11 Mayıs 2008 / İzmir-Atatürk Stadyumu
Bu olay yaşandığında blog daha doğmamıştı. Nicedir bir fırsat olsa da paylaşsam diyordum. Milli maç vesile oldu. Kötü gidişin etkisinden olsa gerek "paylaşmayı" unuttum ama yaşadıklarımı asla unutamam.
Atatürk Stadı biz Kocaelisporlular için çok farklı anlamlar ifade ediyor. Hele 10 yılını İzmir'de geçirmiş benim için çok çok daha farklı anlamlar ifade ediyor. Geçtiğimiz yılın son maçları. Tarih 11 Mayıs 2008. Bank Asya'dan Süper Lig'e direk yükselebilmek için matematiksel şansı devam eden 4 takım Kocaelispor, Sakaryaspor, Antalyaspor ve Eskişehirspor rakiplerini yenmek ve diğer maçların sonuçlarını beklemek zorundalar. Biz son haftaya lider girmiş olduğumuz için biraz daha rahatız. Son maçta Atatürk Stadı'nda Altay'ı yenmemiz Süper Lig'e Bank Asya 1.Lig Şampiyonu olarak çıkmamız için yeterli olacak.
Organizasyon beceriksizliği, daha doğrusu İzmir'e otobüs gönderme sözü veren bazı firmaların bu sözlerini yerine getirmemelerinden dolayı bir dolu taraftar İsmetpaşa Stadı önünde sabahlıyor. 200 Otobüs nidaları havada kalıyor. Buna rağmen gelen otobüslere binmeyi başarmış ya da kendi imkanları ile İzmir'e giden yaklaşık 13 bin Körfezli Atatürk Stadı'nın açık tribününü doldurmuş durumdalar. Altay yönetimi de akıllı davranıyor. İsteseler malum saçma kuralı gerekçe gösterip deplasman seyircisinin sayısını kısıtlayabilirler, yapmıyorlar. Herkes buyursun, gelsin, parasıyla değil mi diyorlar ve belki bütün sezon iç saha maçlarında yapamadıkları hasılatı son maçta yapıyorlar. Bu kararı almalarındaki bir başka etken de Altay'ın iddialı durumda olmaması. Play-off'a katılabilmeleri için küçük bir matematiksel şansları var ama gerçekleşmesi mucize sayılır.
Gelebilen taraftarların sayısına bakınca daha önce deplasmana bu kadar kalabalık giden bir taraftar grubu hatırlamadığımız için rekor kırdık diyoruz, övünüyoruz ama bilmiyoruz ki bir o kadar insan da İzmit'te Sekapark'ta toplanmışlar, İzmit'te hayat durmuş. 5 yıl özlemi çekilen Süper Lig'e çıkmaya sadece bir maç kalmış, herkes heyecanlı, herkes tedirgin, herkes mutlu.
İzmir'e bir gün önceden gelenler şehri renklendirmeye başlamışlar. Maçtan bir gün önce, Kordonboyu'nun yeşil-siyaha boyandığı sıralarda ben Göztepe'deyim. Orada herhangi bir hareketlilik yok. Maça bu kadar çok insanın geleceğine içten içe pek ihtimal vermiyorum hele bir gün öncesinden bu kadar çok insan geleceğine hiç ihtimal vermiyorum. Aptal aptal geziniyoruz Göztepe sahilinde, Mithatpaşa'ya geçiyoruz, koca koca Göztepe bayrakları her zaman olduğu gibi yerlerindeler, keşke bu maç Göztepe ile olsaydı diyorum içimden, maçı 25 bin kişi değil 60 bin kişi izleseydik, biraz hır gür çıkardı ama tadında kalırsa bu da işin rengi olurdu diyorum, geçiyorum.
