:0) Russia
Belgium 2:0 (2:0) Armenia A
Luxembourg 1:3 (1:1) Israel
Poland 2:1 (1:0) Czech Republic
San Marino 1:3 (1:2) Slovakia
Serbia 3:0 (2:0) Lithuania
Denmark 3:0 (2:0) Malta
Sweden 0:0 Portugal
Ukraine 0:0 Croatia
Hungary 2:0 (0:0) Albania
Switzerland 2:1 (0:0) Latvia
Wales 2:0 (1:0) Liechtenstein
England 5:1 (0:0) Kazakhstan
Finland 1:0 (0:0) Azerbaijan
Faroe Islands 1:1 (0:0) Austria

Puan Durumları


Hatamla Sev Beni


Tarihimizde gol atmayı başaramadığımız İngiltere'ye bizim yapamadığımızı yapan takımlara Kazakistan da eklendi. Zhambyl Kukeyev, Ashley Cole'un hatalı geri pasını değerlendirip attığı gol ile Kazakistan futbol tarihine geçmiş oldu. Hatayı yapan Cole'un Wembley tribünleri tarafından uzunca bir süre top ayağına geldiği anlarda ıslıklanmış olması da İngilizlerin Hırvatistan sendromunu henüz atlatamadıklarını gösteriyor. Artık kimsenin hataya tahammülü yok, tepki de anlık ve kitlesel. Rio Ferdinand ve Capello da maçtan sonra yaptıkları açıklamalar ile Cole'a destek olmuşlar. Capello "Tribünlerin neden bir oyuncuyu ıslıkladıklarını anlayamadım. Bir oyuncu hata yaptığında ona daha fazla yardımcı olmalısınız" demiş, "Ama tribünler müthişti, özellikle ikinci yarı bizi çok iyi desteklediler" diyerek çevir kazı yanmasın tadında açıklamasını sonlandırmış.
Rio Ferdinand'ın Kazakistan'a karşı 52.dakikada buldukları ilk golün ardından gösterdiği sevinç de o dakikaya kadar ne kadar gergin bir maç yaşamış olduklarının kanıtı.

Te Amo Papi


Arjantin Uruguay'ı 2-1 yenerek kötü gidişine son verdi. Oynanan oyun hala isim bazında bakıldığında beklenenin çok altında. Parayla kurulamayacak (Araplar ve Ruslar hariç) bu takımın layığıyla oynayamadığı futbola bakınca Milli Takımların çok farklı bir gerçek olduğu daha net anlaşılıyor.
İlk golü atan Messi bu golü babasına armağan etti. Messi olmayı geçtim, Messi'nin babası olmak nasıl bir duygudur acaba?

Ya Sen de Olmasan Bosnam


Geçtiğimiz yıl Euro 2008'e katılma hakkı elde ettiğimiz son maçı Bosna ile oynamıştık. Bosna'da oynadığımız maçta önümüze taş koymuş olsalar da son maçta bizi fazla üzmediler. Saman alevi gibi parlayan bir kaç atak dışında çok tedirgin bir maç yaşamadık. Yine kritik bir maçta Bosna ile karşılaştık. Bu sefer durumlar farklıydı. Bizim en istikrarlı, en kaliteli oyuncularımız alışkın olduğumuz üzere sakat. Emre'yi tamamen kategori dışı bırakıyorum, bana göre olmayışı bizim için hayırdır ama Nihat, Hamit, Semih, bir parça da Tuncay'ın eksikliği Milli Takımımızı potansiyelinin çok altına düşürüyor. Bununla birlikte Arda, Volkan, Kazım gibi oynayan oyuncular da potansiyelinin altında kalınca 4.torba takımlarından bir farkımız kalmıyor.
Fatih hocanın bu eksiklikleri kapatmak için güvendiği oyuncular da ayrı bir tartışma konusu. Yıllardır gençlere güvenmemiz gerektiğinden, yeterince oyuncu yetişmediğinden dem vuruyoruz. Gençlere şans verilen maçlar ile ilgili yorumumuz da genelde "Şans verilmeli ama bu maç çok kritik, başka maç şans verilsin" oluyor ama görüyoruz ki bizim kritik olmayan herhangi bir maçımız yok. Estonya maçı kritik değil diyebilir miyiz? Ya da çok garanti maç, kim oynasa kazanırız dememiz mümkün mü? İspanya ve Belçika maçları zaten tam karakolluk bir hal aldı. Geriye sadece Ermenistan kaldı, onlar da sürpriz potansiyeli olan bir takım. Dolayısıyla hazırlık maçları dışında genç oyuncuları kazanabileceğimiz herhangi bir maç bulunmuyor. Bir yandan o zaman gerekli dönüşüm nasıl sağlanacak diye düşünüyoruz bir yandan da oynayan gençlerin yetersizliğini görüp 40 yaşına gelinceye kadar Nihat oynasa da olur diyoruz. Bu dört ucu boklu bijon anahtarı durumuna Fatih hocanın bulduğu çözüm Batuhan, Mevlüt ve İbrahim Kaş'ı, Nuri  takviyeli olarak ilk onbirde kullanmak oldu. Sochaux forması ile çok daha sorumluluk sahibi bir oyun sergileyen Mevlüt'ün Milli Takım'a adaptasyon süreci hala tamamlanmış değil. İbrahim Kaş, Beşiktaş'tan sonra Getafe'de de düzenli forma şansı bulamıyor. Batuhan da Beşiktaş maçlarını kenardan izleyenlerden biri, ayrıca ben oldum tavırları ile antipatik ve gelişime kapalı bir hali var. Milli Takımımızın geleceği gözüyle bakılan bu oyuncuların 6 ayda bir oynanan Milli maçlarda pişmesini beklemek de hayalcilikten öte bir düşünce olamaz ama dönüşümün de bir şekilde gerçekleşmesi gerekiyor. Umuyorum bu maçta pek tat vermeyen gençlerin performansı yükselir ve birilerinin sakatlanması gerekmeden, bileklerinin hakkı ile onbirde yer alırlar.
Bu maçı eksik ve formsuz bir takımla kazandığımız için sevinebiliriz fakat anlıyoruz ki 2010 Dünya Kupası eleme grubu maçlarını da daha önce olduğu gibi diken üstünde izlemeye devam edeceğiz.

11 Ekim 2008

Efsane Efes


Ziggytheking (Semih) ve Şen Şef ile geliştirdiğimiz Efes Pilsen sohbeti ile o döneme bir saygı duruşu yapmamız gerektiğini anladık. İlk olarak belirtmemiz gereken basketbol ile ancak büyük yıldızlar ve büyük başarılar çerçevesinde ilgilendiğimiz gerçeği. Dolayısıyla yazının teknik yönünden daha çok nostaljik değeri var.
1993 yılında  Avrupa Kulüpler Kupası'nda final oynayan, 1996 yılında ise Koraç Kupası'nı kazanan kadroyu bugün bile iki eksik bir fazla ile sayabiliyoruz. Ülkemizde bir fenomen haline gelen efsane Makedon oyun kurucu Petar Naumoski, Volkan Aydın, Ufuk Sarıca, yabancı 4 numara olarak bir dönem Larry Richard -kendisini tek eliyle omzu üzerinden karpuzlama attığı serbest atışlarından hatırlarız- ardından 2000 yılında bir kalp krizi sonucu kaybettiğimiz Conrad McRae ve pivot Tamer Oyguç. Yedek olarak da kaptan Taner Korucu ve Murat Evliyaoğlu. Hatırlama ve doğrulama amacıyla birkaç yere baktıktan sonra söyleyebileceğim yedek oyuncular, adını pop müzik şarkıcısına benzettiğim Bora Sancar ve yine kendini oyunundan çok adıyla anımsatan Mustafa Kemal Bitim.
Oktay Mahmudi ve Ergin Ataman'ın yardımcılıklarını yaptığı Aydın Örs yönetimindeki bu kadroya eklenebilecek iki isim daha var ve bu isimlerin hayatımızdaki yeri de en az bu oyuncular kadar önemli. Bu kişiler Murat Murathanoğlu ve şapkalı adam İsmet Badem. O güzel günleri bu ikiliyi anmadan geçmek olmaz. Müthiş karizmatik sesiyle Murat Murathanoğlu'nu özellikle "30 saniye süresinin dolmasına x saniye var" repliği ile hatırlarım. İsmet Badem zaten televizyonda gördüğüm en renkli karakterlerden biri. Türkçe Büyük Sözlük'te "İşini severek yapan adam" başlığının karşısına kendisinin fotoğrafının koyulması münasiptir.

Bu efsane takım, Avrupa takımları ile oynanan maçlarda, ne futbolda ne de basketbolda galibiyet görmeye alışkın olmayan bizler için kafamızdaki tabuları yıkan takım olmuştu. Ufuk'un dış şutlardaki başarısı, Volkan'ın büyük savunma gayreti, Tamer Oyguç'un 2.10'luk boyu ile rakiplere pota dibini dar edişi, Amerikalıların kattığı enerji (özellikle Conrad McRae seyrine doyum olmayan bir oyuncuydu, Murat Evliyaoğlu ile birlikte gerçekleştirdikleri ve ters smaç ile bitirdiği bir alley-oop'u vardı, dün gibi hatırlarım) ve tabii ki müthiş tekniği daha önemlisi insan üstü basketbol zekası ile Petar Naumoski bizleri her maç Show TV karşısına çiviliyordu.
Bu takımın benim için bir başka ilginç özelliği de bugün Memo örneğini verebileceğimiz şekilde bütün oyuncuların nur yüzlü gül cemalli oluşlarıydı. O dönem 5 kız babası olsaydım 5 kızımı da bu ilk beşe düşünmeden verirdim. Murat Evliyaoğlu'nu bir kenarda tutarsak geri kalan tüm oyuncular hatta kenar yönetimi tertemiz yüzlerden oluşuyordu.
Amma ve lakin onlar da insandı ve biz bunu 1993 yılında Torino'da oynanan Aris maçında gördük. O maçı Aris 50-48 kazanıp Avrupa Kulüpler Kupası Şampiyonu olmuştu ama aklımızda maçtan çok sonrasında çıkan çirkin olaylar kaldı. Tribün üstünlüğünü ele geçiren Yunanlılar maçı kazanmış olmalarına rağmen nefretlerini bastıramamış, maçın bitmesi ile basketbolcularımıza saldırmış, üstlerine koltuk yağdırmışlardı. Bizimkiler de duruma kayıtsız kalmadı tabii ki, az sayıdaki taraftarımız ile birlikte karşı saldırıya geçtiler. Açıkçası ben hatırlamıyorum ama Ufuk Sarıca'nın salladığı koltuklardan biri ile bir Yunan taraftarı sırtından vurmayı başarmış olması hala bir şehir efsanesi olarak anlatılır.

O dönemden basketbol adına aklımızda kalan bir başka efsane kadro da Chicago Bulls'a ait. Hemen aklıma gelen isimler ilk olarak Majesteleri Michael Jordan, Ron Harper, Jordan'a yaverlik görevi üstlenen Scottie Pippen, yayınlanacak maçlardan önce bu maç saçı başı ne renk olacak iddialarına girdiğimiz deli Dennis Rodman, dev adam Luc Longley, Avrupa'lı basketbolculara uzaylı gözüyle bakılan o dönemde NBA'de tutunmayı başarmış çok az Avrupalı'dan biri olan Hırvat Toni Kukoc ve ilerleyen yıllarda San Antonio forması ile aynı başarıyı tekrarlayan üçlükçü Steve Kerr. Bu efsane kadronun ülkemizdeki yansımaları sokakta olur olmaz herkesin başında gördüğümüz Bulls şapkaları, en lüks spor mağazalarından pazar yerlerine kadar her yerde satılan formalar, çantalar, kalemlikler gibi ürünler olmuştu. Postacı Karl Malone ve John Stockton'lı Utah Jazz ile oynadıkları final serileri unutulmayacak maçlar arasındadır. Bu efsane isimler MJ ile aynı dönemde oynuyor olmanın şanssızlığı ile kariyerlerini şampiyonluk yüzüğü takamadan sonlandırmak zorunda kaldılar.
Haziran ayında Türkiye Basketbol Federasyonu'nun düzenlediği antrenör eğitim semineri için Türkiye'ye gelen Naumoski ile yapılan röportajdan bir alıntı ile bitirelim.
"Artık bizim dönemimizdeki basketbol oynanmıyor. Ben havanın çok değiştiğini
düşünüyorum. Oyunculara daha olgunlaşmadan kimliklerini bulmadan NBA oyuncusu
gözüyle bakıyorlar. Bu oyuncunun gelişimi açısından gerçekten çok kötü birşey.
Oyuncunun önemlikle Türkiye'de sonra da Avrupa'da en iyi olmayı hedeflemesi
gerekiyor. Daha sonra da NBA'yi kendisi için hedef görebilir."



11 Ekim İddaa Tahminleri

313 - İngiltere - Kazakistan
Euro 2008 eleme gruplarında son maçta Hırvatistan'a kendi evinde 3-2 kaybederek Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılamayan İngilizler bu sene 2010 Dünya Kupası elemelerinde aynı grupta yer aldığı Hırvatistan'ı deplasmanda 4-1 yenerek bir bakıma rövanşı almış oldu...Bu karşılaşmanın moraliyle kendi sahasında zayıf rakibi Kazakistan karşısında 2 handikapı çok rahat geçeceklerini düşünüyorum. 1 ( 1.45 )

325 - İsveç - Portekiz
Gecenin en güzel, temposu yüksek, bol gol pozisyonu olacak maçlarından biri...Ev sahibi İsveç Markus Rosenberg, Aalback, Elmander ve en önemli silahı Zlatan İbrahimoviç ile gol yollarında etkili olan bir takım. Diğer tarafta ise Portekiz Nani, Deco, Cristiano Ronaldo, Nuno Gomes, Simao gibi hücüm yönü çok kuvvetli oyunculara sahip. İki takımın da gol yollarında etkili olabileceğini düşünerek karşılaşmanın üst biteceğini düşünüyorum... ÜST ( 2.00 )

342 - San Marino - Slovakya
Ev sahibi San Marino'dan fazla söz etmeye gerek yok...Almanya'dan kendi evlerinde Selçuk Dereli'nin yönettiği karşılaşmada 13 gol yemiş olmaları herşeyi açıkça gösteriyor. Konuk Slovakya ise ilk karşılaşmada Kuzey İrlanda' yı yendikten sonra Slovenya'ya deplasmanda kaybetti. Onlar için bu karşılaşma çok önemli. Maçı riske atmazlar 2 handikapı aşarlar... 2 ( 1.45 )

363 - Arjantin - Uruguay
Arjantin'de işler iyi gitmiyor...Messi, Riquelme, Agüero, Tevez gibi isimler olmasına rağmen Son 5 maçta 1 Mağlubiyet 4 beraberlik alan Tangocuları bu sefer de zor bir rakip bekliyor. Rakip Uruguay'da ise Fenerbahçe'den tanıdığımız Lugano, Ajax'ın forvet oyuncusu Suarez ve gol makinası Diego Forlan gibi etkili oyuncular bulunuyor. Uruguay'ın gol atmaya yönelik bir futbol sergilediğini, Arjantin'de de her an skoru değiştirebilecek oyuncuların olduğunu düşünürsek bu karşılaşmanın üst bitmesi sürpriz bir sonuç olmaz... ÜST ( 1.70 )