11 Mayıs 2008 / İzmit-Seka Park
Maç günü geliyor, çatıyor. Sanki hayatımda ilk kez maça gidecekmiş gibi heyecanlıyım. Peder bey de içeride, dışarıda kaçırmadan her maça gittiği günleri hatırlıyor. İçimden hikayelerini biraz farklılaştırsa, renklendirse ne güzel olur diye geçirirken yol boyunca onun her zaman anlattığı hikayeleri dinliyorum "Bir Erhan vardı kaleci, gol olduktan sonra atlardı p.şt, Güvenç'le Raşit iyi anlaşırdı bak hücumda. Güvenç'ten video alıyorduk ya bir ara hatırlarsın, pasaj içinde. Adam golcüydü, pornocu oldu sonra da hoca oldu. Onun zamanında ne iyiydik ama! Kamil abin adam geçirmezdi valla defansın göbeğinde. Metin (Tekin)'i de anlatmıştım di mi? Bir gün bir Eskişehir maçındayız. Ben eniştene ayıp olmasın diye Eskişehir tarafına girdim. Bizim maçtan önce PAF maçı var. Millet Metin'i izliyor, kim lan bu çocuk, A takımdan adam almışlar onu oynatıyor pezevenkler diyorlar....." Stada yakın sanayi önünde bir yere park ediyoruz aracı. Hemen yanımızda 41 plakalı başka bir araç var, aralarında konuşuyorlar "Buraya park etsek ne olur acaba?" Peder bey atlıyor hemen "Park edin, burası İzmir birşey olmaz, hem bakmayın plakaya, biz de İzmitliyiz kardeşim!"
Aslında benimkisi sağlam bir deplasman hikayesi sayılmaz. Millet 400 km yoldan 7 saat yolculukla İzmir'e gelmiş ben 20 dakikada Buca'dan Atatürk Stadı'na gidiyorum. Giderken şükrediyorum tabii ki. Belki 100 yılda bir kez yaşanabilecek bir rastlantı sonucu en hayati son maç benim yaşadığım şehire denk geliyor. Hoş, maç Mardinspor'la olsa kalkıp gideceğiz ama burnumun dibine gelmiş olmasından da kesinlikle şikayetçi değilim.
Stada yaklaştıkça yeşil-siyah atkıları, bayrakları görüyorum. Bu duyguyu ancak doğduğu şehrin takımını destekleyip, bu takımın taraftarlarını farklı bir şehirde görenler bilir. Daha önce de gördüm mutlaka ama araya okul girmiş, askerlik girmiş, unutmuşum. Deplasman tribününe yaklaştıkça sayı artıyor. Dış kapıya gelince gözlerime inanamıyorum. Ne otobüsleri sayabiliyorum, ne de insanları. Bir otobüsün yanından geçerken gözüm ön camda duran kağıda ilişiyor. Üzerinde "Şampiyonluğa gider!" yazıyor, gülüyorum. Kapılar kuyruk, içeriden tezahüratlar yükselmeye başlamış. Peder bey boş durmuyor, dakika başı durup tanıdıklarına selam veriyor. Bütün İzmit gelmiş lan diyor, benim derdim bir an önce stada girmek, girince başıma geleceklerden henüz haberim yok tabii.
Polisin biri ileride kapı açıldı diye yırtıyor kendini. Koşa koşa gidiyoruz kapıya, rahatlıkla giriyoruz. İçerisi yanıyor. Hem tribündeki atmosfer anlamında hem de havanın sıcaklığı anlamında. 7 saat yoldan gelen benim sanki, Allah'ın kulu yerinde duramıyor. Göbekte toplanan tayfa çoktan soyunmuş, bir yandan bağırıyorlar, bir yandan da bronzlaşmayı bedavaya getiriyorlar. Yaşlı amcalar, teyzeler görüyorum, üzülüyorum. Bize neden kapalı tribün verilmedi diye isyan ediyorum bir an için, sonra toparlanıyorum, tribünün kıllısına da gerek yok hani diyorum.