TOPLAM ORAN : 7.14

10 Ekim 2008

Uzak Diyar Estonya



Nüfusu sadece 1.4 Milyon olan Estonya küçük bir ülke olmanın sıkıntılarını tarihi boyunca yaşamış. Özellikle 2.Dünya Savaşı'nda Nazi Almanya'sı tarafından uygulanan soykırımdan Polonya'dan sonra en fazla etkilenen ülke Estonya olmuş. O dönemde nüfuslarının dörtte birini savaş ve hastalıklar nedeniyle kaybetmişler. 1991 yılında Sovyetler Birliği'nden bağımsızlığını kazanan ülke 2004 yılından beri Avrupa Birliği üyesi ve Avrupa'nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birine sahip.
Ekonomik ve sosyal olarak geçmişteki sıkıntılarını atlatmayı başaran Estonya futbol konusunda o kadar şanslı değil. Sovyetler Birliği'nden ayrılan diğer ülkelerden geride kalmış olmaları ülkedeki futbola olan ilgisizliğe bağlanıyor. Levadia Talinn ve Flora arasında oynanan şampiyonluk derbisini 2000 kişi izlemiş, ligdeki ortalama seyirci sayısı ise 300. Bu yıl oynanan Sillamäe Kalev-Trans Narva Meistriliiga maçını izleyenler sadece 40 kişiymiş.
Estonya Milli Takımı'nın en tehlikeli ismi Roda forması giyen forvet Andres Oper. Belçika'ya 3-2 yenildikleri maçta gollerden birini atan Oper aynı zamanda 35 gol ile Estonya Milli forması altında en çok gol atan oyuncu ve Heracles'li Ragnar Klavan ile birlikte Avrupa'nın büyük liglerinden gelen iki oyuncudan biri. 1985 doğumlu savunma oyuncusu Klavan, yine 1985 doğumlu Levadia'lı orta saha Tarmo Kink ve 1989 doğumlu Ukrayna takımı
FC Karpato Lvov oyuncusu forvet Sergei Zenjov Estonya futbolunun geleceği en parlak oyuncuları olarak gösteriliyorlar. Kendisinden çok büyük bir beklenti olmayan Estonya teknik direktörü Tarmo Rüütli'nin İspanya ve Türkiye maçları için çağırdığı oyunculara bakıldığında kadronun genelde genç isimlerden kurulu olduğu görülüyor. En yaşlı oyuncular 1977 doğumlu Oper ve 1979 doğumlu Piiroja. Estonya'nın tüm zamanlardaki en iyi oyuncularından biri kabul edilen Watford'lu kaleci Mart Poom artık 36 yaşında ve yerini daha genç isimlere bırakmak zorunda kalmış. Bir dönem Arsenal, Sunderland, Porstmouth ve Derby County formalarını da terletmişliği var. Rüütli'nin Bosna maçında Zenjov'u yedek bırakması Estonyalıları çok şaşırtmış. Tarmo Rüütli ile ilgili ilginç bir ayrıntı 54 yaşındaki hocanın hala aktif olarak futbol oynuyor olması. Estonya 4.Ligi takımlarından FC Soccernet'de oynuyor ve 13 maçta 3 gol atmayı da başarmış.
Belçika maçı 3-2 sonuçlandıktan sonra Estonyalılar Bosna maçı için umutlanmışlar, 7-0 beklenmedik bir sonuç olmuş. İspanya ve Türkiye maçlarından da pek umutlu değiller.
Bu arada Estonya maçı için Talin'e gitme niyetinde olanlar varsa Lilleküla Stadyumu'nda oynanacak karşılaşmanın bilet fiyatları 300, 400, 500 ve VIP tribünü 1000 Estonya Kronu. Türkçeye çevirdiğimizde yaklaşık 40, 55, 65 ve 130 YTL'ye karşılık geliyor. Havalar da soğuktur orada şu anda ama Ukrayna veya Rusya olsa imkanı olanlarımız koşa koşa giderdik eminim. Tabii ki futbol aşkı için!

Lig TV Ulusal Karması


Ersun Yanal Milli Takım'ın başında iken Hakan Şükür'ün sistemine uymadığını söylemiş, kıyamet kopmuştu. Sonuçta da Hakan uğruna kellesi alındı. Şimdilerde Fatih Terim'in oyuncu tercihleri de tartışılıyor. Özellikle Batuhan, Gökhan Ünal, Mehmet Yıldız'ı tercih edip Fatih Tekke'yi hiç düşünmüyor olması en büyük eleştiri konusu. Emre vakası zaten Lost teorilerine döndü. Emre'nin futbol oynayamadığını hepimiz görüyoruz, Fatih hocanın neden ve nasıl göremediğine de anlam veremiyoruz.
En az bunlar kadar önemli ama gözden kaçan bir başka konu da Fatih hocanın oyuncu seçimlerindeki özensizliği. Bir Milli Takım teknik direktörünün özenli davranıp davranmadığını nasıl anlayabiliriz? Ben bu konuda iki farklı kıstası kabul ederim. Birincisi istikrarlı bir kadro. Performans olarak Aurelio gibi istikrarlı oyunculardan kurulu ve kimin oynayacağı önceden tahmin edilebilen bir kadro uyum açısından bir adım öndedir ki bizim Milli Takımımızda böyle bir durum olmadığını biliyoruz. Birkaç oyuncu dışında kimin oynayacağı daha önemlisi nerede oynayacağı daha da önemlisi takımın hangi taktikle oynayacağını tahmin etmek neredeyse imkansız. Bu da demek oluyor ki Milli Takımımızın kadrosu seçilirken yine birkaç oyuncu hariç o dönem hangi oyuncu formda ise o çağırılıyor. Bu durumun da kabul edilebilecek bir yanı var. Ortaya çıkacak takım uyumsuz olacak olsa da yer alan oyuncular gün itibariyle en formda Türk oyuncular ve formda oyuncu formsuz oyuncudan iyidir diye bir genelleme ile olayı açıklamak mümkün ama bu "form" kriteri neye göre belirleniyor?
Fatih Terim'in Euro 96'ya götürdüğü takıma Vedat İnceefe'yi çağırması büyük bir sürpriz olmuştu. O yıl Vedat 2.Ligde D.Ç.Karabükspor forması giyiyordu ve kariyerinde hiç 1.Lig maçı oynamamıştı ama Fatih hoca ona güvendi. Vedat da harikalar yaratmış olmasa da yüzünü kara çıkarmadı. Buna benzer bir başka şaşırtıcı seçim de Euro 2000'de Mustafa Denizli'den gelmişti. Denizli tek bir Türkçe kelime bilmeyen ve İngiliz Milli Takımı ile Türk Milli Takımı arasında bir dönem kararsız kalıp sonrasında Türkiye'de oynamayı tercih eden Mustafa İzzet'i Milli Takım'a davet etti. Muzzy görev yaptığı maçlarda etkili olamadı, sonrasında da birkaç maçın ardından bir daha Milli formayı göremedi.
Terim'in bu görev döneminde Anadolu kulüplerinden çağırdığı oyuncuların ortak bir özelliği var. Son olarak Denizlispor'lu Çağlar Birinci görev yaptı. Çağlar 23.08.2008 tarihinde Ali Sami Yen Stadı'nda Galatasaray'a karşı forma giymişti. 10.09.2008 tarihindeki Belçika maçında ise sahadaydı. Bunun rastlantı olmadığını kanıtlayacak birçok örnek mevcut. Bilgiler Uğur Meleke'den alıntıdır.
"Mustafa Sarp... 18 Şubat 2006’da yıldızlaşıp 1
de gol attığı Ankaraspor-Fenerbahçe maçından sonra Çek Cumhuriyeti ile
yapılacak özel müsabaka için ilk kez A Milli Takıma çağırıldı. O gün
kulübede oturdu, bugün itibariyle de A Milli Takım formasını 1 dakika
bile giyebilmiş değil...

Baki Mercimek... 1-9 Nisan 2006’da Gençlerbirliği, G.Saray ve
Trabzonspor’la karşılaştıktan sonra Baki ilk kez A Milli Takıma
çağırıldı. Azerbaycan’a karşı oynadığı bu müsabaka, genç oyuncunun ilk
ve son A milli maçı oldu.

Giray Kaçar... 23 Ocak 2008’de G.Oftaş formasıyla G.Saray’ı 3-0 mağlup
ettikleri ve 90 dakika başarıyla forma giydiği mücadeleden sonra ilk
kez İsveç’le oynanacak hazırlık maçı için Milli Takıma çağırıldı. O da
ay-yıldızlı formayla henüz sahaya çıkamamış durumda.

Emre Toraman... 19 ve 26 Mart 2006’da K.Erciyes formasıyla G.Saray
ve Trabzon’a karşı oynadığı başarılı futbol ona ilk A Milli davetini
getirdi. Emre Toraman da, bir sonraki hafta Azerbaycan karşısında 7
dakika A Milli olma fırsatını, ilk ve son kez buldu...

Mehmet Polat ve Uğur Kavuk... Süper Lig 2008-09 sezonu ilk
haftasında Fenerbahçe ve Beşiktaş’a karşı gösterdikleri başarılı
performanslarla Ermenistan ve Belçika ile karşılaşacak A Milli Takım
kadrosuna davet edildiler. 6-10 Eylül’de hiç forma giyemedikleri gibi,
bugünkü A milli takım kadrosunda da gözükmüyorlar.

Ve Turgay Bahadır... Pazar gecesi Fenerbahçe’ye karşı gösterdiği
başarılı performansın ardından Türkiye A Milli Takımı’na çağırıldı.
Daha önce Avusturya U21’de oynamıştı, ama 24 yaşında olmasına rağmen
herhangi bir A milli takımda sahaya çıkmadığı için ay-yıldızlı forma
ile mücadele edebilecek"

Bu kategoriye yetenekleri ve karakteri gözden kaçmış bir oyuncu olmasa da son Galatasaray maçında üst düzey bir futbol sergileyen Yusuf Şimşek'i de ekleyebiliriz.
Görüldüğü üzere yetenekleri her ne olursa olsun bir Anadolu takımı futbolcusunun Milli Takım daveti almasının ilk gereği Lig TV'de arz-ı endam etmesi. Fatih hocamız gerçek futbolcu televizyonda belli olur felsefesini savunuyor olmalı. Pozisyon tekrarlarından daha rahat analiz yapıyor olabilir -yersek-.
Demek istediğim kesinlikle neden Anadolu takımlarından futbolcu çağırılmıyor değil. Örneğin kendi taraftarı olduğum Kocaelispor'dan Serdar Kulbilge Milli Takıma çağırıldı ama şu anda Milli formayı kesinlikle hak etmiyor, çizgiyi terk etme konusunda çok ciddi sıkıntıları var. Memlekette kaleci yetişmiyor olmasının kaymağını yiyiyor sadece. Belirtmiş olduğum gibi istikrarlı bir kadroya da sadece formda oyunculardan kurulu bir takıma da saygı duyuyorum ama maçlarını Lig TV'nin yayınlamadığı bir Anadolu kulübü futbolcusu, şansına yakın dönemde 4 takımdan biri ile maçları da yoksa formda olduğunu nasıl kanıtlayabilir sorusu geliyor aklıma. Bunun ardından nihai düşüncem de demek ki Terim'in seçtiği Milli Takım seçilebilecek en iyi Milli Takım değil oluyor. Ibiseviç'in hikayesinde kendisinin ABD'de iken Bosna-Hersek Ümit Milli Takımı'na çağırıldığını söylemiştik. Bizim Milli Takımımız için de daha özenli ve daha geniş çaplı bir araştırma yapılması gerekiyor, bunu yapacak heyecan kaybolduysa da hem federasyon yetkilileri hem de teknik adam(lar) anlamında sorumlulara teşekkür etmek gerekiyor. Mesut Özil, Serdar Taşçı gibi isimlere hiç girmiyorum, daha iç kanamayı çözememişiz Alamanya neyimize?

09 Ekim 2008

İkinci İsyan



Thierry Henry'nin yedek kalacaksam salın gideyim düşüncesinde olduğunu duymuştuk. Guardiola göreve ilk geldiğinde konuştuklarını ve kendisinden ilk onbir için söz aldığını ama Guardiola'nın sözünü yediğini söylüyordu. Yerine oynayan Etoo'nun da oyundan çıkarken bile yüzünün perşembe pazarına döndüğünü düşünürsek Guardiola'nın bu kadar kaprisli adamı bir arada tutmak için çok çaba sarfetmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Henüz Henry sorunu çözülememiş iken ikinci çatlak ses de Yaya Toure'den daha doğrusu menejerinden geldi. Geçtiğimiz yıl Rijkaard yönetimindeki takımda düzenli forma şansı bulan Toure, Guardiola'nın göreve gelmesi ile kesiği yedi. Barça ile 2011 yılına kadar sözleşmesi var ama menejeri Dimitri Seluk'un açıklamasına göre bunun çok fazla önemi yok.
"Toure'nin Barça ile sözleşmesi devam ediyor ama fazla forma şansı bulamıyor. O burada sadece aldığı para için bulunmuyor. Sakat iken bile oynamak istedi ve oynadı. Eğer oynatılmayacaksa sanırım diğer kulüpler ile görüşmek zorunda kalacağız. Karar Barça'nın. Yaya burada kalmak istiyor, burayı seviyor ama içinde bulunduğumuz durumu çözmek zorundayız. O 25 yaşında ve diğer oyuncuları kenardan izlemek istemiyor"
Yine Seluk'un açıklamasına göre Juventus Toure ile ilgilendiğini açıkça söylemiş. İtalya ve İngiltere'den başka kulüplerin de kendisi ile ilgilendiğini belirtiyor. Abisi Kolo Toure'nin oynadığı Arsenal'in de tercih edebileceği bir kulüp olduğu söyleniyor. Yaya Toure Barça'ya 2007/2008 sezonunda 9 Milyon € karşılığında Monaco'dan transfer olmuştu. Guardiola ilk büyük sınavında oyuncu isimlerinin yanında çok fazla "Unh" görmeye başladı (bkz. FM Dili). Rafa Benitez'i örnek alıp hem başarılı bir takım kurmalı hem de rotasyonu adil dağıtıp bütün oyuncuları memnun etmeli, aksi takdirde bu gidişle Barça yedek kulübesi Fenerbahçe'ye benzeyecek.
Bu arada Rafa Benitez'in de Liverpool'un Amerikalı sahipleri Hicks-Gillett ikilisi ile maddi sorunlar yaşadığı ve Ranieri'nin yerine Juventus'a gidebileceği bazı İngiliz gazetelerinde yer aldı. Bu yıl yaptığı transferler ile taraftarlarını memnun edemeyen Juve yönetiminin sansasyonel hamleler peşinde olduğu açık.


Ahd-ı Vefa

ALS hastalığını ilk olarak Sedat Balkanlı ile duymuştuk. Sahalarda güçlü fiziği ile tanıdığımız Sedat'ın bitkin hali hepimizi çok üzmüştü. İlk dönemlerinde gereken ilgi gösterilmemiş olsa da daha sonra hem futbolcular hem de bazı TV programları vasıtasıyla kendisi ve ailesi yalnız bırakılmadı. Geçtiğimiz yıl da İtalya'dan Milan ve Fiorentina'nın eski futbolcusu Stefano Borgonovo'nun aynı hastalığa yakalandığı haberi geldi. Fatih Terim'in de davet edildiği bir organizasyon ile kendisine destek olmak amacıyla Milan ve Fiorentina takımları karşılaştı ve ortaya Oğuz Haksever'in "O an"ları tadında bu fotoğraflar çıktı. Japon Kale'de yer alan Mutluluk fotoğrafı da görülmeye değer.