Aylardan Mayıs, ayın ilk günleri olmasına rağmen güneş İzmir'e sıcak yüzünü göstermeye başlamış. Deplasmana gelenleri damgalıyor teker teker. Maçtan sonra şehir efsanesi haline gelen "İzmir'e gittin mi?" sorusunun yanıtını insanların dış görünüşüne yansıtıyor. Maç biletinden bile daha önemli bir kanıt bu, sonuçta maç biletini başkasından almak mümkün. Maçın ardından "Hacı İzmir deplasmanı süperdi yahu!" diyerek yalan atanlara "İzmir'e deplasmana geldin de nasıl bronzlaşmadın pezevenk??" yanıtı veriliyor. Çareleri yok, susuyorlar.
Maçtan önce Büyükşehir Belediyesi kaynaklı bayraklar dağıtılıyor. Karaosmanoğlu'nun seveceği tutuyor o dönem Körfezi. Bende atkı var ama maçla ilgili ne hatıra koparsam kardır diyorum. Alıyorum iki tane. Bugün hala biri İzmirdeki evimizin balkonunda, diğeri Peder beyin Otokent'teki dükkanında durur. Bizim Otomotiv, inanmayan gidip bakabilir. Maç başlamak üzere, bizim bulunduğumuz bölüm tezahüratlara aktif olarak katılıyor, Peder bu yaştan sonra çekemem diyor, tenhalara geçiyor. Ben bir elimle atkıyı sallıyorum, bir elimle bayrağı. Maçtan sonra iki gün kollarım neden ağrıyor diye düşünüyorum sonra.
Maça başlamadan son durumu hatırlatalım. Kocaelispor 61, Antalya 60, Sakarya 58, Eskişehir 57 puanda. Bize beraberlik yetiyor ama risk almaya ne gerek var? 13 bin kişi beraberlik için gelmedi ya!
Maç başlıyor. Henüz 9.dakikada Taner, şu anda Süper Lig'de yapmaya devam ettiği müthiş sprintlerinden birini atıyor. Pas ona doğru atılır atılmaz gözüm yan hakemde. Bayrak kalkmazsa öne geçtik, bitti bu iş diyorum. Yan hakem sakin, ofsayt yok. Taner zaman zaman kaçırsa da bayılır bu pozisyonlara ama bu maçta mümkün değil kaçırmaz diyorum, yanıltmıyor beni. Henüz 9.dakikada rahatlıyoruz, tribünler "Efsane geri döndü, korksun herkes!" diye inliyor. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Diğer maçlar umrumda değil artık. Golü atan Taner sakatlanıyor, dakikalarca kenarda yattıktan sonra 29'da şu anda Altay'da bulunan Can Erdem'le değişiyor. Taner onca zaman kenarda yatmış ve oyuna giremeyeceği belliyken oyuncu değişikliği yapmayan Engin İpekoğlu kalitesini yavaş yavaş belli etmeye başlıyor ama zafer sarhoşuyum, görmüyorum. Puan durumu anlamında değeri olmasa oldukça sıkıcı bir maç geçiyor aslında ama bağırmaktan, zıplamaktan ve tabii ki bronzlaşmaktan kimsenin maçı gördüğü yok zaten, başka gol olmasın yeter. Devre arası aklıma kalp rahatsızlığı olan Peder bey geliyor, bu sıcak hayra alamet değil diyorum. Yanına gidiyorum, nasıl gidiyor diyorum, fena değil ama hava sıcak gibisinden bir yanıt bekliyorum, bu Taner ne fuleli adam yahu! diyor, herşey yolunda deyip dönüyorum yerime.
İkinci yarıda da maç rölantide sürüyor. Altay arada bir yükleniyor gibi yapıyor, bir topları üst direkten auta çıkıyor. Birkaç tane Kılıç alıyor, auta gidiyor, taça gidiyor, birşeyler oluyor ama ne gam! Maçın sonları yaklaştıkça iyice rahatlamışız zaten. 90.dakikaya Sakarya ve Eses 0-1 yenik giriyorlar. Daha önce Sakarya'ya da çelme takan İstanbulspor Antalya'ya direniyor, oradaki skor da 0-0. 5 yıllık özlem sona ermek üzere, artık tek beklediğimiz maçın bitiş düdüğü. Maç boyunca yüzünden tebessüm eksik olmayan Fırat Aydınus düdüğü çalıyor. Haydi siz Süper Lig'e, ben de Kordon'a akayım diyor.