Sonbahar

Antalya'lı. Futbola Kemerspor'da başladı, sırasıyla Kemerspor, Denizlispor, Fenerbahçe, Gaziantepspor, Ankaraspor, A.Sebatspor ve tekrar Denizlispor formalarını giydi. Kariyer anlamında kendisini fena halde Ceyhun Eriş'e benzetirim. Tek farkları Yusuf'un aklının başına gelmiş olması. Bugünlerde Bursaspor forması ile yaratıcı futbolculuğun en güzel örneklerini sunmaya devam ediyor. Çalkantılı kariyerinin Denizlispor dönemi ile düzene girmesini evlenmesine ve çocuğu olmasına bağlıyor. Bursaspor resmi sitesindeki röportajında "Son 2 yılımın başarılı geçmesinin tek ve kesin bir nedeni var. O da evlenip çocuk sahibi olmam. Artık çok daha fazla sorumluluk sahibiyim. Niye futbol oynadığımı daha iyi biliyorum artık. Çocuğum ve eşim için. Onların geleceğini garanti altına almak zorundayım. Bu yüzden futbolum daha başarılı oldu. Oyunumda daha da olgunlaştım. Eşim ve çocuğumun geleceğini düşünüyorum. Tüm çabalarım onlar için" diyor. Fenerbahçe döneminde zaman zaman parladığı maçlar olsa da asla değişmez adam olamadı, bunu da ucunu kaçırdığı gece hayatına bağlıyor ve ekliyor "Futbol ömrü aslında çok uzun değil. Bu kısa sürede kazanabildiğimiz kadar çok kazanıp kesemizi doldurmak gerekiyor. Futbolcu ağabeylerimizin dediği gibi, futbol hayatımız bitince paraya daha çok ihtiyacımız olacak. 32 yaşındayım ve hâlâ kesemi daha çok doldurmak için uğraşıyorum. Bir de her genç futbolcuya bir an önce evlenmelerini tavsiye ederim. İnsan hayatında çocuk da çok önemli. Hayata bakışınız değişiyor".
Bu açıklamaları okuyunca insanın içinden keşke 20 yaşında evlenseydin diyesi geliyor. Hem geçtiğimiz yıl hem de bugünlerde oynadığı futbolu izleyince bu kadar klas hareketleri bu kadar rahat yapabilen oyuncu sayısının ne kadar az olduğunu tekrar anlıyoruz. Gaziantepspor forması ile Roma'ya attığı gol hala hafızalarımızda. Bize Euro 2008 kapısını açan maçlardan biri olan Norveç karşılaşmasındaki son dakikalarda topu ileride tutma görevi de Fatih Terim tarafından ona verilmişti ve görevini kendisine yakışan olgunlukta yerine getirdi. Bosna Hersek ve Estonya karşılaşmaları için tekrar Milli Takım'a davet edildi. Topsuz oyundaki etkisizliği nedeniyle forma şansı bulamayabilir de ama Fatih Terim'in hücum anlamında sıkışan maçlarda bu tip oyuncuları çok sevdiğini Tümer örneğinden biliyoruz. Takımımızdaki orta saha oyuncularımıza baktığımızda da oyuncularımızın genelinin ya hücumu ya da savunmayı beceremediği aşikar dolayısıyla Yusuf'un forma şansı bulması sürpriz olmaz. Aklı başına geç gelmiş olsa da saygı duyduğumuz bir oyuncu olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Bursaspor bu hafta Galatasaray ile oynamamış olsaydı Yusuf Milli Takım'a davet edilir miydi? Tartışılır. Bu da başka bir post konusu olsun.

08 Ekim 2008

Ne İçtin Kardeşim?

Bizim taraftarlarımızın bir bölümü arasında da maçtan önce alkol almak adettir. İçin için...

Öyle Bir Geçer Zaman ki

Hafta sonu oynanan Norrkoping-GAIS maçından bir kesit. GAIS 0-1 galip durumda ve korner bayrağı dibinde zaman geçirmeye çalışıyor. Aslında bu konuda kendilerini üzmelerine gerek yok çünkü Norrkoping'li savunmacıların daha ciddi bir endişeleri var; 2.golü yememek.
Bunu izlemek sabır ister diye uyarmalıyım...


07 Ekim 2008

Son Format Son Şampiyon


Bu yıl mevcut format ile yapılacak son UEFA Kupası organizasyonu olacak. Şampiyonlar Ligi'nden gelecek 8 takımın da kalbur üstü ekipler olacağını düşünürsek bu yılki organizasyona katılan takımların önceki yıllara oranla daha kaliteli olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tam sonunda kupaya benzemiş iken tekrar format değişecek ama hiçbirimizin içine sinmeyen demode, Intertoto zamanından kalma bu formattan daha iyi olacağı kesin.
A Grubu Atletico mağduru Schalke ve artık arenada biz de varız diyen Manchester City'yi bir araya getirdi. İlk 3 için en şanslı iki takım belli. Racing fikstür azizliği ile bu sezona istediği gibi başlayamadı. La Liga'nın ilk 4 haftasında Sevilla, Barça, Real Madrid ve Villareal ile karşılaştılar. Sıralamada 14. olmaları yanıltıcı olabilir. Real'den kiralanan Garay, Atletico Madrid'den kiralık Valera, orta sahada Luccin, hücumda Munitis ve hangi ülke vatandaşı olduğunu kendisinin de bilmediği Mohamed Tchite dikkat çeken isimler. İngilizlerin vatan haini bellediği Steve McClaren yönetimindeki Twente, Fransız Rennes eşleşmesinden 2-1 ve 1-0 ile üstün çıkmayı bilmişti ama bu grupta işleri zor olacak. PSG hakkında yorum bile yapmaya gerek yok. Kezman'ın orasına burasına çarpacak toplar haricinde gol bile atmaları zor bana kalırsa.
B Grubunda Galatasaray çetin cevizler ile karşılaşacak. İlk bakışta Benfica ve Olympiakos şanslı görünüyor. 3.sıra için diğer 3 takımın da şansı eşit diyebiliriz. Metalist'in Beşiktaş maçlarını izlememiş olsaydık eminim grubun kolay lokması yorumunu yapardık ama şimdi temkinli yaklaşmak durumundayız. Galatasaray'ın Metalist maçını İstanbul'da oynayacak olması avantaj, diğerleri içeride dışarıda çok farklı oynayan ekipler değiller, zaten belli bir kalitenin üstündeler. Galatasaray'ın ne yapabileceğini tahmin etmek çok zor ama vasat bir oyun oynarlarsa benim bu gruptaki sonunculuk adayım Bundesliga'dan geliyor olmasına rağmen Hertha Berlin. Kadrosunda Friedrich, Cicero, Pantelic, Voronin, Josip Simunic, Kacar gibi kaliteli isimler olsa da bir türlü dikiş tutturabilmiş değiller. Bundesliga'da geçtiğimiz yılı 10.sırada tamamladılar. Danimarkalı FC Nordsjælland ve Manchester City ile birlikte Fair Play sıralaması kontenjanından UEFA Kupası'na katılma hakkı elde ettiler. City 2003 yılında da aynı kontenjandan faydalanmıştı.
Yeri gelmişken Fair Play sıralaması ile ilgili birkaç bilgi verelim. Bu sıralamada genellikle İskandinav ülkeleri dikkat çekiyor. Sıralama sadece sarı ve kırmızı kartlar değil, rakibe ve hakeme saygı, pozitif oyun (oyunu hızlandırma, atak futbol, saha içi centilmenlik vb.) hatta tribün atmosferi gibi kriterlerden oluşuyor. Yani hakem ve gözlemci raporları da bu sıralamada etkili, gözlemi yapanlar da resmi UEFA delegeleri. Bu kriterler ile en centilmen üç lig belirleniyor ve bu liglerden birer takım UEFA Kupası'na katılma hakkı elde ediyor.
Aklımıza gelen ilk soru peki bu sıralamadan bizim faydalanma şansımız yok mu? Neden yeni duyuyoruz? Geçtiğimiz yıl Türkiye'nin 67 Milli ve Lig maçı gözlemlenmiş. Kriterlere göre aldığımız toplam puan 7.65 ve hiç şaşırtıcı olmayan bir sonuç ile 53 ülke arasında 43.sıradayız. Kısacası daha çok bekleriz. Ligi düzeltsek Milli Takımı ne yapacağız? Fatih hocamız haklı ya da haksız rakip kulübeye top atmaya devam ettiği sürece biz ancak 2008'de olduğu gibi Andorra, San Marino, Lihtenştayn, Lüksemburg, Makedonya, Bosna-Hersek, Gürcistan, Malta, Arnavutluk ve Azerbaycan'ı geride bırakabiliriz. Bu yıla da soruşturma ile başlayan bir hocamız var, dolayısıyla 53.sıraya kadar gerilememiz de mümkün, zaten anormal bir puan farkı da yok.
Tekrar gruba dönersek daha önce de belirttiğim gibi Benfica sadece grubun değil kupanın da favorilerinden biri. Quim, Reyes, Katsouranis, Pablo Aimar, Binya, Cardozo, Nuno Gomes ve David Suazo gibi isimler bu düşünce için fazlasıyla yeterli. Olympiakos ise Anorthosis faciasından sonra toparlanma peşinde ve kendi liglerine de iyi başladılar.
C Grubunda Fenerbahçe'ye elenip UEFA yolunu tutan Partizan bulunuyor ama bu grubun Fenerbahçe'nin ŞL grubundan pek de farkı yok. Sevilla, Stuttgart ve Sampdoria başabaş maçlar çıkaracaklar. Önce Liverpool'u sallayan daha sonra Everton'ı yıkan Standard Liege de dikkat edilmesi gereken takımlardan biri. Bu gruptan çok güzel maçlar çıkacak.
D Grubu nispeten zayıf bir grup. Udinese şanslı görünüyor. Tottenham'ın çok kötü bir dönem geçirdiğini düşünürsek ikinci ve üçüncü sıralar için diğer 4 takım da şanslı diyebiliriz. Pavlyuchenko'yu kaybetmiş olmasına rağmen Spartak ve Cluj-Steaua Bükreş ile birlikte bu yılın dikkat çekici Romen takımlarından biri olan Dinamo Bükreş'i eleyip gelen Nijmegen bir adım önde.
E Grubunda ilk dikkat çeken takım tabii ki Milan. Felix Magath yönetimindeki Wolfsburg ve bu yıl Traore, Crouch gibi sağlam transferler yapan Redknapp'ın Portsmouth'u ikincilik için en şanslı ekipler.
F Grubunda büyük bir sürpriz -daha- olmazsa Hamburg, Ajax ve Aston Villa'nın ilk üç sırası garanti gibi. Eleme maçları dönemine kadar kupaya ısınacaklar.
G Grubunda La Liga'da müthiş bir performans sergileyen Valencia liderliği alacaktır. St.Etienne'nin de ikinci sırayı alması muhtemel. Üçüncü sıra için iki İskandinav ve Brugge çarpışacak, sağ kalan yoluna devam edecek.
H Grubunda da güç dengeleri birbirine yakın. Grubun en zayıf takımı gibi görünen Lech Poznan da küçümsenecek bir takım değil. İkinci ön eleme turunda Grasshoppers'ı 6-0 yenmeyi başarmışlardı. Bir başka Polonyalı Krakow'da ŞL ön elemesinde Barça'yı mağlup etmişti. O bölgede de futbol adına bir yükselme söz konusu. Zaten açıkçası bu yıl bizim dışımızda bütün Avrupa futbolunda bir yükselme var. Güney Kıbrıs'tan Belarus'a kadar bütün ülkeler hem Milli hem de kulüp takımları bazında bir aşama kaydetmiş durumdalar. Allah sonumuzu hayır etsin. 


Baklavalar Agüero'dan


Milli maçlar arasından önce oynanan son hafta maçları ile Avrupa Ligleri'nde ak koyunlar, kara koyunlar belli olmaya başladı. La Liga'ya malumunuz Barça-Atletico Madrid maçı damgasını vurdu. Hafta boyunca İspanyol basınında sanki aynı tarz oyuncularmış gibi kıyaslanan Messi-Agüero karşılaşmasından Messi'nin takımı galip çıktı. Futbol skor oyunu ise Messi de galip çıktı diyebiliriz ama bu oyunun pek matematiği yok, dolayısıyla en iyisi biz ikisini de hayranlıkla izlemeye devam edelim. Halı saha maçı tadında oynanan ve yine halı saha maçı skoru ile biten karşılaşmayı Barça 6-1 gibi tuhaf bir sonuç ile kazandı. Barça'ya Antep baklavası ısmarlamak da Agüero'ya düştü. Messi başta Ujfalusi olmak üzere Madrid'lilerin çoğunu bol bol bakkala yolladı. Bu maçta Ujfalusi'yi terse yatırmayan Barça'lıları kendi aralarında dövdüklerine dair söylentiler de yok değil. Maçtan sonra kendisi ile ilgili aklımda kalan görüntü uzun saçlarının aralarından sırtı dönük ters taraftaki topa bakar halidir. Hele Messi'nin orta sahadan alıp 2 saniye içinde kaleye ulaştığı ama gol yapamadığı pozisyonda Ujfalusi'nin yanıldığını anlaması neredeyse 2 saniye sürdü. Bir oyuncunun fiziksel yetenekleri üst düzey olabilir ama sadece mental yetenekleri ile bile diğer oyuncuların bir adım önünde ise Barça tribünlerinin yaptığı gibi tapıyoruz yahu hareketi ile Messi, Messi seslerinin Nou Camp'ı inletmesine şaşırmamalı. Bu tip maçlarda gelenek olduğu üzere en güzel gol yine fark yiyen takımın attığı gol oldu ama Henry'nin golü de yabana atılır gibi değil. Küskün Fransız biz eski Gunner'lardanız gözüm mesajını tek vuruş ile vermeyi başardı.

La Liga'daki kıyaslama haftasında bir başka Madrid-Barcelona şehirleri kapışması da Real-Espanyol arasında yaşandı. Espanyol iki kez öne geçtiği maçtan Raul’u durdurmayı başaramadığı için beraberlikle ayrılmak zorunda kaldı. Karambolden ayak çıkarma yeteneği doğuştan gelen Raul artık tecrübesinin de etkisiyle daha rahat gol atıyor gibi, eski gücü olmasa da bu yeteneği ile hala takımda bulunmayı başarıyor. İlk beraberliğini alan Real 6 maçta yediği 9 gol ile dikkat çekiyor. Hafta içi ŞL’nde oynadıkları Zenit maçında da Arshavin topu tek başına altıpasa kadar getirmeyi başarmıştı ama ondan başka kimsenin gol atası yoktu. Hücumda çok büyük bir sıkıntı çekmiyorlar ama Schuster’in Casillas halleder psikolojisinden bir an önce uzaklaşması lazım.

Geçtiğimiz yıl yaşadığı buhran dönemini atlatan Valencia, Valladolid’den 3 puan ile döndü ve 16 puanla lider durumda. Manchester Arapları’nın hızının şimdilik kesildiğini düşünürsek David Villa etkisi ile bu sezon güzel günler geçireceklermiş gibi görünüyor.

Villareal istikrarlı gidişine bu sezon da devam ediyor. ŞL’nde Old Trafford’dan alınan bir puanın ardından içerde Celtic’i yenmeyi başardılar. Nihat’ın nazara gelip yeniden sakatlandığı için oynamadığı maçta Betis’i 2-1 ile de olsa geçtiler, onların da puanı 16. Betis ise "Benim oğlum tek başına takım" deyimine en güzel uyan adam olan Aurelio’ya rağmen 2 puan ile son sırada. Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra bıraktığı boşluğu 4 oyuncunun dolduramadığı Marco’nun La Liga gibi bir ligde, oynadığı takımın herşeyini tek başına yapmasını beklemek de tabii ki mantıklı değil.

Geçtiğimiz hafta bizi yanıltan takımlardan biri de Sporting Gijon oldu. Barça ve Real’den iki maçta 13 gol yedikten sonra, herhalde şamar oğlanı olacaklar dediğimiz Gijon, Mallorca’yı deplasmanda yenerek ligdeki ilk puanlarını almayı başardı.