Türkçe'ye bu bölümden sonrasında yaşadığım duyguları anlatabilecek kadar hakim değilim sanırım. Atatürk Stadı yıkılıyor. Yer yerinden oynuyor. Onca yol gelmiş, 90 dakika susmadan zıplamış, bağırmış Körfezliler ekstra depolarını harcamaya başlıyorlar. Sanki herkes yeni gelmiş maça. Ne tezahürat yapacağımızı şaşırıyoruz. Aklımıza ilk geleni söylüyoruz biz de. Şaaampiyon şık şık şık şaampiyon sesleriyle inliyor Atatürk Stadı. Maç başında kırıcı bir tezahürat yapmış Altaylılar da asil Altaylı duruşlarına geri dönüyor, şenliğin bir parçası oluyorlar. Onlar da şampiyonu selamlıyor. Birlikte Körfez diye bağırıyoruz, önce yeşil-siyah sonra siyah-beyaz çekiyoruz. Maçtan sonra da tek kelimeyle "Helal olsun" diyorlar "Darısı başımıza"
Takım bir oraya bir buraya gidiyor. Sonunda topluca önümüzdeler. Onlar da şaşkın bir mutluluk içinde. Taraftar, futbolcu, yönetim hatta daha o zaman tepkiler yükseliyor olsa da B.Şehir Belediye Başkanı bir bütünlük içinde. Coşkuyu paylaşmak kolay tabii ama kimin umurunda? Gözüm sadece sevinenleri görüyor. Bu coşkuya tek gölge düşüren TFF'nin kupayı çay bahçesi masası üzerinde vermesi oluyor ama o da umrumda değil, getirin artık şu kupayı diyorum ve kupa Serdar Topraktepe'nin ellerinde bize doğru geliyor. Coşku tavan yapıyor. Kupa elden ele geziyor, ne yorgunluk umrumuzda ne bronzluk.
Sonunda her güzel şey gibi bu da bitiyor. Tam bir süre söyleyemem ama yaklaşık 1-1,5 saatin ardından futbolcular soyunma odasının yolunu tutuyorlar. Biz de yeterince yandık diyerek staddan ayrılmak istiyoruz. Kapılara barikat kurmuş polislerle yaşanan kısa tartışmanın ardından çıkıyoruz staddan. Coşku dışarıda da sürüyor. Altaylıların bir kısmı çıkış kapılarına gelmiş, hatıra atkısı kapma peşindeler. Çocuğun biri abi atkını versene diyor, ben de İzmirdeyim be koçum, bu atkı dursun bende diyerek reddediyorum. Bir bölüm durmuş alkışlıyor, herkes mesut halinden.
Böyle devam etmek istemezdim ama geçtiğimiz yıl çok daha zor koşullarda takımı şampiyon yapan başkan bugün çıkıp "6 Milyon TL riskim var" diyor. Yaptığı sapasağlam takımı darma duman ediyor. İnsanların ona karşı olan sevgisi, saygısı, nefrete, kızgınlığa dönüşüyor. Bize de bir insan yavrusu bir yıl içinde nasıl olur da bu kadar değişir? sorusunu sormak kalıyor. Nasıl?
Atatürk Stadı'nı hayatım boyunca bu maçla hatırlayacağım. Açıkçası orada bir daha maç izlemesem de olur. Hani çok sevdiğiniz bir insan vefat eder de onu son gördüğünüz haliyle hatırlamak istediğiniz için naaşına bakmak istemezsiniz ya, bu da öyle birşey.
Postu bu şekilde sonlandırmak moda oldu ama ne yapayım, cuk oturuyor.
Benim için Atatürk Stadı bitmiştir, daha da gitmem Atatürk Stadı'na!
1 yorum:
bi 5 sene sonra gideriz belki?
o maç unutulmaz
Yorum Gönder