Serie A bu çizgide devam ederse en zevkli sezonlarından birine sahne olabilir. 6 hafta sonundaki puan durumunda lider Lazio ile 9.sıradaki Fiorentina arasında sadece 3 puan fark var. Tabii henüz çok erken, Milan’ın form tutması ve Roma’nın düzelmesi ile Milan-Inter-Roma üçlüsü yine gruptan ayrılabilir ama Milan istikrarsızlığını, Roma da uyumsuzluğunu sürdürürse aralardan kaçacak takımlardan sürpriz beklememiz de mümkün. Bir önceki hafta oynanan Milano derbisinde Inter’e Mourinho’nun hiç beklemediği bir mağlubiyet tattıran Milan cepten yemeye devam ediyor. Son sıradaki Cagliari’ye gol atmayı başaramadılar. Cagliari de 5 hafta mağlup olduktan sonra ilk puanlarını Milan’dan alarak Serie A’nın Antalyaspor’u tadında yoluna devam ediyor.

İlk hafta Milan’ı mağlup etmeyi başaran Bologna ikinci Milano deplasmanından İbrahimoviç’in topuğu yüzünden puansız döndü. Bu sonuç, Milan’a yenilip ŞL’nde Bremen ile berabere kalan Inter için bir nevi oksijen tüpü niteliği taşıyor. Bazılarımıza sempatik geliyor olsa da ukalalık konusunda bazen ipin ucunu kaçıran Mourinho da Serie A ile Premier Lig arasındaki 8 farkı bulunuz bulmacasını yavaş yavaş çözmeye başladı.

Hem ligde hem ŞL’nde mehter takımı edasıyla iki ileri bir geri yapan Roma 9 kişi kaldıkları maçta Siena’ya 1-0 mağlup oldu. Oysa hafta içi Bordeaux’yu Fransa’da yenmişlerdi. Bir ligde galip geldiklerinde o krediyi diğer ligde kullanmaya devam ediyorlar, Totti de henüz dönmedi, gidişat iyi değil. Baptista gol atıyor olsa da takımı ateşlemesi beklenemez.

ŞL’nde oynadığı iki maçını da beraberlikle bitiren Fiorentina ligde en azından geride kalmama peşinde. Serie A’da 4, toplamda 6 gole ulaşan Gilardino Milan’a selam yollamaya devam ediyor.

Juve ŞL’nde çok zorlanarak kazandığı Zenit maçının ardından sezonun kapalı kutularından BATE ile berabere kalmıştı. Ligde ise bu haftayı 10 kişi kaldıkları maçta Palermo’ya yenilerek geride bıraktılar. Fazla gol yemiyor olsalar da atmak için daha fazla çabalamalılar. Trezeguet’nin sakat olduğunu düşünürsek Del Piero, Oliveira, Iaquinta üçlüsünün daha verimli olmaları için masa başı toplantısı yapma zamanları geldi ya da Del Piero’nun diğer ikisinin kulaklarını çekmesi de çözüm olabilir.


Premier Lig’de haftaya damgasını vuran maç tabii ki City-Liverpool maçı. 2-0 geriye düşüp maçı 3-2 kazanan Liverpool çok sevdiğimiz deyim "Comeback Kings" in EPL Şubesi havasındaydı. Bütün oyuncuları kaliteli olsa da Gerrard, Torres, Kuyt gibi isimlerin tadı başka. Son düdük çalmadığı sürece ne skor ne dakika dinliyorlar. 90.dakikada attığı gol ile galibiyeti getiren Kuyt ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu bir kez daha kanıtladı, kesinlikle her eve lazım.

Sezona Süper Kupa maçındaki Zenit yenilgisi ile başlayan Manu, Ronaldo’nun da dönmesi ile vites büyütmeye başladı. Tugay’ın ilk onbirde başladığı maçta Blackburn’ü deplasmanda 2-0 yendiler. Gözden uzak ama kesinlikle gönülden uzak olmayan Tugay duyduğumuz saygı üstüne saygı eklemeye devam ediyor. Önümüzdeki yıllarda zekasını ve tecrübesini Türk futbolunun gelişimi için kullanması en büyük dileğim. Kendisi de Fatih Terim yönetimindeki Akdeniz Milli Takımı’ndan geldiği için genç oyuncu yetiştirme konusunda çok büyük bir potansiyele sahip olabileceğini düşünüyorum.

Chelsea Scolari ile birlikte makine düzeninde devam ediyor. ŞL’nde Cluj’u yenememiş olsalar da her iki ligde de istikrarlı denebilecek bir çizgide ilerliyorlar. Anelka da gençlik yıllarında sivrildiği dönemlerdeki performansını yakaladı, bu hafta da Aston Villa’ya karşı gollerden biri ondan geldi. Chelsea ve Liverpool 17 puan ile liderliği paylaşıyor.

ŞL’nde Porto’yu dağıtan Arsenal, Sunderland ile ancak berabere kalabildi. Gollerin ikisi de son dakikalarda atıldı. Sunderland’deki Djibril Cisse-Dwight Yorke forveti en ilginç ikililerden biri. 37 yaşındaki Dwight Yorke bu sezon ilk maçına çıkmış olsa da hala EPL’de forma şansı bulabildiği için saygıyı hak ediyor.

Sezonun en büyük hayal kırıklığı Tottenham ise yokuş aşağı gitmeye devam ediyor. Carling Cup’ta Newcastle’ı eleyip moral bulmuşlardı, bu hafta da artık şeytanın bacağını kırarlar diye düşünüyorduk ama şanssızlıkları onların tam tersine iyi bir hava yakalamış olan Hull City ile karşılaşmaları oldu. 7 maçta sadece 2 puan toplayabildiler. Juande Ramos’un Yılmaz Vural’da birkaç taktik isteme zamanı geldi de geçiyor.

06 Ekim 2008

Bedava Yaşıyoruz



15 askerimizi daha şehit verdik. 9 günlük tatilde trafik katliamının sayısal değeri 146 ölü, 649 yaralı. Gidenlerden tanıdığı olmayan bizler için bugün okuyup yarın unutup, ertesi gün yenilerini göreceğimiz birer sayısal istatistikten ibaret hepsi. Türkiye burası, Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip ülke, kelle hesabı sayıldığında da en büyük nüfuslardan birisi. Bu umursamazlık insan sayısının çokluğundan mı kaynaklanıyor acaba diye düşünüyorum bazen. Nedenler, çözümler alır başını gider, ayrıntısına da aklım ermez. Sadece bu yazıyı okuyabilen herkesin aslında farkında olmadan ne kadar şanslı insanlar olduklarına dikkat çekmek istedim. Laf olsun diye değil.
Anne karnında gelişme sürecimizde ölmemişiz, hiçbirimizin annesi tamamen kimyasal madde kaynaklı bir besin yememiş, sahte kolonya koklamamış, doktor bizi öldürecek kadar yanlış bir ilaç yazmamış...
Doğmuşuz, hastanede ölmemişiz, bizim bulunduğumuz hastanelerde klimalar fazla açık kalmamış, mikroplar bizi bulmamış, prematüre değilmişiz, öyleysek de yırtmışız...
Onca okula gitmişiz, ömrümüz yollarda geçmiş, trafik kazası geçirip ölmemişiz, bana bir kamyonet çarpmıştı ilkokulda iken ama beceremedi, sarhoşun birine denk gelmemişiz, karşı şeritten hatalı sollama yapan dengesizin biri bizi bulmamış, şarampole uçmakta olan bir araç bizi de sürüyüp götürmemiş...
Bir kısmımız askere gitmiş, sağ dönmüş...
Deprem olmuş, bizim binamızı yapan müteahhit Veli Göçer değilmiş, bizim bina göçmemiş, göçtüyse de çıkmışız, artçılar olmuş kafamıza kiremit düşmemiş, üç parça eşya kurtarayım diye girdiğimiz ev çökmemiş...
Tuzla Tersanesi'nde çalışmıyormuşuz, çalışıyorsak da bize NASA Deneme Maymunu muamelesi yapılmamış, yeni birşey yaptık binin bakalım tartacak mı denmemiş...
Bir rakı keyfim var deyip de sahte rakıyı bulmamışız, aldığımız balıklar ölüp karaya vuranlar değilmiş, İzmir'de arsenikli, Ankara'da Kızılırmak suyu içmişiz ama bizi henüz öldürecek kadar etkilememiş...
Bindiğimiz vapur batmamış, bizim vapurlarda kamyonlar, otobüsler dengeli yerleştirilmiş, hızlı trenin kobayı biz olmamışız, bindiğimiz uçakların bakımları zamanında yapılmış, görüyoruz ki %100 güvenli bir ulaşım aracımız mevcut değil, bir gün ışınlanma gerçek olduğunda eminim ona da bir kulp buluruz, dünyalar arası ışınlama yaparız, en iyi ihtimalle Cem Yılmaz'ın dediği gibi Osman sigarasından bir nefes alır "Işınlayamam, makine soğuk, ışınla mı doğdun?" der...
Saymakla bitmez, sözün özü şanslıyız ama fazla da sevinmeyelim, saydıklarım neredeyse 27 yıldır aynı muhtemelen önümüzdeki 27 yıl da aynı olacak, her birimiz her an bir istatistiki veri olabiliriz...
Çok mu karamsar oldu? Neyse toparlarız...Ölmezsek...

04 Ekim 2008

4 Ekim İddaa Tahminleri

Makul Kupon

165 B.Leverkusen - Hertha Berlin (16:30)
Leverkusen iç sahada hızlı top oynayan, açık futbolu tercih eden bir ekip. Hertha Berlin ise deplasmanda oynadığı 3 maçta aldığı 2 galibiyet ve 1 mağlubiyet ile başarılı bir takım. Hertha Berlin'in öne geçebileceğini düşünerek karşılaşmanın üst biteceğini tahmin ediyorum....ÜST (1,35)
215 Charlton - Ipswich (17:00)
Charlton evinde oynadığı 4 maçta 8 gol atıp kalesinde 7 gol gördü. Ipswich ise deplasmanda 6 gol bulup, 4 gol yedi. İki takımın da açık futbol oynadığını düşünürsek maçın sonucunun üst olması sürpriz olmaz...ÜST (1,80)
222 Plymouth - Sheffield Wed (17:00)
Plymouth içeride maç başına bir gol ortalaması ile oynuyor, konuk ekip Sheffield ise deplasmanda attığı 4 gole karşılık yediği 12 gol ile dikkat çekiyor. Sheffield'ın atacağı bir golün maçı üste taşımaya yeterli olacağını düşünüyorum...ÜST (1,80)
225 Swansea - Wolverhampton (17:00)
Swansea kendi sahasında 6 gol atıp, 4 gol yedi. Lider Wolverhampton'ın ise dış sahada attığı 10 gol ve yediği 4 gol göz önüne alındığında maçlarının gollü geçtiğini söyleyebiliriz...ÜST (1,70)
226 Watford - Preston (17:00)
Ev sahibi Watford'un iç sahada oynadığı son 3 maçı üst bitti. Rakip Preston ise deplasmanda oynadığı 4 maçın 3'ünde gol atmayı başardı. Hem Watford'un içeride hem de Preston'un dışarıda attıkları ve yedikleri gollerin ortalamasının en az 1 olduğu düşünülürse karşılaşmanın üst bitmemesi için hiçbir neden yok...ÜST (1,80)
245 Celtic - Hamilton (17:00)
Ligin iç sahada en fazla gol atan takımı olan Celtic bu karşılaşmayı da tek başına üste taşır...ÜST (1.35)
251 Hearts - Kilmarnock (17:00)
Saha ve seyirci avantajını iyi kullanan Hearts evinde oynadığı 3 maçta da gol atmayı başardı. Konuk Kilmarnock ise deplasmanda attığı 4 gol ile dikkat çekiyor. İskoçya'da hızlı ve açık futbol oynanıyor olması nedeniyle karşılaşmanın üst biteceğini düşünüyorum....ÜST (1,70)

TOPLAM ORAN : 30,72

Banko Kupon

165 B.Leverkusen - Hertha Berlin : ÜST (1,35)
215 Charlton - Ipswich : ÜST (1,80)
225 Swansea - Wolverhampton : ÜST (1,70)
245 Celtic - Hamilton : ÜST (1,35)

TOPLAM ORAN : 5,57

Bol şanslar.
İddaa'yı gelir kapısı olarak düşünmeyin, az oynayın, çok oynayın :)

02 Ekim 2008

2 Ekim İddaa Tahminleri

443 - Dinamo Bükreş - Nijmegen

İlk maçı Nijmegen 1-0 kazandı. Hafta sonu Heracles ile kendi evinde berabere kalan Nijmegen çok kötü futbol oynadı. Romanya takımları her zaman korkulması gereken ekipler, Dinamo Bükreş de bunlardan birisi. Ayağa çok iyi pas yapan bilinçli oynayan bir ekip. Nijmegeni yeneceklerine kesin gözüyle bakıyorum...BANKO 1 ( 1,50 )

424 - Lech Poznan - Avusturya Vienna

İlk maçı Avusturya Vienna 2-1 kazandı. İlk turda İsviçre'nin Grasshoppers takımını kendi evinde 6-0 yenen Lech Poznan büyük bir süpriz yapmıştı. Evinde çok iyi oynayan bir ekip. Avusturya liginde dengesiz giden Avusturya Vienna'yı yenerler...BANKO 1 ( 1,55 )

524 - Cruzeiro - Sport Recife

Cruzeiro şampiyon olmak istiyorsa bu maçı kazanmak zorunda...Rakibi Sport Recife CSA (COPA SUDAMERICANA) için rahat konumda...Cruzerio için golün geç gelebiliceği bir maç çünkü Recife iyi kapanan bir ekip ama ne olursa olsun o kilit çözülür...BANKO 1 ( 1,45 )

463 - Club Brugge - Young Boys

İlk maç 2-2...Hafta sonu ezeli rakibi Basel'i deplasmanda 2-1 yenen Young Boys çok yorgun. Özellikle Hakan Yakın'ı sattıktan sonra bir türlü istedikleri futbolu sahaya yansıtamıyorlar... Basel'i deplasmanda 2 kontra atakla yenmeleri, fazla pozisyon üretememeleri düşündürücü...Club brugge ise evinde Westerloyu 2-0 ile geçti...Westerlo maçına yedek ağırlıklı bir kadroyla çıkan Club Brugge Young Boys kadar yorulmadı...Saha ve seyirci avantajını kullanacak olan Club Brugge favorim... BANKO 1 ( 1,50 )


TOPLAM ORAN : 5.05

01 Ekim 2008

İstanbul Sen Kokuyor Biraz

Geçenlerde bir arkadaşım için şiir okumaya karar vermiştik. Sesim çok güzel olmasa da, şiir okumayı pek bilmesem de kıramayıp okudum bir şiir.

Aslında Mercan Dede'nin çok güzel olan bu şiirini bozmayı pek düşünmemiştim ama maalesef üzerinde biraz oynama yaptık.

Neyse efendim güzel şairimizin de affına sığınarak bu şiiri sizlerle paylaşmak istedim.

Umarım beğenirsiniz.

Moussa Dembélé



87 doğumlu orta saha-forvet karışımı bir oyuncu olan Belçikalı Moussa Dembele Hollanda'nın AZ Alkmaar takımında oynuyor.

10 Eylül 2008'de Türkiye-Belçika 2010 Dünya Kupası Elemelerinde de forma giyen Belçikalı futbolcu Dembele 27 Eylül 2008'de Willem II Tilburg'a karşı oynadıkları Eredivisie ligi maçında ilk yarıda "hat-trick" yaparak takımını galibiyete taşımıştı. Gollerinden biri ise gerçekten görülmeye değer.









Related Posts with Thumbnails